Fuat Bol

Deprem gerçeği

26 Şubat 2024
Japonya da tıpkı Türkiye gibi bir deprem ülkesi lakin oradaki depremlerin etkileri bizdeki gibi ölümcül ve yıkıcı olmuyor.

Sebebi ise gayet açıktır; depremlere dayanıklı binalar yapmışlar ve yaptıkları binaları bizdeki gibi çürük zeminlere, alüvyonlu arazilere ve dere yataklarına yapmıyorlar.

Yani depremlere hazırlıklılar ve üstelik bununla da yetinmeyip deprem sonrasında olabilecekleri de düşünerek gerekli planları yapıp önlem almaktalar.

Diğer bir deyişle Japonlar depremi hayatın bir gerçeği olarak kabul etmişler; küçük yaştan itibaren okullarında bunun eğitimini (nazari ve tatbiki) verip halkı bilinçlendirmektedirler.

Bundan dolayıdır ki, Japonya’daki depremlere karşın halkın verdiği tepkileri televizyonlarda izlerken hayretler içinde kalıyoruz. Büyük bir disiplin ve sükûnet içinde, kargaşaya ve izdihama meydan vermeden ya oldukları yerde güvenli bir yere sığınıyor ya da bulundukları binaları, sukünetle terk ediyorlar.

Anaokulu çocukları bile biri diğerinin önüne geçmeden, öğretmenlerinin nezaretinde, en ufak bir paniğe kapılmadan hareket ediyor ve bulundukları yerden çıkıyorlar.

Japonlar, depremden sonra oluşacak tsunamilerin bile önlemini almış ve gerekli yükseklikteki perde betonlarla sahilleri çevrelemiş bulunmaktadırlar.

Sonuç itibariyle; Japonlar depremle yaşamayı öğrenmiş ve en şiddetli depremlerden bile en az hasarla (ölüm ve yaralanma) kurtulmayı başarmışlardır. Nokta.

Japonlar bütün bunları aklın ve bilimin ışığında gerçekleştirdiler.

Yazının Devamını Oku

Nizam-ı âlem

24 Şubat 2024
Dünyanın idaresi, diğer bir deyişle halkların yönetiminde ipin ucu emperyalistlerin elinde olduğundan, nizam ve intizamdan bahsetmek mümkün değildir.

Zira hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin (güçlüler) hukuku caridir. Bu da yine halkın ifadesiyle altta kalanın canı çıksın demektir.

Böyle bir dünyada hangi nizamdan, hangi insan hakkından ve hangi adaletten bahsedilebilir?

Evvelemirde emperyalistlerin niyetleri bozuktur, onların aleme nizam vermek diye bir dertleri yoktur ve olamaz. Onların tek amacı vardır; o da kan emerek sömürmek olup, onun icabına bakmak ve onun zeminini hazırlamaktır.

Bu aşağılık ve iğrenç anlayışın icabı ise ‘böl-yönet’ taktiğidir. Yani kontrollü kaostur.

Dikkat edin; geçen asrın başlarında bizim coğrafyamızı paramparça ettiklerinde bir şeye özellikle özen gösterdiler. İrili-ufaklı parçalara böldükleri devletçiklerin sınırlarını belirlerken adeta cetvel kullandılar. Her bir çizginin yanı başında bir veya birkaç çıban başı bıraktılar.

Zamanı geldikçe bu çıbanları patlatır ve gerekli tedaviye (!) yine kendileri koyulurlar!

Emperyalistlerin tedavi metotları ise bu ülkelerde erken kalkanın ihtilal yapması, bizim gibi ülkelerde de her on yılda bir askeri darbeyle yönetimin hizaya sokulması şeklinde olmuştur.

Türk’ün sahneden çekilmesinden sonra meydanın kendilerine kaldığını gören emperyalistler, sınırlarını cetvelle çizdikleri ve yönetimlerini kendilerinin kurguladığı ülkelerle kedinin fareyle oynaması gibi oynadılar ve oynamaya devam ediyorlar.

Yazının Devamını Oku

Ankara Ankara olalı…

21 Şubat 2024
ATALARIMIZ, “Yiğidi öldür ama hakkını yeme” diye boşuna dememişler.

Ankara’nın uzun yıllar Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı yapan ve görevi esnasında Ankara’yı Ankara yapan Sayın Melih Gökçek’in hizmetleri ve eserleri inkâr edilemez.

Gökçek’ten önceki ve sonraki Ankara’yı bilen birisi olarak söylüyorum ki, Melih Gökçek’ten önceki Ankara kelimenin tam anlamıyla gecekondular şehriydi. Evlere şenlik, köhne bir havalimanı (Esenboğa) vardı.

Türkiye’ye resmi ziyarette bulunan yabancı devlet başkan veya üst düzey yetkilileri, etrafı tavuk çiftlikleriyle çevrili bu virane havalimanında uçaklarından iner; kesif bir tavuk pisliği kokusu eşliğinde kendilerini karşılayanların araçlarına biner ve şehrin merkezine doğru hareket ederlerdi.

Havalimanından şehrin merkezine yapılacak seyahat bir saate yakın sürerdi. Gidilen tek şeritli yolun her iki tarafı (dağ-taş) gecekondularla doluydu.

Görülen bu manzara karşısında, gelen yabancıların ülkemiz hakkındaki ilk intibaları Türkiye’yi, Afrika’daki bir kabile devletiyle eşit düzeyde görmeleriydi.

Başkent dediğimiz Ankara şehri, Çankaya-Ulus istikametindeki bölgede, yolun iki tarafına dizili orta halli binalardan ibaretti. Hemen arkalarındaki sokaklardan başlayarak; Ankara’nın hangi yönüne giderseniz gidin göreceğiniz tek şey yıkık dökük binlerce, on binlerce gecekondudan başkası değildi.
Yine Çankaya-Ulus- Sıhhıye istikametinde serpiştirilmiş kamu binaları (TBMM, Bakanlıklar, Üniversiteler, Genelkurmay Başkanlığı ve Kuvvet Komutanlıkları binaları) Ankara’yı başkent yapmaya yeter zannediliyordu.

Yazının Devamını Oku

İnsanlık ve Ortadoğu

19 Şubat 2024
Kutsal metinlerden öğrendiğimize göre; ilk insan Hz. Âdem Aleyhisselam eşi Havva annemizle birlikte cennetten çıkarılınca, kendisi Serendip (Sri Lanka) Adası’na, eşi ise Mekke’ye indirildi.

Pişman olan ve yıllar boyu gözyaşı döküp tövbesi kabul edilen Hz. Âdem Aleyhisselam neden sonra (bir rivayet 300 yıl) eşi Havva annemizle Arafat’ta buluştu. Ve insanlık o mukaddes vadide çoğalmaya başladı.

İlk insanın maya tuttuğu bu kutsal vadide başlayan insanlık tarihi günümüze kadar geldi.

Zamanla çoğalan insanoğlu dünyanın dört bir yanına yayıldı ve ilk nüveyi (çekirdek-öz) teşkil eden Ortadoğu hemen her bakımdan önemini korudu.

Kutsal kitaplara ve özellikle Kuran’ı Kerim’deki kıssalara dikkat edilirse, ibretlik hikâyelerin hep Ortadoğu coğrafyasından verildiği görülür. Halbuki yine Kuran’ı Kerim’in ifadesiyle ‘Her ümmete (millet) peygamber gönderilmiştir’.
Yani dünyanın her yanındaki insan topluluklarına peygamberler gönderilmiş ve onlar da ilahi mesajla mükellef kılınmıştır.

Yine Kuran’ı Kerim’den öğrendiğimize göre; ‘İnsan muhtaç yaratılmıştır’. Ve ‘Zenginlik insanı azdırır’. Evet zenginleşip dünyanın heva ve hevesine kapılan ve Allah’ı ve O’nun mesajını unutan insan sapıtır ve hatta sapkınlaşır, azgınlaşır. Tarih boyunca olageldiği üzere...

Bu durumun tipik örnekleri Ortadoğu coğrafyasında meydana geldiğinden Cenabıhak da örnek kıssaları bu bölgeye gönderdiği peygamberlerin ve onların ümmetlerinin hallerinden vermektedir.

İnsanoğlunun yaratılışındaki iyilik ve kötülük gelgitlerini ziyadesiyle yansıtan topluluklardan biri de Yahudi kavmidir. Allahütealâ kendilerini tarih boyunca birkaç kez yüceltti, lakin onlar bunun kıymetini bilmedi ve sonuçta da aşağıların aşağısına indirdi.

Yazının Devamını Oku

Nankör

17 Şubat 2024
Eskişehir ilimizin CHP’li ve üstelik Prof. payesi olan, gedikli bir belediye başkanı var.

Kendisi yaşını başını almış (86); piri fani olmasına rağmen, hırsına yenilmiş ve aday olmak istemiş lakin partisi, kendisine kırmızı kart göstererek onu oyunun dışına itmiştir.

O da tıpkı İstanbul Belediye Başkanı gibi reklam ve propaganda ile şişirilmiş ve bu şekilde oluşturulan algılarla milletin gözünde büyütülmüştü. Oysa gerçek tam tersidir; Eskişehir’e gidenler en merkezi yerdeki Odunpazarı semtinin, ana cadde arkasındaki yerleşim yerlerinin viraneyi andırdığını görmüşlerdir.

Makyaja dayalı CHP belediyeciliği, ana caddeleri süsleyip göz boyuyor lakin hemen arkasındaki yapılaşma kelimenin tam anlamıyla sefaleti anlatıyor.

Melih Gökçek’ten önceki Ankara da öyleydi; ana caddelerin hemen arkasındaki daracık sokaklar ve her bir yana kümes gibi serpiştirilmiş binlerce gecekondulardan ibaretti koca başkent.

İşte Eskişehir ilinin aslını inkâr eden (kim bilir, belki de etmiyordur!) bu belediye başkanı, partisinin düzenlediği bir toplantıya katıldı ve gerçek kimliğini ve rengini belli ederek içindeki ufuneti kustu!

Koca Osmanlıyı sözde küçümseyerek, boyundan da yaşından da öylesine iğrenç laflar etti ki, böylece ecdadımızın altın yaldızlı boy aynasında, kendinin o pespaye halini olanca çıplaklığıyla faş etmiş oldu.

Şu sefil mantığa bakar mısınız? Koca Osmanlı İmparatorluğu’nun başındaki sultanlar ve onların çocukları (şehzadeler) Avrupa’ya doğru ne zaman sefere (savaş) çıkarlarmış biliyor musunuz?

Bizim gibi kimsenin bilmediğini, Prof. payeli bu belediye başkanı biliyormuş. Bakın nasıl?

Yazının Devamını Oku

Maskeli yüzler

14 Şubat 2024
Batı, ürettiği yakıcı, yıkıcı ve topyekûn imha edici silahlarla Doğu’ya galip geldi ve dünyanın büyük bir kısmına hâkim oldu.

Kan, gözyaşı ve zulüm üzerine kurulu Batı hegemonyasının tek amacı vardı, o da ne pahasına olursa olsun, güçsüzleri, ezerek sömürmekti.

Bu zehri insanlığa sunarken, tatlıyla kaplamaları gerekti. Bunun için de iki yol seçtiler. Birincisi, sömürecekleri ülkelerin başına (yönetici kadrolar) kendileri tabi olan ‘uşak’ yaratılışlı tipleri bulup (yetiştirip- devşirip, satın alıp vb.) geçirmekti.

Ve tüm bu ülkeleri, adeta atadıkları ‘genel valileriyle’ idare edeceklerdi. Tüm bu ülkelerin halkları, atanan valilerin elinde tutsak olacak, mahut valiler de kendilerinin tutsağı olarak, ülkelerini, ağa-babalarının emir ve direktifleri doğrultusunda yöneteceklerdi.

İkincisi ise bütün bu gayri insani, gayri ahlaki ve gayri medeni davranışları kamufle edebilmek için de reklam- algı ve propagandaya ağırlık verilecek ve bu cümleden olarak; kitle iletişim araçları (medya, sinema, internet vb.) bütünüyle ele geçirilecekti.

Bu şekilde; biri gerçek diğeri sahte ve yalan olan iki dünya oluşturulacaktı. Gerçek dünyada vahşet ve sömürü olabildiğince yaşanacak lakin tüm insanlığa, bu durum, hürriyet, medeniyet, insan hakları, hukukun üstünlüğü gibi yaldızlı laflarla süslenip anlatılacaktı.

İki asra yakın bir zamandır tüm insanlığın beyni, bu yalan propagandalarla yıkanmakta ve gelinen noktada, sergilenen vahşet tüm çıplaklığıyla meydana çıkmasına rağmen, zulüm düzeninin zorbaları hala taraftar bulabilmektedir.

Nasıl oluyor derseniz, bunun da sebebi çok açıktır.

Tutsak aldıkları yöneticilerin etrafında oluşan ‘kemik yalayıcılar taifesi’, iktidarın nimetlerini semirmenin rahatlığı ve sorumsuzluğuyla ve kapıldıkları propagandayla, reklam ve algılarla adeta ‘zombi’leşmişlerdir.

Yazının Devamını Oku

Nasıl bir belediye başkanı arıyoruz

12 Şubat 2024
İSTANBUL başta olmak üzere tüm büyükşehirlerimizin ne hale getirildiğini görüyoruz.

Ülke olarak deprem kuşağında yaşamakta olduğumuz ortada olan bir gerçek. Bundan da yakıcı gerçek ise binalarımızı depreme karşı dayanıklı yapmadığımız ve önümüzdeki bir büyük depremi de korkuyla beklediğimizdir.

Uzağa gitmeye gerek yok, daha dün 11 vilayetimizde meydana gelen ve 50 bin insanımızın ölümüyle sonuçlanan iki büyük depremi üst üste yaşadık.

Ölenlerin geri gelmesi mümkün değil, Hazine’nin varını yoğunu harcayarak yıkılmış olan şehirlerimizi ayağa kaldırmak için çırpınıyoruz.

Her zaman tespit ettiğimiz bir gerçeği bir kez daha gördük; deprem değil depreme dayanıksız binalar öldürüyor. Nitekim mevzuata aykırı yapılan binaların dizildiği sokaklar yerle yeksan olurken, TOKİ’nin depreme dayanıklı yaptığı binalar dipdiri ayakta duruyor.

Peki onca çürük binaların yapımından kim sorumludur? Başta zemini balçık olan yerleri imara açan belediye başkanları, belediye imar komisyon üyeleri ve belediye encümenleridir.

Bunun yanında doyumsuz mal sahipleri ile aç gözlü müteahhitlerdir.

Malum merkezi idare ‘kentsel dönüşüm’ diye adeta yırtınıyor. Özellikle Hatay ilimiz başta olmak üzere depremde yıkılan şehirlerimizin birçok noktasında, kentsel dönüşüm kararı alındı.

Aynı şekilde İstanbul’da da birçok ilçe belediyesi kentsel dönüşüm için geliştirilen projeleri uygulamaya başladı. CHP’li büyükşehir belediye başkanları ve onların kışkırttığı bir kısım insanımız kentsel dönüşüme karşı çıktı.

Yazının Devamını Oku

Siyaset ve dava

10 Şubat 2024
HEMEN her siyasetçi dava insanı olduğunu ve bu uğurda siyaset yaptığını söyler ama gerçekler hiç de söyledikleri gibi değildir.

Davalarının insanı siyasetçiler yok mu? Elbette var lakin bunların sayıları sanıldığından çok ama çok azdır. Sayıları çok az olan bu dava insanı siyasetçiler hem davalarında ve hem de bulundukları kurum ve kuruluşlarda (siyasi partilerde) lokomotif görevi görürler.

Güttükleri davaları da bulundukları kurum-kuruluş ve siyasi partiler de bu denli idealist dava insanlarının omuzlarında yükselir.

Diğer kahir ekseriyetinin davası ise, nefsidir, nefsinin arzularıdır, makamdır, şöhrettir, paradır vb. Öyle ki, o varsa, davası ve partisi vardır, kendisi yoksa, dava da parti de yoktur. Bu durumu, yakın çevrenizdeki siyasetçilerde pekâlâ görebilirsiniz.

Şimdi sorarım size; davası ‘Millî Görüş’ olanların, AK Parti’nin dışındaki partilerde ne işleri vardır? Erbakan’ın dillendirip yapamadıklarını, Erdoğan ve AK Parti gerçekleştirmedi mi? Şu hâlde; davası ‘Millî Görüş’ olanın, Erdoğan ve AK Parti’ye karşı çıkmaları, daha açık ifadesiyle karşı tarafın değirmenine su taşıyıp, AK Parti’ye kaybettirmek için çırpınmaları hangi dava insanlığına sığar?

Hangi ahlaka ve hangi erdeme sığar?

Hatırlayın; İstanbul’da AK Parti adayı Binali Yıldırım çok az bir oyla kaybettiğinde, Saadet Partili bir yetkili televizyonlara çıkıp ‘Biz kaybettirdik’ diye övünmemişler miydi?

Dikkat buyurun; kendileri kazandığı için övünmüyor, AK Partiliye kaybettirip, CHP’liye kazandırdığı için sevinç çığlıkları atıyor! Bu hal Milli Görüş hali ise, gayr-ı milli hal hangisidir?

İstanbul’da bulunduğum ilçedeki olaya bakın; kişi, vaktiyle bu ilçeden AK Partili olarak belediye başkanı seçilmiş. Döneminin sonuna doğru bir sürü şaibeli soruşturmalar geçirmiş ve uzun süre tutuklu kalmış. Sonra çıkmış ve iş hayatına atılmış.

Yazının Devamını Oku