İlber Ortaylı

Cumhuriyet’in kültürel mirasına sahip çıkmalıyız

2 Temmuz 2023
Bugün sahne sanatları, musiki ve opera yayılıyor ama yeterli değil. Konservatuvarların şan bölümleri muganni ve muganniye yetiştiriyor. Bunlar yerkürenin her yerindeler. Avrupa’nın festivallerinde en çok alkışlananlar bizimkiler. Onları dinleyemediğimiz yer ise sadece Türkiye. Türkiye büyük memleket diyorsunuz. Büyüklüğün yansıması aynı zamanda kültürel faaliyetlerle, sanatçılarla, onları yeri göğü tutan sesleriyle, insanları büyüleyen sahnedeki rolleriyle mümkün olur.

Haziran 1934, Türkiye’nin kültür tarihinde önemli bir noktadır. Diplomat ve tarihçileri ilgilendiren kayıtların dışında bunun okul eğitiminde ve toplumun aydın sınıflarının hafızasında yer etmesi pek kolay değildir. Onun için olaylar bütünü içinde ele almalıyız. İran şahı Muhammed Rıza Pehlevi ne Batı Avrupa’nın ne de Ortadoğu’nun monarkları arasında şahsi eğitimiyle dikkati çeker ama zekâsı ve direnişi itibarıyla önderimizin sadece dikkatini çekmekle kalmamış saygısını da kazanmıştır. İran Şahı uzun bir Türkiye gezisi yapar. Demiryoluyla ulaşılacak her yere gitmiştir. Karabük’te kurulan demir çelik tesisine, İzmir ve Bursa’nın tekstil tesislerine, tabii ki İstanbul ve Anadolu’daki mühim şehirler gezildi.


Mustafa Kemal Atatürk 16 Haziran 1934 yılında İran Şahı Rıza Pehlevi ile birlikte İstanbul’da.

OPERETİ ORTADOĞU’YA EMPOZE ETMEK İSTEDİ

Gazi Paşa’nın hedeflerinden biri Türkiye’de opera kurmaktı. Türkler operayı ilk defa Cumhuriyet devrinde görmüş değiller. İstanbul, İzmir, Selanik gibi merkezlerde opera temsilleri dışardan gelen ecnebi truplar vasıtasıyla zaman zaman izlenirdi. Operet türü ise hiç yabancımız değildi, hatta tiyatro Yıldız Sarayı’na girdi. Bu tiyatro stadın inşaatı yüzünden yıkılan Dolmabahçe’deki Saray tiyatrosu, operetler için sarayda tesis edilen tesislerdi. Beyoğlu yabancı truplar gibi bazen de yerlilerden de misafir operet temsilleri görebiliyordu.

Gazi’nin isteği operet denen sanatı Ortadoğu’ya empoze etmekti. Nitekim Rıza Şah döndükten sonra Tahran’da operayı kurdurdu. Gazi’nin operayı kuruşu ise gecikti. 1934’te Adnan Saygun’un bestelediği “Özsoy” tarihi Turan ve İran savaşlarını ve birlikteliğini anlatan tek perdelik bir temsildir. Senaryoyu yazan galiba Münir Hayri (Egeli)’ydi. Reisicumhur temsilden pek tatmin olmadı. Bu işler için de üniversite gibi dışarıdan uzman getirmeliyiz, diye düşünüldü.

Carl Ebert

Yazının Devamını Oku

Tatilimizi güzel geçirelim

25 Haziran 2023
Türkiye’de seyahat her şeye rağmen en ucuz eğlencedir. Gittikçe pahalılaşan restoranlarda, pek de kalınması gerekmeyen lüks otellerde daha çok para harcarız. Ama benim gençliğime göre halen Türkiye’de makul fiyatlara kalınacak basit otel ve pansiyonların sayısı hayli kalabalık ve bunların fiyatları uygun. Bayram vesilesiyle müsaadenizle size bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum.

Sevgili okurlarımız, bayramınızı tebrik ederek başlamak istiyorum. Bu bayramda tabii ki yine gezeceksiniz. Bazılarınız sadece belirli bir noktaya gidecek ve tatil yapacak. Türk halkının gerek yurtiçinde gerek yurtdışında gezileri aslında son 30 senedeki gelişmedir. Bir zamanlar seyahat rehberi kitapları çıkmaya başladı. Tabii bu alanda Batı’daki Almanca konuşan, İngilizce konuşan, hatta turizme geç başladıkları halde Rusça konuşan milletlere göre literatürümüz çok zayıf. Ancak bazı iyi örnekler de var, bunlara zaman zaman değindik. Bayram vesilesiyle müsaadenizle size bazı tavsiyelerde bulunmak istiyorum.

TÜRKİYE’Yİ TANIYAN BURADAN KOPAMAZ

Türkiye’de bundan 30-40 yıl evvel insanların birçoğu 2-3 yerden fazlasını bilmezdi. Hatta yurtdışına entelektüel göçte bile bu bilgisizliği nedenlerden biri olarak görüyorum. Mesela Ankara’da doğan, okuyan, meslek edinen gençler dünya çapında bir mesleğe de geçebilirler fakat Ankara ve haydi haydi İstanbul dışında o da satıhtan görmek şartıyla pek bir yer tanımazlardı. Bu nedenlerdir ki icabında ABD’nin Midwest (orta bölgesi) denen eyaletlerindeki basit ilişkilerden beslenen bana göre oldukça renksiz ve etrafındaki tabiattan başka hiçbir güzelliği görülmeyen yerlerde bayılarak kalmayı tercih edebilmişlerdir. Para ve rahat her şey değildir. Doğduğunuz memleketin havası, kültürel zenginliği sizi cezbedebilir. İtalyanlar İtalya’dan göç etseler bile kolay kopamazlar.



Türkiye’nin güzel tabiatını, zengin kültürel yapısını, adım başındaki ilginçliklerini tanıyan ve seven bir gençliğin buradan kopması pek mümkün değildir.

Yazının Devamını Oku

Türk tefekkür tarihinin ölümsüz ismi: Tarık Zafer Tunaya

18 Haziran 2023
Tarık Zafer Tunaya sevilen bir dost, takip edilen bir münevver ve saygın bir hocaydı. Edebi bakımdan fevkalade güçlüydü. Fransızcayı ve Türkçeyi edebi zevkle öğrenen nesildendi. En karmaşık durumları iki cümleyle tarif etmekte üstüne yoktu. Hobisi olan bir aydındı. Öğrencileriyle meşgul olan bir hocaydı.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeyken Tarık Zafer Tunaya Hoca’nın ismini duyardım. 1960 devriminden sonra teşkil edilen ilk anayasa komisyonunda üyeymiş. Galiba Lütfi Duran ve ikisi, saygı duyduğumuz Sıddık Sami Onar ile bir çatışma dolayısıyla komisyondan ihraç edilmişler. O vakit fark etmediğimiz ve bilemediğimiz bu meselenin sonradan daha çok farkına vardık. Çatışma ne bilgisiz bir adamla ondan daha bilgili genç profesörlerin arasındaydı ne de dürüst bir adamla politika bataklığında yanlara sapan kişilerindi. Üç tane mükemmel insanın çatışma nedeni; iftiharla belirteyim; eski müesseseleri, devlet yapısını, imparatorluğu, hukuktaki hükmi şahsiyet kavramını ve kurumlarını çok iyi tanıyan Sıddık Sami ile anayasa tarihimizde birtakım kalıplaşmış hukuki normlar ve bilgilerin dışında Osmanlı tarihini tetkikte adımlar atan, başvekalet arşivine de üniversitedeki günlerinin bir kısmını ayırmayı iş edinmiş bir meslektaşı arasındaydı.



‘GOGOL’ÜN PALTOSU GİBİDİR’

Zekice nitelendirmeleriyle tanıdığımız Mete Tunçay, Tarık Hoca için, “O Dostoyevski’nin tabiriyle Gogol’ün paltosu gibidir. Rus edebiyatının büyükleri nasıl o paltonun cebinden çıktıysa biz de Tarık Hoca’nın paltosunun cebinden çıktık” demişti. Bu bilgin kişinin aynı zamanda sevecen bir büyük, sadık, vefakâr bir dost olduğunu ve değer verdiklerini himaye etmekten çekinmeyen bir centilmen olduğunu tanıdım. Ankara’dan Mülkiyeli Zafer Toprak onun benimsediği yakın bir çalışma arkadaşıydı. Kendi fakültesinde değil yandaki İktisat Fakültesi’nden çıkma Şükrü Hanioğlu için de aynı şey geçerliydi ve mektepten talebesi ama ilginç araştırma ve buluşları olan Erol Sadi de o gruptandı. Nihayet şunu itiraf edeyim; 1976 yılındaki bir anayasa 100. yıl seminerinde tanıştığımız hocayla da o günden sonra çok yakın bir irtibat içine girdik. Tarık Hoca beni çok cesaretlendirdi.

Tarık Hoca

Yazının Devamını Oku

Henry Kissinger

11 Haziran 2023
Dışişleri Bakanı olarak yemin ettiği andan itibaren Washington diplomasisini etkilediği Alman aksanlı müthiş İngilizcesi, derin bilgisi ve gayet kurnaz yöntemleriyle maiyyetini koşturma, kısa zamanda da Dışişleri personelinin niteliğini yükseltmesi Henry Kissinger’ın eseridir. Türk diplomatlar ile çatışmadan, hem kendisinin hem de onların sinirlerini bozmadan en zor zamanlardaki ilişkileri yürütmesini bildi. 100 yaşındaki biriyle ABD ve Avrupa kulvarında koşacak adam hâlâ yok.

Zamanımızda diplomasi dediğimizde önce Henry Kissinger’ı hatırlamak gerekiyor. Zira Birinci Dünya Savaşı’ndan önce ismi geçen bütün diplomatlar savaşı önleyemediler. Bazılarının gülünç derecede planları, stratejileri oldu. Bu durum sonraki arşiv kayıtları ve nakillerle ortaya çıktı. İki büyük savaş arası Avrupa’da da barışı sadece sınırları içinde değil komşu bölgelerde de korumak için gayret eden Kemalist Türkiye ve bir ölçekte Eleftherios Venizelos’un dışında akıllıca hareket eden dış politika ustası yoktur.

AVRUPA SAVAŞI ÖNLEYEMEDİ

Bir dönemi değerlendirirken esas unsur; büyük devletlerin örgüt ve iktidarı, büyük diplomatların ortaya koydukları esaslar ve başarılı yöntemleridir. Bu anlamda iki büyük savaş arası Avrupa’nın savaşı önleyemedikleri, demokrasilerden bahsettikleri halde NAZİ’lere karşı başarılı bir direniş ve önleme gösteremedikleri görülür. Maalesef Sovyetler Birliği’nin NAZİ’lerle olan işbirliği de savaşa hazırlıklı olmama dolayısıyla bir oyalama söylemi dışında genişleme politikasını yürütmek için başvurulan bir antlaşma (Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Paktı; 23 Ağustos 1939) oldu. Bu, Sovyetler Birliği’ne Alman saldırısına karşı önemli bir zaman kazandıramadığı gibi ülkenin dışındaki sol hareketlerde de yer yer sukutuhayal ve parçalanma yaratmaya neden oldu.

Her halükârda İkinci Dünya Savaşı’nın çıkardığı ünlü politikacı Winston Churchill’dir. Diplomatlar ve devlet adamları yetiştiren bir soy -ki onun soyunda da bir dük Marlborough vardır- başarısının ardında imparatorluk geleneğini ve tebaaya yayılmış bir ulusal onur duygusunun rol oynadığını gösteriyor. Uzun Soğuk Savaş yılları boyunca NATO müttefiki ülkelerde daha bağımsız bir politika güden de Gaulle Fransası’nda ve Sovyetler Birliği’nde çıkan tecrübeli politikacıların dahi büyük gücün temsilcisi olmanın ötesinde, içlerinde stratejileri başarıyla değiştirenin, kuvveti yönlendirme yolunda öncülük yapanın varlığını görmek zor. Mamafih, Kennedy-Kruşçev etrafındaki Küba krizinde Sovyetlerin bu sistemi yara aldı ve ardından Kennedy’yi yiyen ABD iç sistemi de bu kendi başarılı politikalarını götüremedi.

Belki de şartların olgunlaşması ve ABD’nin artık eski pozisyonunu devam ettirememesi dolayısıyla Henry Kissinger ortaya çıktı. 1975 yılında Güney Vietnam pes etti, Amerika’nın Hindiçin politikası askeri anlamda geçerliliğini kaybetti. Fakat bundan birkaç yıl önce artık durumun nasıl gelişeceği belli oluyordu.

NIXON’LA YILDIZI PARLADI

Kissinger, 1960’daki başkanlık seçimlerini kaybeden Richard Nixon’ın 1968’ten itibaren etrafında topladığı takımdaki Harvard’ın genç profesörlerinden biriydi ve yıldızı da bundan sonra parladı.

Yazının Devamını Oku

Cumhurbaşkanlığı seçimleri

4 Haziran 2023
Geleceğin Türkiye’si bugünkü strüktürünü değiştirmek zorundadır. Denenmiş liderleri deneme ve sürekli öne sürme dönemi bitmelidir. Toplumun dikkat edeceği ikinci bir husus; anket şirketlerinin tavrıdır. Bizdeki sapmaların rekor teşkil ettiği açık. Dışarıdaki Türk vatandaşlarının seçimlere katılma sorununu tekrar ele almamız lazım. Buradaki seçmenin yaşadıklarını ve gördüklerini yaşamıyorlar ve de görmeye niyetleri yok. Diğer mesele de Suriyeli göçmenlerin verecekleri rey...

Sayın Erdoğan’ın 30 yıldır girdiği her seçimi kazandığı ve yandaş basında bu gerçeğin bilhassa vurgulandığı malumdur. Bu vurgulamada yanlış da yoktur. Recep Tayyip Erdoğan’ın kendi partisinde gençlik kollarından başlayan yükselmesi, 1980’deki ara verme, nihayet İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (Mart 1994) bu yükselmenin ilk parlak safhasıdır. Erdoğan’ın bu dönemde büyükşehir seçimini kazanması, varoşlardaki partililerinin halkı örgütlemesi kadar Cumhuriyet Halk Partisi çevrelerindeki lider olacak insanlara yol vermeme politikasıyla da ilgilidir.

1997 yılında askere hitaben yazılmış Ziya Gökalp’ın şiirini okuması, Erdoğan’ın Pınarhisar Cezaevi’ndeki dört aylık mahkûmiyetini çekmesiyle sonuçlandı. Bu mahkûmiyet Türkiye toplumunda sadece kendi taraftarları değil, o görüşte olmayan insanlar tarafında da tasvip edilmedi. Bunu herkes hatırlamalı. Nihayet ardından Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu. 2003 yılında Cumhuriyet Halk Partililerin de katıldığı bir koalisyonla, TBMM affıyla siyasi hayata döndü ve 9 Mart 2003’ten itibaren Türkiye’nin uzun yıllar başbakanlığını ve ardından cumhurbaşkanlığını yaptı. Bütün bu süre içinde CHP’nin çıkardığı temsilciler dahil aldığı rey yüzde 2.5 farkı geçmemiş. Hiçbir toplumda, siyasi rekabette bu kadar matematik asla istikrar görünmez. Bu doğrudan doğruya adayların, partilerin bağlılığın ötesinde geniş kitleleri etkileyecek yapıda olmamasıyla ilgilidir.

MUHALEFETİN LİDER SORUNU

Besbelli ki Türkiye’de muhalefet, lider adayında ön şart olan karizmatik; yani doğuştan öncü karakteri tespit edemiyor. Türkiye demokrasisinin bu yönü gittikçe de zayıflıyor. Bugün Türkiye, liderlerini tespit etmekte 1950, 1960 ve 1970’lerin seçmeninden çok daha becerisiz ve atıldır. Bir toplumun gözünün bu kadar kapalı olmasının nedeni siyasi partilerin hayata intibak edemeyişi, kadrolarını yetiştirmeyişi ve kitleleriyle bağdaşamamasıdır. Türkiye inatçı iki kampa bölündü. Buna sınıf savaşı değil kültürel savaş deniyor. Her iki kampın içinde de içtimaî, ekonomik ve eğitim durumu farklı kitleler var. Türkiye çok ilginç denebilecek bir yapısal aksaklığa sahip. Hiçbir ülkede yurttaş kitlesinin bir yarısı öbür yarısına bu kadar uzak görüşe sahip değildir. Bize benzer yapıda olan İsrail’de de solcular vardır, dini kuralları ikinci plana atan Siyonistler vardır ve tabii ki keskin Ortodoks cemaatler halinde yaşayan gruplar vardır ama orada dahi çatışmanın bu kadar kesin ve ikiye bölünmüş halde devam ettiği söylenemez.

Türkiye seçim olayını 19. yüzyılda Tanzimat Devri’nden beri tanıyor. Birtakım mahalli kurulların üyeleri açık seçimle tespit edilirdi. İkinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemi tek partili veya serbest seçimle geçti. 1946’dan beri çok partili sandık demokrasisini tanıyoruz; yani bugün artık çok küçük bir azınlığın dışında Türk insanı başka bir seçim düzeni hatırlamıyor. Bunun üzerinde ısrarla duralım. Bu çok az ülkeye mahsus bir lükstür. Bu tarihi lüks mirası kullanamamak şüphesiz ki problem yaratır. Onun için her şeyden mühim olan ne ekonomidir ne iktisadi düzendir, seçim güvenliğidir.

1980’lerden beri Türkiye köylüsü sübvansiyona alıştırıldı.

Yazının Devamını Oku

Azerbaycan

28 Mayıs 2023
Azerbaycan’ın, Akdeniz’in bitki örtüsü ve tarımına sahip bir bölgesi olduğu herkesin malumu. Gelecekte bu bölgede Türkiye ve Azerbaycan işbirliği Kafkasya’daki milletlerin dengeli yaşamı ve varlığı için de hayırlı olabilir. Bütün mesele Arap Ortadoğu’sunun tersine İran, Türkiye ve Kafkasya arasında daha akıllı bir politik işbirliğin, en azından karşılıklı anlayışın var olmasıdır. Dış politikalarda bu tatbik edildiği gün, bu bölgenin Avrupa Birliği yanında ve dışında daha açık bir istikbalinin olacağına hiç şüphe yoktur.

Yüzölçümü itibarıyla Türkiye’nin 1/4’i kadardır (192 bin 752 km2). Bugünün Azerbaycan’ı, İran Şahlığı’nın tam idaresinde değildi ama nüfuzu altındaki hanlıklardan oluşurdu. 1828 ve 1829 yılları Osmanlı İmparatorluğu ve İran için bir felakettir. Azerbaycan bölgesinin en bereketli kısmı Türkmençay Antlaşması ile Rusya’ya verildi, diğer kısım ise İran’da kaldı. Şurası bir gerçektir; İran’da kalan Azerbaycan’ın siyasi, toplumsal ve kültürel hayatı üzerine bu tip bir bölünmenin olumsuz sonuçları olduğunu söylemek abartma olur. Çünkü kendilerini eski isim Türk ve Türkmen olarak adlandıran bu takımın İran’ın siyasi idaresindeki, bilhassa ordusundaki, iktisadi hayatındaki rolü her zaman başat olmuştur.

FARS KÜLTÜRÜNÜ SEVEREK BENİMSEDİLER

Fars kültürü zorunlu bir kabul ettirmeden çok 11. miladi asırdan beri; yani Gazneli ve Selçuklu devrinden beri Türk unsurun okumuşları tarafından sevecenlikle benimsenmiştir. Azerbaycan ve Horasan’ın Türk ahalisi içerisinde İran’ın meşhur şairleri, edipleri, yazarları vardır. Rusya Azerbaycan’ı ise bazı iddiaların aksine Batı medeniyetine Rusya sayesinde girmekten evvel tıpkı güney kısmı gibi Avrupa ve bilhassa İtalya ile temas halinde olduğundan Batı kültürüne Rusya İmparatorluğu’nun Rusya halklarından evvel nüfuz eden ve bunu devam ettiren kesim olmuştu.

19. asrın Azerbaycan edebiyatı, düşünürleri, sanatçıları içinde öncü durumda olanlar yüksek sayıdadır. Bakülü bir entelektüelin Farsça ve Rusça yanında Fransızca veya Almanca bilmesi nadir rastlanan bir olgu değildi. Musiki zevklerinde bir çifte yön vardı. Tebriz ve Bakü arasında bu kültürel rekabet ve iletişim hep devam etmişti. Sovyet iktidarı kurulmadan evvel Azerbaycan Müstakil Cumhuriyeti’nin harf devriminden başlayarak birtakım konularda öncü olduğu gerçektir. Kısa süren bu dönem Sovyet iktidarıyla bitti.


Yazının Devamını Oku

Balkanlar’ın renkli ülkesi Bulgaristan

21 Mayıs 2023
Bana göre Bulgaristan, Balkanlar’ın en renkli ve kişilikli yöresidir. Halkı her zaman olduğu gibi çalışkandır. Balkanlarla ilişkimiz Kemalist politikayla belirlidir. Bu ülkelerin bağımsızlığına büyük saygı duyuyoruz, dış politikada da onlarla birlikte olmak istiyoruz.

Geçtiğimiz pazartesi günü karayoluyla büyükelçiliğimizin daveti üzerine Sofya’ya gittim. Bulgaristan’a karayoluyla gitmek kısa da sürse havayolundan daha da ilginç. O tarafa gidenlere bunu tavsiye ediyorum. Osmanlı İmparatorluğu’nun en bereketli ülkesiydi, bugün de Balkanların en güzel ülkesi. Özellikle Filibe ve Gabrovo’nun programa alınmasını tavsiye ederim.



Büyükelçimiz Sayın Aylin Sekizkök beni Avrupa Birliği ile yapılan “Balkan Forumu” için konuşmacı olarak davet etti. Bulgar Parlamentosu’nun (Narodno Sabranie) Türk milletvekillerinden İlhan Küçük etkinliği düzenleyenler arasındaydı. Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ahmed Ahmedov, Başmüftü Mustafa Hacı ve akademisyenler ile Türk işadamlarının iştirak ettiği verimli bir etkinlikti. İlhan Küçük Liberal Parti’de olduğu için Avrupa Parlamentosu’ndaki liberal grubun da başkanıdır. Bu gibi görevler iftihar edilecek şeyler. Türkiye’ye ruhen bağlı bir azınlık ki buna azınlık demekten çok halk grubu demek lazım, sayıları aşağı yukarı 1 milyondur, memleketlerine hizmet ve onu temsil yanında Türkiye’yi de seviyorlar. Saat 12’deki Türkiye oturumunda Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Burak Akçapar, Büyükelçi Selim Yenel Bey, Büyükelçi Aylin Sekizkök Hanım ve bendeniz bir konuşma yaptık.

Yazının Devamını Oku

Karadeniz

14 Mayıs 2023
Karadeniz uç bölgesi bizim için hayatidir. İnsanların buradan göç etmemeleri gerekiyor. Oysa göç gerilemiş, zayıflamış fakat tamamıyla durmuş değil. Çetin coğrafyada gelişmeyi sağlamak hiç de kolay bir iş değil. O bakımdan insan, siyasi partilerin günlük programlarının mekanizması dışında partilerin üzerinde uzlaşma sağladığı milli bir kalkınma ve gelişme programının ne kadar önemli olduğunu anlıyor.

Geçen hafta Rize ve Yusufeli’nde bir gezideydik. Pazar Milli Eğitim Müdürlüğü’nün davetiyle MEF Üniversitesi Rektör Yardımcısı, Roma Hukukçusu Prof. Dr. Havva Karagöz ile birlikte konuşma yaptık. Rize’deki gençlik de artık eğitimin sorunları, yönlendirilmesi konusunda yakın bir ilgi içinde. Şunu belirtmek gerekir; seçimi kim kazanırsa kazansın ciddi bir program ve faaliyete girmediği takdirde gençlerin hayal kırıklığı ölçemeyeceğimiz sonuçlar doğuracak. Kalabalık sayıdaki üniversitelerin tasfiyesi, tabii bu tasfiyenin bir plan ve gerçek ihtiyacın tespiti doğrultusunda yapılması gerekir.

REFORM YAPILMALIDIR

1933’ten bugüne kadarki üniversite reformları köksüzdür ancak 1933 Reformu istisnadır. Çünkü o, üniversiteyi kurmak ve bilimsel düzeni yerleştirmek için yapıldı. Tek parti döneminin kendine göre direktiflerine bağlı kalması ama büyük ölçüde de dış dünyanın değişmesi ve Türkiye’ye bir akademik akımın olmasıyla başka kadrolar oluştu. Bu akademik akım sadece Hitler Almanyası’ndan ve Avusturyası’ndan değil, Rusya’nın parçalanmasından ileri geldi. Kazan, Başkırdistan, Azerbaycan gibi Çar döneminde nispeten gelişme gösteren bölgelerin genç âlimleri Türk akademilerine girdiler. Türkiye 1920’li yıllardan beri sistematik bir dış burs programı uygulamıştı. Bunların hepsinin yardımı olmuştur. Mevcut olan değişme tek yönlü değildi.



Nuran Yıldırım

Yazının Devamını Oku