Yücel Sönmez

Suyun hayat verdiği Hasankeyf’i suyla boğmadan görmeli...

30 Ekim 2017
Burası Dicle Nehri’nin ve insanlığın binlerce yılda ilmek ilmek işlediği, yaşı insanlığın yaşına denek, doğu ve batı uygarlıklarının doğum yeri… Burası ilk köylerin, şehirlerin kurulduğu arpanın, buğdayın, nohutun keşfedilip ekildiği yukarı Mezopotamya’nın kalbi. Hasankeyf… Burası, kültürle doğanın iç içe geçtiği, insanlık tarihinin suyla ve insan emeğiyle taşlara yazıldığı ve bu nedenle UNESCO’nun Dünya Mirası kriterlerinin 10’da dokuzunu karşılayabilen yeryüzündeki tek yer. Bu eşsiz mirasın yok olmasına neden olacak Ilısu barajının yapımı hızla sürüyor. Tarihi eserler taşınmaya başladı. Sular yükselmeden ve Hasankeyf yok olmadan görün.

Hasankeyf’e ilk gidişimdi. Sarı taşlardan evin bahçe duvarına oturmuş bir yandan gün batımında kızaran Dicle’nin sularını bir yandan da hemen aşağıda oyun oynayan çocukları izliyordum. Oynadıkları oyunun adı ‘Taş Üstünde’ idi. Basit, sade ve keyifli, çocuk aklının ürünü bir oyundu. Ortada bir ‘ebe’, geri kalanlar ise bir taşın üzerinde duran oyuncular vardı.Taşın üzerinde durmak dokunulmazlık sağlıyordu. Ebe onlara dokunamıyordu. Taşların üzerindeki çocuklar ise ebeye yakalanmadan sık sık birbiri ile yer değiştiriyordu. Çocukların oyunda da olsa kendilerini güvende hissettikleri tek yer taşların üzeriydi.



Başımı kaldırıp solumda ‘Dicle Nehri’nin hemen sularının kenarından yükselen ve ‘Yüzüklerin Efendisi’ filminde bilgisayarlar kullanarak yaratılan etkileyici görüntüleri akıllara getirin devasa kaya duvarının üzerindeki kaleye bakıp “Binlerce yıldır buradaki en önemli gerçek insanların kendini taş üstünde güvende hissediyor olması sanırım” diye geçirmiştim. Her şey taştı, taş her şeydi burada. Evler taşlara oyulmuş, kale kaya duvarının üzerine kurulmuş, bütün tarihi yapılar taşla inşa edilmişti.


Burası yukarı Mezopotamya’nın kalbiydi ve insanlığın tarihi burada taşa yazılmış, taşla yazılmıştı. Ve sadece insan tarafından değil, 2 milyon yıldır burada özgürce akan ve sularından medeniyet doğuran Dicle Nehri ile ortak yapılmıştı bu tarih yazıcılığı. Onun toprağı taşımasıyla kayalar ortaya çıkmış, insan da o kayalara tarihi yazmıştı.


Yazının Devamını Oku

Ayrılması zor bir sevgili: Lizbon

5 Haziran 2017
Lizbon âşık olunacak kadar kendini sevdiren, tarihi dokusu korunan, lezzetli, diğer Avrupa başkentlerine nazaran oldukça ucuz, neşeli ve romantik bir kent. İçinden Boğaz genişliğinde bir nehir geçen ve yine İstanbul gibi 7 tepe üzerine kurulu şehir ruhunu Pessoa’dan, Saramago’dan ve daha nice şair ve yazardan alıyor ve bunu cömertçe ve gururla gelenlere sunuyor.

Portekiz’in Nazım’ı Başkent Lizbon doğumlu Fernando Pessoa şöyle yazmış:
“Yaşamak, bir başkası olmaktır. Ve insan bugün, dün hissettiği gibi hissediyorsa, hissetmek olanaksızdır. Dün hissedileni bugün de hissetmek, hissetmek değil, dün hissedilmiş olanı bugün de anımsamaktır yalnızca. Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi olmaktır.”
Bugünlerde yolunuzu ‘Portekiz’in yedi tepeli şehri’ Lizbon’a düşürün. Kentin Karo mozaikle döşenmiş sokaklarını adımlayın.

O adımlar sizi illa ki bir meydana çıkaracak. Kim bilir belki yol sizi Cafe Brasileira’nın önündeki kaldırımda, bir masaya oturmuş kahvesini içen Pessoa heykelinin karşısına çıkarır. Oturun karşısına ve kahvenizden bir yudum aldıktan sonra gözlerinizi kapatın. Kulağınıza sokak müzisyenlerin yaptığı müzik, insanların kahkahaları çalınacak. Gözünüzü açtığınızda ise birbirine sarılan âşıkları, mutlu yüzleri göreceksiniz. Ve Pessoa’nın dediği gibi: “Artık yok olmuş olan dünkü hayatın canlı cesedi” olmadığınızı fark edeceksiniz. Şehrin enerjisi gam, keder ve tüm gerilimi üzerinizden sıyırıp alacak.

 

Dünün dünde kaldığını ve artık bir başkası olduğunuzu düşüneceksiniz. Oldukça gergin bir ülkeden Lizbon’a gelen ve kentin neşesine, güzelliğine adaptasyonda kısa bir süreliğine olsa da uyum sağlamakta çekingen davranan biri olarak kendinize sürekli “Neden” diye sorduğunuzu fark edeceksiniz.

Yazının Devamını Oku

Bak işte yaklaşıyor Fırtına

3 Mayıs 2017
Cemreler düştü; Anadolu’ya yavaştan bahar geliyor. Çantaları hazırlamanın tam vakti. Bu sene az gidilen yoldan yürüyün, baharı Fırtına’da karşılayın.

Fırtına Vadisi, Doğu Karadeniz Bölgesi’nde henüz HES ve madenlerin girmediği, bu nedenle doğal özelliklerini kaybetmeyen nadir yerler arasında. Bir merdiven gibi kademe kademe yükselen vadi her basamakta bambaşka bir renk cümbüşü ve manzara sunuyor. Baharda Fırtına Vadisi’nin yukarısında yaylalara doğru birkaç metrekarelik bir alanda 15’e yakın farklı çiçeği bir arada görmüşlüğüm var. Siz de baharı farklı kokularla, yeşilin binbir tonuyla karşılamak istiyorsanız burası doğru adreslerden biri. Laciverte çalan gökyüzü, yükseğe çıktığınızda ayaklarınızın altında kalan bulut denizi, türlü çeşit renkte kelebek, şelaleler, başı karlı zirveler ve tam göç zamanı tepenizden geçen kuşların göç yolculuğu da cabası. Bir de önemli not: Martta gitmek müsait, ayrıca en yağışsız ay nisan ama yükseklere baharın biraz daha geç geldiğini aklınızda tutun.

NEREDE KALINIR
- Moyy Mini Hotel: Merkez Mah. İnönü Cad. No: 35, Çamlıhemşin Merkez / Rize Tel: (0464) 651 74 97
- Fırtına Pansiyon: Şenyuva Köyü Çamlıhemşin/Rize Tel: (0464) 653 31 11

NE YENİR
Bölgeye has bitkilerle yapılan yemekler, muhlama, karalahana sarması, telşehriye tatlısı, lazböreği...

Yazının Devamını Oku

Parmak yedirtir, dudak uçuklatır

10 Şubat 2017
Bir hafta sonu Kayseri’de nasıl geçer? Yanıt veriyorum dolu dolu. Elbette ki koskoca bir ilde bundan çok ama çok daha fazlası var fakat ben size bizzat deneyimlediklerim içinden 10’unu sıralayacağım. Yemeğinden, kayağına, tarihinden alışverişine... Hem büyüleyici hem de ‘aşırı derecede’ doyurucu.

BOZKIR GÜZELDİR

Kayseri ve çevresi Türkiye’de bozkırın en güzel hallerine sahip... Kendim de bozkırda doğdum diye demiyorum ama buradaki coğrafya göz alabildiğine ufka bakabilme fırsatı sunduğundan insana huzur ve dinginlik veriyor.

 

Havası kuru ve soğuk. Ama nem olmadığından İstanbul’daki gibi içe işleyen değil deriyi yakan bir soğuk. İnsanı dinç tutuyor. Bu mevsimde kalın giyinmekte fayda var. Ayrıca Kayseri ulaşımı oldukça kolay bir kent... Günde 10’un üzerinde uçak Kayseri’ye iniyor ve en uzun uçuş bir saatten biraz daha fazla sürüyor. Şehir düz, temiz, düzenli ve sakin.

 

ANADOLU YÜCESİ ERCİYES

Zamanın birinde şimdi hangisi olduğunu hatırlamadığım bir kitaptan “Eğer dağlar olmasaydı insanlar yüceliğin ne olduğunu bilmezdi” diye bir cümle kazınmıştı aklıma. Bu sözün yeryüzündeki vücut bulmuş hali Erciyes. Bozkır düzlüğünde yükselen 3 bin 916 metrelik bir dağa baktığınızda insan denen canlının sıradanlığını hatırlıyorsunuz. Bu da bünyedeki kibir, büyüklük, ego gibi birtakım zararlı özellikleri temizliyor. Bozkırın ortasındaki bu dağı her yerden görmek aynı zamanda bakmaya doyamadığınız bir tablo gibi.

Yazının Devamını Oku

İstanbul’un sır dolu gizli yüzü

11 Ocak 2017
İstanbul güzel olduğu kadar aynı zamanda gizemli, tılsımlı bir kent... Ancak ne var ki İstanbul'un gizemini çözmek, tılsımını anlamak o kadar da kolay değil. Yer altında 40 odalı işkence çukurlarından, gizemli dehlizlerine İstanbul'un sırlarının peşine düştük.

Bunun için en iyi yol bir rehber bulmaktı ki neyse ki bir okuyucumuz imdadımıza yetişti. Açık Radyo’da her salı 10:30’da “Ahşaptan Betona, Mecidiyeden Jetona” programını yapan Gedik Üniversitesi Öğretim Üyesi Yar. Doç. Dr. Pınar Erkan’ı adres gösterdi. Biz de “Gizem bizim işimiz” deyip düştük ardına Pınar hocanın.

Buluşma noktamız Balat Afilli Cezve ismindeki kafe. Balat’a giriş için oldukça uygun bir nokta. Hem semtin samimi ve sıcak havasına sokuyor hem de şirinliğiyle huzur veriyor. Bu arada hemen söylemekte fayda var. Eğer bugüne kadar Balat-Fener civarını henüz gezmediyseniz İstanbul’la tam olarak tanışmış, kaynaşmış sayılmazsınız. Eski İstanbul’un yoksul ‘Yahudi Mahallesi’ olan Balat, yaşayan samimi sokakları, ışığı, eskiyi yeniyle, hüznü neşeyle harmanlayan çelişkileriyle İstanbul’un ruhunu en iyi yaşatan ve yansıtan semtlerden. Buraya gitmişken Aya Yorgi Kilisesi’ni, Aziz Stefan Bulgar Kilisesi’ni, Fener Rum Erkek Lisesi’ni görmeden dönmeyin.

Bizim ise Pınar Erkan Hoca’yla buradaki hedefimiz Anemas Zindanları. Bir yandan Balat sokaklarında yürüyoruz bir yandan da Pınar Hoca anlatıyor. Buradan yolumuz ‘Yarımada’ya kadar uzanacak.

Pınar Erkan ve Yücel Sönmez

ANEMAS ZİNDANLARI

İsmini, Arap asıllı Romalı bir asker olan Mikhael Anemas’tan aldığı iddia ediliyor. Tekfur Sarayı olarak da bilinen Blakhernai saray kompleksinin bir parçası. Roma döneminden İstanbul’da kalan tek yeraltı zindanı olmakla birlikte; yeraltı tünelleri, labirent sarnıçları ve son derece dar işkence odaları ile hem istisnai hem de tüyler ürpertici. ‘40 odalar’ adı verilen işkence çukurları, mahkûmların ölene dek içlerinden çıkamayacakları kadar dar ve derin çukurlarmış.

Burası ‘

Yazının Devamını Oku

Yeni yılda daha iyi bir insan olun

31 Aralık 2016
Hepimizin ortak kanaati: 2016 zor bir yıldı. Yeni yılın barış, mutluluk, sevinç, huzur, kısaca güzel şeyler getirmesi de hepimizin ortak arzusu. Ancak bütün bunların biraz da kendi çabalarımızla olabileceğini unutmamakta fayda var. İşte 2017’de destek olabileceğiniz sosyal sorumluluk kampanyalarından bir seçki...

HER ŞEYİN BAŞI SAĞLIK

Hep birlikte lösemiye karşı LÖSEV atölyelerinde; lösemi tedavisi gören çocukların anneleri birbirinden güzel ürünler hazırlıyor. Bu sayede çocuklarının tedavilerine katkı sağlayabiliyorlar. El işi atölyesinde ihtiyaç duyulan malzemeler: En az 10 metre olmak kaydıyla kumaş ve100 gram’lık yumaklarda satılan iplerden en az 20’şer çile. Soğuk seramik atölyelerindeyse lösemiyi yenmiş gençler rozet-magnet gibi ürünler yapıyor. Bu atölye için de ister malzeme ister nakit yardımda bulunabilirsiniz.
(www.losev.org.tr)

Dilekleri gerçekleştirmek için el ele

Bir Dilet Tut projesi, hayati tehlike taşıyan bir hastalığa yakalanmış çocukların dileklerini gerçekleştirerek onları mutlu etmeyi, Türkiye’nin dört bir yanındaki insanların da umut, dayanışma ve sevinç duygularını güçlendirmeyi amaçlıyor.
(www.birdilektut.org)

Görme engelliler ilaç kullanabilsin diye

Yazının Devamını Oku

Yemek peşinde 81 ülke

31 Ekim 2015
Selin Ekim 39 yaşında. Lezzet tutkusu önce ona etrafındakilerin deyişiyle ‘gül gibi’ işini bıraktırdı. Sonra yemek konusunda üniversite okur gibi eğitimler alarak kendini geliştirdi. Şimdi ülke ülke gezip gittiği ülkenin kültürüne mutfak kapısından giriş yapıyor. Akrep, timsah, böcek… Seyahat etmekte olduğu gibi yemekte de sınır tanımıyor. En büyük mutluluğu ise döndüğünde yanından getirdikleriyle sevdiklerine yaptığı yemekler.

Biraz kendinizden bahseder misiniz?
Evliyim. 5 ve 12 yaşlarında iki oğlum var. Daha önce bankacıydım. 10 yıl çalıştım. Ekonomik kriz vardı. Korkmama ve riskli olduğunu bilmeme rağmen karar verdim ve işi bıraktım. Sonra yemek konusunda kendimi geliştirdim. Le Cordon Bleu ‘Diplôme de Cuisine’ ve Institut Paul Bocuse ‘Intensive Pastry’den mezun oldum. Şarap konusunda ayrı eğitim aldım. Sil baştan üniversite okumak gibiydi bu eğitimler. 25 yıldır dünya kültürlerini ve mutfaklarını tanımak için seyahat ediyorum. Bugüne kadar 80’den fazla ülkeye, 350’ye yakın şehre yemek tatmak ve o kültürleri tanımak için yolculuk yaptım.


Etiyopya

Seyahat tutkunuz nasıl oluştu?
Üniversite yıllarında başladı. Sırt çantasıyla Avrupa’yı dolaştım. Dünyanın çok büyük ve güzel olduğunu, seyahatin de keşfetmek olduğunu anladım. Midyenin farklı pişirileceğini ilk kez Fransa’da gördüm. Bir kültürü tanımanın en önemli, en lezzetli yollarından birinin mutfak olduğunu kavradım. Avrupa’dan sonra başka dünyaları fark ettim. Özellikle Uzakdoğu hayatımı da hayata bakışımı da çok değiştirdi. Halen her seyahat öncesi kendimi yeni seyahat etmeye başlamış kadar heyecanlı hissediyorum.


Yazının Devamını Oku