Uğur Ergan

Onur Arıkan’dan garlar ve raylar

31 Ocak 2022
Genç kuşağın başarılı ressamlarından Onur Arıkan, Arda Sanat Galerisi’nde (Yıldız) açılan ve 14 Şubat’a kadar sürecek olan ‘Döngüsel Zaman’ adını verdiği kişisel sergisinde, kentlerdeki tren istasyonlarını ve şehirleri birbirine bağlayan demir ağları konu edinmiş.

Sanatçı rayların birbiriyle ilişkilerindeki karmaşıklığı, insanoğlunun iç dünyasına bir gönderme olarak düşünmüş. Karmaşanın içerisinde bir düzen oluşturma çabasıyla kurgulanan rayları soyut dışa vurum hislerle ele alan Arıkan, kent ve kentlileşme kültürünü resimsel olarak betimleyerek, eleştirel bir tavır sergilemeyi hedeflediğini söylüyor.



Sanatın tarihsel süreci kapsamında şehir görünümlerinin her zaman popülerliğini sürdürdüğünü, başrol oyuncusu gibi başlı başına konu olabilmeyi başardığını ifade eden genç sanatçı, “Tarihte kentler bir başyapıt sembolü olarak inşa edildiğinden günümüze kadar ulaşabilmiş ve resim sanatına da konu olmuştur. Geçmişin izlerini irdelemeyle başlayan resim sanatı, zaman içerisinde güzeli aramaktan öte geleceği karmaşıklaştıran olumsuzlukları araç olarak kullanmıştır. Sanayinin gelişmesi ile hızlı kentleşme belirgin hale gelerek doğurduğu sorunlar doğrultusunda huzursuzluk kaçınılmaz hale gelmiştir” diyor.
Arıkan’la buluşmamızda, bir yandan sergiyi gezerken, diğer yandan şehirleri birbirine bağlayan demir ağları neden konu edindiğini uzun uzadıya konuştuk. Sanatçı çalışmalarıyla ilgili bilgi verirken renk seçimlerini de ayrıntılı şekilde anlatıp, resimsel olarak biçimlenen zıt ve çarpıcı renklerin ön plana çıkmasını bilinçli olarak tercih ettiğini belirtti. Resimlerinde doğanın boşluğundan öte dikey-yatay, kare-dikdörtgen gibi çerçevenin içerisine sıkışan istasyonlardan yararlandığını ifade eden Arıkan’ın çalışmalarıyla ilgili söylediklerini şöyle özetleyebilirim:
“Resimlerimde boş-dolu kontrastlığı kendi içinde oluşan renklerin açıklık-koyuluk dengesiyle hissettirdim. Sıcak renklerin şiddeti içerisinde yalnızlaşan soğuk renkleri kullanarak toplumsal kutuplaşmanın hissedilmesini amaçladım. Yoğun lekelerin oluşturduğu dinamizm, renkler içerisinde bütünlüğü oluşturdu. Renklerin armonisinde turuncunun yoldaşları olan kırmızı, sarı, yeşil, mavi, kahverengi ile beyazın da büyük rolü oldu. Resimleri realist biçimden öte izlenimci bir tavırla ele aldım. Perspektif kurallarında gerçeğe sadık kalıp, derinlik hissini renk yoluyla oluşturdum. Demir yolları doku üslubuna müsait olduğundan çizimlerde yer yer raylar ve tellerden öte dokunun hissini görebilirsiniz. Ayrıca şehirlerdeki istasyonların duvarlarında oluşturulan dokuyla, insanoğlunun iç huzursuzluğunda büyüyen yabancılaşmaya dikkat çekmek istedim. Tren istasyonu temalı eserlerde rayların net, somut ve sonsuz ifadesiyle insanoğlunun arafta kalma anını içselleştirme düşüncesini oluşturmaya çalıştım.”

KENTTE NE VAR?

Yazının Devamını Oku

Efgan Beyaz’ın huzur dünyası

24 Ocak 2022
Ellerinde enstrümanları ile poz veren küçük bir müzik grubu... Viyolonseli ile bütünleşmiş bir sanatçı... Yaptığı hız ile saçları uçuşan bir bisiklet çılgını... Başındaki kaskından dışarıya çıkmış sarı saçları dalgalanan motosiklet hayranı bir kadın... Muhtemelen hafta sonu mesai bitiminde tüm haftanın yorgunluğunu atmak için bir barda buluşmuş arkadaş grubu ya da dans eden sevgililer...



Efgan Beyaz’ın anlatmaya çalıştığım bu sevimli figürlerle donattığı resimlerinin vazgeçilmezi ise adeta onun imzası haline gelmiş kocaman siyah sürmeli yamuk gözler, yamuk ağızlar ve kırmızı burunlar...
Efgan Beyaz resimlerinde “yamuk ağız ve yamuk gözlere” yer vermesini, “İnsanlar güzel söz söylemeyi, güzel gözle bakmayı unuttuğu için ben de, beni üzen, düşündüren ve yoran bu olguyu resimlerimle anlatmaya çalışıyorum” diye gerekçelendiriyor.
Bu hafta Efgan Beyaz’dan bahsetmemizin nedeni, 26 Ocak Çarşamba günü Sevgi Sanat’ta (Hilal Mahallesi) kişisel sergisinin açılacak olması. Beyaz’ın resimlerini ayrıntılı incelediğinizde, onun hayata olumlu bakışını tuvale yansıttığını görürsünüz. Yakından tanıdığınızda Efgan Beyaz’ın keyif adamı olduğunu da anlarsınız.
Beyaz’ın resme olan ilgisi orta öğrenim yıllarında iyice açığa çıkmış. Efgan Beyaz’ın ortaokulda resim öğretmeni olan ressam Gülseren Sönmez de, öğrencisini anlatırken, onun her zaman huzurlu ve sakin bir insan olmasına dikkat çekiyor. Gelin Efgan Beyaz’ın resme olan tutkusunu öğretmeni Gülseren Sönmez’in kaleminden okuyalım:
“Tuval, Efgan için yüzünde güllerin açmasıdır. O, tuval bulamadığında kutu kapaklarına bile resim yapar. (Sergiye gittiğinizde Efgan Beyaz’ın değişik objeler üzerine yaptığı resimleri de görebilirsiniz) Her çalışmasını aşkla yapar. Sanat yapmak onun için içsel bir ihtiyaçtır. Duygusal ve duyarlı bir kişi, yaşadığımız olumsuzluklar karşısında bazen çok kırılgan olabiliyor. Efgan böyle anlarda sanatına sarılır. Hangi konu onu mutlu edecekse o konu üzerinde çalışır. Orada sevgiyi, saflığı, huzuru bulup, arka arkaya çeşit çeşit konular üzerinde çalışmaktan büyük mutluluk duyar. Hiç yılmaz. Efgan için her zaman resmin kurgusu ön planda yer alır. Konuyu kurguladıktan sonra resim yapmak nehrin yatağında akması gibidir.

Yazının Devamını Oku

Bozkır direngenleri

17 Ocak 2022
Süleyman Karakul, eserlerinde Anadolu kırsalındaki emek ve estetik birlikteliğini vurgulamaya çalışan bir ressam.

Yatay çizgisellikle, dikey figür ve manzara motiflerini buluşturan sanatçı, resimlerinde ışık ve gölgeyi sıcak-soğuk renklerle pasajları yoğun bir biçimde kullanarak yansıtıyor. Doğayı gök kuşağının renkleri ile süsleyen Karakul, toprağın doğal yapısını da grafiksel bir anlayışla anlatıyor. Figürler ve peyzaj motifleri Karakul’un eserlerinde toprakla uyumlu bir şekilde kaynaşıyor.



Karakul, 20 Ocak’ta Valör Sanat’ta (Yıldız) açılacak yeni sergisine “Bozkır Direngenleri” adını vermiş. Karakul’a sergiye neden bu ismi verdiğini sorduğumda, yanıtı özetle şöyle oldu:
“Doğadaki canlılar, olumsuz koşullara karşı direnerek yaşamlarını sürdürürler. Direnemeyen canlı türü hayatta kalamaz. Günümüz koşulları yaşamımızı giderek zorlaştırıyor. Ülkemizde de ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar, insanlarımızın daha dirençli olmalarını zorunlu kılıyor. Bu koşullar, dirençli kişilikler (direngen) yaratarak, yaşamımızın daha da güzelleşeceği umudunu besliyor. Gölgesiz, uçsuz bucaksız, tozlu ve sıcak tarlalarda yaşam savaşı veren sarı sıcak insanlarımız. Tarlalarda çalışan ırgatlara, uzun tozlu yolları yürüyerek ekmek ve su taşıyan, keçilerin peşinden gün boyu aç susuz koşturan ve binbir hayaller kurarak geleceği düşleyen, ayağı çıplak başı kabak kavruk kır çiçeklerimiz... Toplumsal yaşamlarında her çeşit haksızlığa başkaldıran ve alanları dolduran, baskıya direnen gençliğimiz...Bu direngen insanlarımızın örnek davranışlarını ve aralarındaki kolektif ilişkileri önemseyerek sanatın konusu olarak değerlendirmek gerekir diye düşünüyorum. Aslında insanlık tarihi de direngen insanların yarattığı tarihten başka bir şey değildir. Gerçek sanatçılar çağının tanığıdır, toplumsal olaylara kayıtsız kalamazlar. Ben de, belleğimde hâlâ yaşayan ve geleceğe ışık tutan insani değerleri ‘kır çiçeği’ gözünden gelecek kuşaklara yansıtmak istiyorum, bütün meramım bundan ibarettir.”
Karakul’un 14 Şubat’a kadar sürecek sergisi nedeniyle güzel bir katalog da hazırlanmış. Sanat eleştirmeni dostum İbrahim Karaoğlu “Büyülü bir gerçeklik” başlığını kullandığı yazısında Karakul’dan “Günümüzde pek çok sanatçının sıradan, alelade olarak gördüğü, sanatına katmadığı sosyal yaşam görüngelerini çok önemseyen bir sanatçı” diye bahsediyor. Karakul’un eserlerini gördüğünüzde, ben de bu tanımlamaya hak vereceksiniz diye düşünüyorum. Karaoğlu’nun, Karakul’un eserleriyle ilgili şu tespitleri de önemli:

Yazının Devamını Oku

Gökçebağ’ın atölyesinde

10 Ocak 2022
İstanbul’a yaptığımız bir günlük ziyarette en fazla zamanı ünlü ressamımız Yalçın Gökçebağ’ın atölyesinde geçirdik.

Ankara’da olduğu zaman hemen her gün Gökçebağ’ın Armoni Sanat’taki atölyesine uğrar bazı günler saatlerce sohbet ederdik. Yalçın hoca İstanbul’a taşındığından beri yüzyüze görüşemiyorduk. Nadir olarak geldiği Ankara’da kısa süreli görüşmelerimiz oluyordu. Ancak pandemi ile birlikte hoca Ankara’ya gelemez oldu. İşte bunun acısını çıkarırcasına Yalçın hoca ile hem sanat dünyası, hem de özel konularımızla ilgili uzun uzadıya sohbet etme fırsatı bulduk.
Hocanın Ankara’ya geri dönüp dönmeyeceğini merak edenler olabilir, hemen baştan söyleyeyim, Gökçebağ’ın şu an için böyle bir planı yok. Çalışmalarını İstanbul’daki atölyesinde devam ettirmeye kararlı. İstanbul’un birçok sektörde olduğu gibi sanat dünyasında da belirleyici ve sürükleyici güç olması, kendi deyişiyle Yalçın hocanın üretkenliğini de olumlu yönde etkilemiş. Bunu, atölyeye yapılan ziyaretlerden ve birçok ünlü ressamın atölyede buluşup sanat sohbetleri yapmasından da anlayabiliyorsunuz. Hocanın bağımsız olarak çalışması, Ankara’daki Armoni Sanat’tan tam olarak koptuğu anlamına gelmiyor. Ben sohbetimizden Gökçebağ’ın Armoni ile de iş birliğini sürdürmeye özen gösterdiğini anladım.



Atölyede yan yana dizilmiş şövalelerde yine tepeden bakış anlayışıyla yapılmış hasat, çay toplayanlar, sevgi plajı, ayçiçek tarlası, kış mevsiminde yola koyulmuş at arabaları gibi konuların işlendiği tuvalleri görüyorsunuz. Hoca son dönemde oldukça rağbet edilen pencere önünde bir kedi veya sardunya saksısının bulunduğu tül perde çalışmalarını da yapıyor. Pencere camına yapışmış boya parçaları, yüzlerce fırça, yukarıda bahsettiğim konulardaki resimler atölyeyi gezerken insanda bölge bölge Anadolu turu yapıyorsunuz hissi uyandırıyor. Resimler öylesine güzel, öylesine bizden ki, insan her konudan bir esere sahip olmak istiyor. Bir ara gözüm duvarda asılı müthiş renk geçişlerine sahip soyut çalışmaya takıldı. Şaşırmadım desem yalan olur. “Hocam bunlar ne?” diye sorunca Gökçebağ şunları anlattı:
“Bunlar benim palet olarak kullandığım özel kağıtlar. Resim yaparken kullandığım boyalar sayesinde müthiş renk geçişlerine ve uyuma sahipler. Bunlara kıyamıyorum. En sonunda bunları tuvale iliştirmeye karar verdim. Harika soyut çalışmalar çıktı. Bu tuvallerin uygun bulduğum bölümlerime benimle özdeşleşmiş figüratif çalışmalar da koyacağım. Bir süre sonra bu eserlerimi sergilemeyi planlıyorum.”

Yazının Devamını Oku

İstanbul’dan notlar

3 Ocak 2022
Yeni yılın ilk yazısı, geçen hafta belirttiğim gibi İstanbul izlenimleri olacak. Çakaya Sanat Galerisi sahibi Turan Akyürek’in daveti üzerine gittiğim İstanbul’da, galerilerin yoğunlaştığı Nişantaşı-Teşvikiye’de tam bir gün geçirdim.



Işıl ışıl caddeleri ve vitrinleri ile Nişantaşı, İstanbul’da yeni yıl heyecanının en çok yaşandığı semtlerden birisi. Caddelerinde yürürken kozmopolit yapısına daha yakından şahit olduğunuz Nişantaşı’ndaki sanat galerileri sahip oldukları ve sergiledikleri eserlerle, Ankara’ya göre farklılıklar içeriyor diyebiliriz. İstanbul galerilerinde tanınan tüm ressamların eserlerine rahatlıkla ulaşabilme imkânına sahipsiniz, yeter ki paradan haber verin. Ankara’ya göre de daha çok “soyut havayı” soluyorsunuz.
Dursun Gündoğdu’nun galerisinde Ahmet Güneştekin, Yücel Dönmez ve Ahmet Oran eserleriyle haşır neşir olurken, Alp Gürbüz’ün sahibi olduğu Biriz Sanat Galerisi’ne girdiğinizde çağdaş ve klasik eserlerden oluşan karma bir sergi sizi karşılıyor. İlk hatırladıklarım Fikret Mualla, Nuri İyem, Komet, Devrim Erbil, Şadan Bezeyiş, Selçuk Togul, İbrahim Safi eserleri.
TA Sanat’ta internet üzerinden yapılan müzayedenin hazırlıklarına şahit oldum. Keza Galeri ArtGet’de de yeni müzayede için resimler ayrılıyordu. Niş Art’ta bir yandan eserlerin tasnifi yapılırken, diğer yandan “Şu anda soyut eserler ağır basıyor ama yeniden klasik eserlere rağbet başlıyor” düşüncesi üzerine farklı görüşler seslendiriliyordu. İnternet müzayedeciliğini ilk yapanlardan olan Artpoint’te de tamamlanan müzayedede satılmış resimlerin yeni sahiplerine ulaştırılması için çalışmalar başlamıştı.
İstanbul, sanatta da belirleyici bir kent. Piyasa belirleyiciler elbette klasiklerden kopamıyor ama genç kuşak ressamlar arasında da bir arayış içindeler. Ankara’da olduğu gibi İstanbul’da da Nuri İyem, Nuri Abaç, Devrim Erbil, Ergin İnan, Yalçın Gökçebağ, Komet en çok aranan isimler arasındalar. Mustafa Ayaz’ın hak ettiği şekilde, özellikle yeni dönem eserleriyle İstanbul sanat dünyasına girmeye başladığını söyleyebilirim. Yücel Dönmez ve Ekrem Yalçındağ’ın yanısıra Hakan Esmer, Raşit Altun ve İsmail Tetikçi’yi yeni trend isimler olarak duydum.
Zaman darlığı ve İstanbul’un insanın sabrını test eden inanılmaz trafiği nedeniyle Dolapdere ve Kadıköy’deki sanat dünyasına Nişantaşı’na göre biraz daha az zaman ayırabildim. İstanbul’a gidip de, Ankaralı ünlü ressamımız Yalçın Gökçebağ’ın atölyesine uğramamak olmazdı. Yıllara dayanan tanışıklığımız nedeniyle kendisiyle uzun uzun sohbet ettik. Gökçebağ’la sohbetimiz ve hocanın yen sürprizleri bir sonraki yazıda. Kötülüklerle karşılaşmadığınız, huzurlu, sağlıklı ve sanat dolu bir 2022 dilerim.

Yazının Devamını Oku

CSO’da yeni yıl konseri ve yapıcı eleştiriler

27 Aralık 2021
Daha önceki yıllarda da bu köşede resim yerine başka etkinliklere yer vermiştim. Zaten galerilerin çoğunluğunda yılbaşı nedeniyle küçük işler sergileri devam ederken, yılın son yazısında benim de davetli olarak katıldığım Limak Filarmoni Orkestrası’nın CSO’daki yeni yıl konserinden bahsetmek istedim.



Francesco Ivan Ciampa’nın şefliğinde Limak Filarmoni Orkestrası, dünyanın önemli sahnelerine çıkmış Türk tenor Murat Karahan ve İtalyan soprano Anna Pirozzi’nin seslendirdikleri aryalarla gerçekten unutulmaz bir gece yaşattılar. Bu özel geceyi izleyenler, hem kulaklarının pasını sildi, hem de ekonomik tuhaflıkların neden olduğu can sıkıntısını bir süreliğine de olsa unuttu.
Tenor Karahan, Türkçe şarkılar “Elveda Gençliğim”i seslendirirken şef Ciampa’nın orkestraya yansıttığı duygu, soprano Pirozzi’nin hareketli “Yaralı gönlüm”e eşlik edişi aslında müziğin evrenselliğini göstermesi açısından da önemliydi.
Konser gerçekten muhteşemdi. Ancak orkestra ve sanatçılarla ilgisi olmayan, son derece modern tarza sahip, Avrupa’da da örneklerini gördüğümüz yeni CSO binası içine daha kolay ulaşım ve izleyicilerin oturacakları yerleri bulabilmelerinde şahit olduğum bazı sıkıntıları aktarmak istedim.

“C” VE “J” SIKINTISI

Yazının Devamını Oku

Monad Balkan’dan 35. kişisel sergi

20 Aralık 2021
Ressamlık ve şairliğin yanı sıra sanat üzerine yazdığı yazılarla da bilinen Monad Balkan’ın İsmail Altınok Sanat Merkezi’nde (Ziya Gökalp Caddesi/Kolej) açtığı 35. kişisel sergisi değişik boyutlardaki 43 ayrı eserden oluşuyor. Balkan’ın 10 Ocak’a kadar sürecek bu sergisinde de daha öncekilerde olduğu gibi nü, portre, iç mekân, dış mekân ve peyzaj ağırlıklı çalışmalar yer alıyor.

Monad, İstanbul-Bakırköy’de edebiyat, müzik, resim ve felsefenin yoğun şekilde konuşulduğu bir evde büyümüş. 4 yaşında piyano, 17 yaşında ünlü besteci İlhan Usmanbaş’tan müzik eğitimi almış. Müziğin yanı sıra sinema alanında araştırmalar, senaryo denemeleri ve kısa metraj film çalışmaları yapan sanatçı, annesi ressam Esma Balkan ve babası Dr. Orhan Balkan’ın resime olan tutkusu nedeniyle aile dostları Eşref Üren, Melahat Üren, Orhan Arel, Esat Subaşı, Turgut Zaim, İsmail Altınok gibi devrin büyük ressamlarıyla bir arada bulunmuş.
Yurt dışındaki ticaret müşavirlikleri görevindeyken Avustralya-Sidney’de resim eğitimi almayı da ihmal etmeyen Balkan bir söyleşisinde, gençlik yıllarını şöyle anlatıyor:



“İstanbul Bakırköy’de komşumuz Muhsin Kut’tu. O devamlı sulu boya resim yapardı. Onun babası ile benim babam sınıf arkadaşıydı üniversitede. Muhsin doğduktan sonra babası bir yıl sonra tüberkülozdan ölmüş. Bu nedenle hastalanmasın üşütmesin diye Muhsin’i sokağa pek bırakmazlardı. O da kendini ifade etmek için devamlı sulu boya resimler yapardı. Bizde kardeş gibi olduğumuz için onunla birlikte sürekli resim yapıyorduk. Resime olan tutkum esas oradan başladı. Babamla evde resim yapıyor, toplaması anneme düşüyordu. Palette boyalar kalıyor annem de ziyan olmasın diye orada bulduğu atık kağıtlara ve kartonlara resim yapmaya başlıyordu. Bir zaman sonra fark ediliyor ki müthiş resimler çıkıyor ortaya. Bu arada annem parladı. Devlet Resim ve Heykel sergisi her sene mayıs ayında yapılırdı. Orada o dönemler jüriden geçmek deveye hendek atlatmak gibi bir şey. Annemin her sene bir resmi seçilirdi o sergi için. Benim resimle haşır neşir olmam ailemin sayesinde oldu. Babam işten gelir gelmez ‘Hadi Monad resim yapmıyor muyuz?’ diye sorardı...”
Resim yapmanın kendisi için bir yaşam biçimi olduğunu ifade eden Balkan, resime bakış açısını da “Resim bir anlamda benim için gıda. Anlam aramak sonra gelir. Resim her sanat dalı gibi sanatsal değer içerisinde bir ifade biçimidir. Benim resimlerimde ise kendiliğinden ortaya çıkan şey, yaşamın insanlar tarafından ele alınış biçimini şiirsel ve mizahi bir tarzda sorgulamak oluyor” diye ifade ediyor.

Yazının Devamını Oku

Yıldız mı Çayyolu mu?

13 Aralık 2021
Daha önce bu köşede birçok kez dile getirdiğimiz gibi Çankaya’nın Yıldız semti ve civarı, Ankara’da sanat galerilerinin toplandığı yer olarak bilinir. Yıldız’daki Galeri Soyut 4 Aralık’ta, başkentin son yıllarda tercih edilir hale gelen Çayyolu bölgesinde şubesini açtı. Galeri Soyut, Çayyolu’ndaki şubesiyle bu bölge ile birlikte Ümitköy, İncek ve Yaşamkent sakinlerine de hitap etmeyi hedefliyor.



Yıldız’da ana merkezleri bulunan diğer bazı galerilerin de aynı yolu izleyeceklerini duyuyorum. Serdar Kaya yönetimindeki Valör Sanat, “Valör Sanat Z” ismiyle Ümitköy’deki Galeria yakınlarında yeni şubenin tadilat çalışmalarına başlamış. Çankaya Sanat Galerisi sahibi Turan Akyürek de, aynı bölge içinde arayışlarını sürdürüyor. Galeri Soyut’un Çayyolu şubesinin açılışı nedeniyle bir manifesto yazan ressam ve eleştirmen Celal Binzet, “Ankara’da yıllar öncesinde genellikle Kızılay çevresindeki galeriler, sonrasında yeni bir yerleşim alanı olarak ortaya çıkan Yıldız semtinde kümeleşti. Yaşayan bir varlık olarak kentin giderek genişlemesi, yeni yaşam alanlarının açılması buraya yerleşen kitlenin sanatla buluşma düşüncesini de doğurması kaçınılmazdı. Sanatın, kültürel yaşamın ayrılmaz bir parçası olduğu gerçeğinden yola çıkan Galeri Soyut’un bu noktadan hareketle Çayyolu’nda galeri açması böyle bir gereksinime karşılık verecektir” diyor.
Galerilerin GOP, Or-An, Birlik Mahallesi, Hilal Mahallesi gibi bölgelere hitap eden Yıldız’dan sonra, Çayyolu bölgesinde şube açma girişimleri sanat dünyasında “Yıldız mı, Çayyolu mu?” sorusunu beraberinde getirdi. Bir sanat eserine sahip olmak istiyorsanız, bunun için bütçenizden bir miktar ayırmak zorundasınız. Bu gerçeği gördüğümüzde kabul etmek gerekir ki, eğitim ve gelir açısından Çayyolu da, Yıldız da diğer ilçelere göre farklılık gösteren Çankaya ilçesi sınırları içinde yer alıyor. Dolayısıyla zengin kesimi hedefleyen galerilerin Yıldız’dan sonra Çayyolu bölgesinde de olma arzuları anlaşılır bir gelişme.
Ancak Çayyolu’nda şube açma planı yapan Yıldız’daki galerilerin şunları da unutmaması gerekir diye düşünüyorum: Sanatsever, galerileri rahat bir ortamda gezmek ister. Otopark sıkıntısı olmadan galeriler arasındaki mesafeyi yürüyerek katetmeyi arzular. Bu açıdan baktığımızda Çankaya Belediyesi’nin özellikle otopark sorunu yaratan hatalarına rağmen, yine de rahat bir park imkanına sahip Yıldız’daki galerilerin birbirlerine yakın olmaları da sanatsever için önemli bir avantaj. Çayyolu’nun, plansız şekilde büyümesi sonucu artan yoğunluğu, galeriler arasında mesafenin ancak araçla katedilecek olması, park sıkıntısı dezavantaj olarak görülebilir. Bu nedenle yeni yerler açılırken, ileri aşamalarda belirttiğim sıkıntılarla karşılaşılmaması için dikkatli fizibilite yapılmasında fayda var.
Sonuç itibariyle Ankara’daki sanat galerilerinin kentin diğer bölgelerine doğru açılmaları elbette önemli ve olumlu bir gelişme. Ancak bu, “çıkış noktasından tamamen vazgeçilerek” yapılmamalı. Sanat, Yıldız’da da yaşamalı, Çayyolu dahil Ankara’nın diğer tüm semtlerinde de yeşerip, gelişmeli.

Yazının Devamını Oku