Mevlüt Tezel

Cohen İsrail’e gitsin

7 Ağustos 2009
Leonard Cohen, İstanbul’dan sonra İsrail’de konser vereceği için protesto edilmiş. “Katil İsrail’e gitme” yazılı pankartlar açılmış.

Şimdi bu protestoyu gerçekleştiren arkadaşlara sormak istiyorum. Ülkesinin Filistin politikasını eleştiren bir İsrail vatandaşının Cohen’i izlemeye hakkı yok mu? Var.
Gerçek bir Leonard Cohen hayranının ister İsrailli, ister Yeni Zelandalı olsun, dünya görüşü bellidir. Yani özetle İsrail’in Filistin’de imza attığı vahşeti onaylamaz...
Aslında bana sorarsanız, bir katilin, en faşist düşüncelere sahip bir insanın, kısacası herkesin Cohen’i dinlemeye hakkı var.
Müzikten bahsediyoruz arkadaşlar!
Ayrıca “Leonard Cohen’e şuraya git, buraya gitme” deme hakkını nereden buluyorsunuz kendinizde? Sizin mantığınızdan hareket edilirse, Cohen’in Türkiye’ye gelmesini kınayacak başka uluslardan da bir sürü insan var... 
Gören de bizi her türlü toplumsal olaya tepki gösteren, çok duyarlı bir millet sanacak.
Gerçekten çok acayibiz... Kendi yaşadığımız sorunları unuturuz, her şeye koyun gibi kafa sallarız ama bir “One minute”e hemen galeyana geliriz.

Yazının Devamını Oku

Sadece bir şişe viski istedi

1 Ağustos 2009
Leonard Cohen’in isminin başına hangi sıfatı koyayım diye düşünürken ‘yaşayan efsane’ ifadesini birçok sanatçı için haybeye kullandığımızı bir kere daha anladım.

Her neyse ‘Cohen, Cohen’dir sadece’ deyip bu işten sıyrılalım.
Evet, beklenen mucize geldi gerçekleşiyor. Bilet alan (beleş davetiye yok bu konserde) 16 bin (iki konser için beklenen toplam izleyici) müziksever, haftaya çarşamba ve perşembe geceleri izleyecek Cohen’i.
Aslında bu 16 bin şanslı insanın Cohen’i dolandıran menajere de bir teşekkür borcu var. Cohen son dünya turnesine 1993’te çıkmış, daha sonra da kendini Budizm’e adayıp inzivaya çekilmişti. Ta ki, menajerine 5 milyon dolarını kaptırana kadar. Bu olaydan sonra meteliğe kurşun atan büyük usta, tekrar dünya turnesine çıkmaya başladı.
Her neyse, derdim Cohen güzellemesi kaleme almak değil. Ben konser öncesi biraz merakınızı gidermek istiyorum. Çünkü Cohen’in İstanbul’da kalacağı günlerde ne yapacağı büyük merak konusu.
İşte Cohen’in İstanbul seferine dair bazı detaylar:
? Sanat camiamız, özellikle de Meltem Cumbul, Leonard Cohen’le hatıra fotoğrafı çektirme konusunda fazla heveslenmesin. Çünkü Cohen, gürültü patırtı çekecek yaşta değil (74). Ayrıca bu büyük insanın Budist olduğunu unutmayalım. Belçika’daki konserinden elde ettiğimiz bilgiye göre, Choen hiçbir yere çıkmayıp, kimseyle konuşmadan, odasında kalarak geçirmiş zamanını. Gerçi belli olmaz. Üç gün otel odasında kalacak kadar kendini kasmas herhalde. Belki bir İstanbul turu atar. Tabii bu turu da büyük ihtimalle gizli yapacaktır.
? Cohen’e İstanbul’da kızı Lorca Cohen eşlik edecek. Lorca başarılı bir fotoğrafçı, babasının konserlerini, CD kapaklarını ve afişlerini o çekiyor.

Yazının Devamını Oku

90 Dakika: Bir melodram denemesi

31 Temmuz 2009
Vallahi şu fakirhane köşede “90 Dakika”nın neden yayından kaldırıldığını yazınca mail bombardımanına tutulmama, Hıncal Uluç’un korktuğu şeyin gerçekleşmesine, acayip prim yapmama rağmen bu konuyu kapatmayı düşünüyordum.

Ancak Haşmet Babaoğlu geçenlerde öyle bir yazı kaleme aldı ki, dayanamadım...

Bodrum sokaklarında dolaşırken kendisine sarılıp, “Neden, nasıl biter” diyen vatandaşların arasında tarifsiz bir kedere boğulan Babaoğlu “NTV meselesi” başlıklı bir yazı kaleme almış. Yazı tahmin edeceğiniz gibi tam bir Babaoğlu klasiği.
Babaoğlu’nun NTV yöneticilerini ne çok sevdiğini anlattığı yazı, belli bir noktadan sonra “Nasıl kıydınız bize” mesajlı bir melodrama dönüşüyordu. Hele o son satırlar...

Yazı, “Ben NTV’yi hep sevdim, seveceğim. Meslek hayatımdaki yeri öyle güzel ve ayrı ki!.. Ha!. NTV kendini seviyor mu peki? Bir süredir... İşte ondan emin değilim” sözleriyle bittiğinde Küçük Emrah gibi Babaoğlu’na sarılmak, “Haşmet amca neden, neden... Nasıl yaptılar bunu bize?” demek geldi içimden. Az daha bir spor programı bittiği için ağlayacak ilk insan olacaktım ki, çabuk toparladım kendimi ve hemen Kenan Onuk’tan devraldığı tarafsız spor haberciliği misyonunu başarıyla sürdüren NTV Spor’un beyni Fuat Akdağ’a telefon açtım. (Bu arada ilk defa kendisiyle konuştuğumu özellikle belirtiyorum. Yalanım varsa...)

Yazının Devamını Oku

Sigara tiryakileri örgütleniyor

18 Temmuz 2009
Görünen o ki, yarın yürürlüğe girecek olan sigara yasağı büyük patırtı koparacak.

Sağlık Bakanlığı’nın şakası yok!
İsviçre’nin askeri gücünden fazla kişiyi, 4 bin personeli görevlendirmiş. Herhalde bu arkadaşlar Devrim Muhafızları gibi tek tek mekânları dolaşacaklar.
Bir de ispiyonculuk kurumu devreye sokulmuş.
Vatandaşlar için ihbar hatları kurulmuş. Yeşilaycıların cep telefonlarıyla çekecekleri görüntüler delil kabul edilecekmiş.
Bence kesin kan gövdeyi götürür. Düşünsenize Ramazan abi kahvede okeye dönerken duyarlı insan Prof. Orhan Kural gelip cep telefonuyla fotoğrafını çekiyor.
Kahvelerde yaşanacak kavgaları artık ana haber bültenlerinde izleriz. Sigara tiryakileri de yavaş yavaş örgütlenmeye başladı.
Türk medyasının en cesur, en harbi dergisi Express bu ayki sayısında sigara yasağını ‘neoliberal faşizm’ olarak tanımladı ve sigara tiryakilerini direnişe çağırdı.

Yazının Devamını Oku

Bu haber filmlere konu olur

17 Temmuz 2009
İzmirli klima ustası M.K.’nin başına gelenleri okudunuz değil mi? Filmlere konu olacak bir vakaydı. Olayı bilmeyenler için hemen özetleyeyim:

M.K., internette tanıştığı sekreter S.R. ile düğünden önce nikâhlanmış. Daha sonra genç çift düğünden bir gün önce arkadaşlarıyla ayrı ayrı bekârlığa veda partisi düzenleme kararı almış. Gecenin ilerleyen saatlerinde M.K. bir arkadaşıyla gelinin veda partisine uğrama kararı almış. ıki arkadaş meyve sepeti ve çiçek alarak S.R.’nin kapısına dayanmışlar. Evin ışıkları sönükmüş ve içeriden sesler geliyormuş. S.R. kapıyı gecelikle açmış, M.K. de doğal olarak içeri dalmış. S.R.’nin eski sevgilisi çıplak bir şekilde odada oturuyormuş...
Merak etmeyin M.K. elini kana bulamamış. Bir tokat atıp boşanma + 30 bin TL tazminat davası açmış.
Ben “Zararın neresinden dönülürse kârdır” diyorum.
Peki ya halkımız?
Onların bu haberden çıkardıkları ana fikirler stand-up tadında! “Oh ne güzel iş. Okur yorumlarıyla köşeyi doldurdun” demeyin. Tam 464 yorumu tek tek okudum, acayip yoruldum.
ışte sizin için seçtiklerim:
? Helal olsun kıza. Gerçek bir bekârlığa veda partisi vermiş.

Yazının Devamını Oku

90 Dakika neden kaldırıldı açıklıyorum

11 Temmuz 2009
Şu sıralar medya kulislerinde en büyük dedikodu “90 Dakika”nın yayından kaldırılması üzerine dönüyor.

O kadar komik komplo teorileri üretiliyor ki, hepsini toplasan mini bir stand-up gösterisi çıkar ortaya. Güya Aziz Yıldırım, Hıncal Uluç’un komplo teorilerine ve sürekli Fenerbahçe’yi eleştirmesine kızmış ve koyu bir Fenerbahçeli olan Ferit Şahenk’ten bu programı yayından kaldırmasını rica etmiş. Evet, ciddi ciddi bu konuşuluyor ve en akla yatkın komplo teorisi olarak da öne sürülüyor.
Arkadaşlar NTV’den, büyük bir markadan bahsediyoruz, Anadolu’daki yerel bir kanaldan değil.
Peki, “90 Dakika” niye yayından kaldırıldı?
Eğer geçmişe dair iyi arşiv tutuyorsanız, biraz araştırmacı gazetecilik misyonuna soyunursanız bu soruya çok kolay yanıt verebilirsiniz.
Hatırlarsanız bundan altı ay önce NTV, iki haftalığına reyting ölçümlerine girmişti ve bu durum medya sitelerinde de haber olmuştu. İşte o süreç içinde “90 Dakika”nın en az reyting alan NTV programlardan biri olduğu ortaya çıktı. Aynı şekilde NTV ile özdeşleşmiş bir başka program olan “Eko Diyalog”un da çok az reyting aldığı gözlendi ve bu programın da yayından kaldırılmasına karar verildi. Yani durum bu kadar açık, komplo teorileri üretmeye gerek yok.  
Evet, “90 Dakika” futbol programları arasında bir efsaneydi ama her efsane gibi o da zamana yenildi. 12 yıl gibi uzun bir sürede büyük bir metal yorgunluğu yaşadı, Hıncal Uluç’un yaşlanma sürecini bir belgesel gibi canlı canlı izledik. Arada Mehmet Demirkol ve Mehmet Yakup Yılmaz taze kan olarak devreye girdiler. Ama onlar da büyük düşüşü durduramadılar. 
Peki, bundan sonra ne olacak?

Yazının Devamını Oku

Nejat, Jack Nicholson’dan örnek al

10 Temmuz 2009
Nejat İşler, Berrak Tüzünataç’la Bodrum’da görüntülenmesine çok kızıp bağırıp çağırmış. Hatta hızını alamayıp otel çalışanları ve arkadaşlarını toplayıp gazetecilerin peşine düşmüş, “Buradan sağ çıkamazsınız” diye bağırmış. Yani tehditte bulunmuş. Okul müdürü neredeydi acaba? Hani okul çıkışında kavgalar olur ya o hesap.
Aslında sen de haklısın Nejat kardeş, Nişantaşı’nda yerde kitap satarken böyle büyük problemlerin yoktu.
Tamam, objektiflerin gölgesinde yaşamak zor ve sevimsiz ama gazeteci arkadaşlar da işini yapıyor. Evet, bu da onların işi. Bin kere yazdık. Sarkozy ve Obama’yı çekiyorlar seni mi çekmeyecekler. Oyunun kuralı bu, fotoğrafların çekilecek. Biz sayfaları dolduracağız, siz de popüler kültürün kahramanları olarak hayatınıza devam edeceksiniz.
Aslında Nejat kardeş olayı daha iyi anlaman için başka bir önerim daha var.
Eğer bana e-mail adresini verirsen sana bir video görüntüsü yollayacağım. Videoda senin gibi ekmeğini oyunculuktan kazanan bir aktör var. Üç Oscar’lı bir efsane. Adı Jack Nicholson. Jack abi tam bir sigara tiryakisi ama yasaklar malum onu da vurdu. Bir davete ya da galaya gidince dışarı çıkıp sigara içmek zorunda kalıyor. Paparazzilerden ateş istiyor, onlarla sohbet ediyor, şakalaşıyor vs vs...
Eğer o video da kesmezse seni Tom Cruise ve Jude Law’ın yere düşen paparazzileri kaldırışlarının görüntüleri var, onları da sana e-mail atarım.
Yeter ki dindir şu öfkeni.
Büyüdün artık, milyonların izlediği bir oyuncusun...

Anti-paparazzi çantası

Hadi bu da benden Nejat İşler’e kıyak olsun. Madem fotoğraflarının çekilmesine bu kadar öfkeleniyor ve olayı adam kovalamaya kadar götürüyorsun. Al sana teknolojinin en son harikası anti-paparazzi çantası.
New York Üniversitesi’nde öğrenci olan ve aynı zamanda sıra dışı tasarımlara imza atan Adam Harvey, fotoğraf makinelerinin flaşlarını patlamadan önce fark eden ve tam fotoğrafın çekileceği anda karşı tararafa flaş ışığı gönderen bir teknoloji geliştirmiş ve bunu şık bir çantaya monte etmiş.
Parlak bir fikir, üstelik uygulamada da çok iyi. Fotoğrafta da gördüğünüz gibi çok güçlü bir flaş saçıyor etrafa. Tabii sadece geceleri işe yarıyor.
Bu teknolojinin bir benzeri gözlüğe monte edilmişti ama kullanan kişinin gözüne zarar vermekten başka pek bir işe yaramamıştı.
Bir de bir spreyden bahsediliyor. Yüzünüze sürüyormuşsunuz ve gece çekilen fotoğraflarda anlaşılmayacak derecede yüzünüz parlak çıkıyormuş.

İşte ben buyum

Bayrampaşa’da metro raylarına yatan ve üzerinden vagonların geçişini cep telefonuna kaydeden genç arkadaş eylem sonrasında “İşte ben buyum” diye bağırıyordu.
Hakikaten ‘o buymuş’, eşine az rastlanır bir cesaret gösterisiydi. Tabii bu eylemi siz delilik olarak görmekte serbestsiniz. Ki, zaten haberle ilgili halkın yorumlarında da genelde gencin aklını peynir ekmekle yediğinden bahsediliyor.
Ayrıca polisin başkalarının hayatını tehlikeye atma suçundan çılgın gence, dava açması da bekleniyor. Eğer tren gence çarpsaydı raydan çıkma ihtimali varmış çünkü. (Doğrusu ben buna pek ihtimal vermedim)...
Her neyse bunlar, toplumun huzur ve bekası için gösterilen bildik refleksler. Tamam, kızmayın olması gereken de bu, ama karşı tarafı da linç etmenin bir alemi yok.
Bir de karşı tarafa kulak verelim.
Youtube’da bu gencin kendi videosunun altına “Videodaki kişi benim. Beni adrenalin bağımlısı birisi olarak değil, salak bir zihniyet olarak gösteren herkes amacına ulaştı. Öğretmenlerim+polis+ailemin zoruyla psikolojik tedavi görecekmişim yarından itibaren. Zorla” diye yorum yaptığından bahsediliyor. Yorumun sahte olma ihtimali olsa bile bence o genç şu anda aynı şeyleri düşünüyor.
Peki, bundan sonra ne olacak? Bu arkadaş aklını peynir ekmekle yiyen kişi olarak hayatına devam mı edecek?
Benim bir önerim var. Eğer MTV’de birbirlerine çivi çakan, timsah dolu suya giren “Jackass” ve “Wildboyz” ekiplerinin şovlarını “Vay be adamlar nasıl yapıyor” diye izliyorsak, bu arkadaşa da biraz hoşgörü gösterebiliriz.
Hatta ondan “Wildboyz”daki Steve-O gibi bir TV kahramanı yaratabiliriz.
Yazının Devamını Oku

En tehlikeli tür

4 Temmuz 2009
Çoğumuz ‘snuff’ türü filmlerin varlığını Nicolas Cage’in başrolünü oynadığı “8mm”de öğrenmiştik.

Cage, insanları işkence ve tecavüz ederken ya da öldürürken kameraya kaydeden ve bu kayıtları çok büyük paralara zengin müşterilere satan bir çetenin peşine düşüyordu.

Bir de Alejandro Amenábar’ın “Tesis” filmi vardı, o da benzer bir mevzuyu konu alıyordu. ‘Snuff’ filmlerini satın alanların daha kafayı yemiş türünü ise “Hostel”da izlemiştik. Bir otel vardı. Kazara o otele düşen turistleri, zengin müşteriler önce işkenceden geçiriyor sonra da zevklerin göre testereyle parçalayarak, çivi çakarak öldürüyorlardı falan... Filmin öyküsü tabii ki kurmacaydı. Peki ya adam öldürmek için para veren kahramanları? Onlar gerçek galiba. 

Gazetelerde okumuşsunuzdur. Rus zenginler, Somali kıyılarında ‘insan safarisi’ne çıkıyorlarmış. Avladıkları insanlar da Somalili korsanlarmış. Günde 5 bin 790 dolar ödeyen Rus zenginler, özel bir gemiye binip Somali açıklarında korsanların kendilerine saldırmalarını bekliyormuş. Tabi tam teçhizatlılar. El bombaları, makineli tüfekler ve roketatarlarla bekliyorlarmış avlarını. Ne olur ne olmaz diye de onları koruyan ayrıca bir özel tim varmış. Senaryo da hazır: Gemide yolculuk ediyorduk korsanlar bize saldırdı.

Yazıyı nasıl toparlasam acaba. “Eğitim şart” mı desem. O da hikaye... Uzaya çıksak da, insan klonlasak da evrendeki en karanlık, en tehlikeli tür biziz.

Daum’da bir gariplik var

Yazının Devamını Oku