GeriSeyahat Gelenek ve cümbüş bir arada
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Gelenek ve cümbüş bir arada

Gelenek ve cümbüş bir arada

Busan, Güney Kore’nin ikinci büyük kenti. Dev gökdelenler, köprüler ve işlek bir limanın yanı sıra göz alıcı kumsallara sahip. Geleneksel ve modern hayatın izleri şehrin tamamında özgün bir kolaj oluşturmuş. Balıkçılığın ön plana çıktığı liman kentinin pazarlarında kova içinde ahtopotlar, kurutulmuş yosunlar satılıyor. Romancı Solmaz Kamuran Busan’a gitti ve izlenimlerini yazdı.

Başkent Seul’den hızlı trenle Kore Yarımadası’nın Japon Denizi’ne bakan güneydoğu ucuna varmamız 160 dakika sürdü. Busan’da gece olmuş ama şehir henüz uykuya çekilmemişti. Uzun mu uzun iki yanı genellikle iki katlı dükkân ve bunların önündeki seyyar satıcı tezgâhıyla dolu yol hem kalabalık hem de ışıklıydı. Mütevazı suratlı binaların arasından sıklıkla minareye benzer kuleler görünüyordu. Tepelerinde yanıp sönen neonlarla aydınlatılmış haçlar olmasa bunların bölgeye özgü kiliseler olduğunu anlayamazdık.

Bindiğimiz taksi birden bir otobana girdi ve manzara tamamen değişti: Dev gökdelenler, muazzam köprüler, bonzai geleneğinde budanmış ağaçlar ve pespembe, binlerce orman gülüyle yaratılmış yol kenarı peyzajları, harikulade kumsalların önünde uzanan, ayın ışığında şıkırtılı bir deniz... Otelimiz Busan’ın ünlü koylarından Haeundae’deydi. Uzun yolculuğun yorgunluğuyla kendimizi hemen yataklara attık.

Gelenek ve cümbüş bir arada

DUALARDAN DUA SEÇ

Ertesi sabah taksiyle (taksiler çok ucuz) deniz kıyısındaki Haedong Yongungsa Budist tapınağına gittik. Yeşilliklerin arasında 108 basamak aşağı inince okyanusa bakan tek katlı, renkli duvar ve tavan boyamalarından ve fenerlerden başka süsü olmayan bir tapınakla karşılaştık. Sadece turistler yoktu. Budistler dua etmeye, adak adamaya, tespih çekmeye gelmişlerdi. Dev bir Buda heykelinin dışında her tarafta pek çok farklı Buda heykeli vardı ve bunların yanına da hangi amaçla önlerinde dua edilebileceğini açıklayan tabelalar konulmuştu. Trafik kazalarından korunmak, erkek çocuk sahibi olmak, okul hayatında başarı vb. için ayrı yerlerde dua ediliyordu.

Tapınaktan biraz yukarı çıkınca Merhamet Tanrıçası’nın heykeline ulaşılıyordu. Manzara muhteşemdi, nefes nefese de olsa bu güzelliğe dalıp gittik. Oradan ayrılırken içi çekirdekli kızartılmış bir hamur tatlısı olan hoddeok almayı ihmal etmedik. Doğrusu tadı damağımda kaldı.

Gelenek ve cümbüş bir arada

AHTAPOT KAÇAMADI

Tapınaktan sonra şehre dönüp balıkçılar çarşısına (Jagalchi Market) gittik. Ama ne çarşı... Böylesi görülmemiştir. Boy boy, çeşit çeşit balık, kabuklu kabuksuz bir yığın tuhaf deniz ürünü, türlü türlü yosun ve renkli önlüklü, lastik çizmeli, hasır şapkalı her yaştan bir balıkçı kadınlar ordusu... Balıkçılar sadece sokaklarda değildi, çevredeki çok katlı binaların tamamı perakende ve toptan balık satıyordu. Akvaryumlarda balıklar oynaşıyordu, birbirine dolanmış yılanbalıklarının manzarası biraz ürkütücüydü ama Koreliler onları yemeye bayılıyorlardı. Hayatımda ilk defa kovadan fırlayıp kaçmaya çalışan dev bir ahtapotu burada gördüm. Balıkçı kadın hemen yaramazı iki eliyle yakalayıp gerisin geri suya attı. Mahallede ayakkabılarınızı çıkarıp, yere bağdaş kurarak alçak masalarda çubuklarla yemek yiyebileceğiniz geleneksel lokantalar da vardı. Bu şaşırtıcı yerde epeyce dolaştık, bazı sokaklarda sadece kurutulmuş balık, ahtapot, karides vs. bazılarındaysa sadece kurutulmuş yosun çeşitleri satılıyordu. Benim ilgimi çeken bir santimlik kurutulmuş balıklar oldu. Tezgâhlarda toz bulutu gibi görünüyorlardı. Geleneksel Kore içkisi sojunun yanında çerez olarak atıştırılıyormuş bu ürünler.

Gelenek ve cümbüş bir arada

HER YER CÜMBÜŞ

Balıkçılar çarşısının hemen arkasında her boydan binanın arasında kalabalık mı kalabalık sokaklardan ve caddelerin altında uzanıp giden yeraltı çarşılarından oluşan semt tam bir alışveriş cenneti. Aradığınız her şeyi burada bulabilirsiniz, otantik el sanatları, sıradan mallar ve ünlü markaların pahalı ürünleri. Daracık sokaklarda önlerinde dikiş makineleri, rengârenk iplikleriyle seyyar terziler, minicik kabinlerinde iki büklüm duran ayakkabı tamircileri yan yana... Bazı dükkânlara ise isim vermek çok zor, bunlarda kadın çorabı, şemsiyeler, kurutulmuş yosunlar ve camekânlar içinde avuç içi kadar kedi ve köpekler bir arada sergileniyor. Busan’da her şey bir arada, ucuz ve pahalı, kaliteli ve sıradan, geleneksel ve modern ve bu cümbüş sadece çarşılara özgü değil şehir tamamen özgün bir hayat kolajı adeta.

Gelenek ve cümbüş bir arada

ZENİTH KOMPLEKSİ DÜNYANIN 10’UNCU YÜKSEK BİNASI

Çarşıdan sonra iki tarafı sanatsal bir şekilde bitki ve heykellerle düzenlenmiş yürüyen merdivenlerle arka taraftaki Yongdusan Parkı’na çıktık. Burada ünlü kule var. Kuleden Busan’ı seyredince nerede olduğumuzu çok daha iyi kavradık. İkisi büyük birkaç akarsu tarafından vadilere ayrılmış olan deniz kıyısındaki bu bol tepeli liman şehrinin kıyıları girintili çıkıntılı, koylar arasında yapılmış köprüler ve iki katlı viyadükler hem trafiği hafifletiyor hem de buraya çok modern bir tat katıyor. Gökdelenler arasında adeta bir mimari yarışma var gibi. Busanlılar’ın iftihar ettikleri Gwangan Köprüsü’nün bir ucundaki dünyanın en yüksek onuncu yapısı olan Zenith kompleksi tam seksen kat ve 301 metre boyunda, bu tarz binalar beni çok açmasa da Zenith zarafetiyle hayranlığımı kazandı. Tepeden bakınca yoksul mahalleleri hem alçaklıkları hem mavi eternit çatıları hem de içi çelikleriyle hemen belli oluyordu. Bunlardan Gamcheon artık turistlerin tur programlarında yer alan renkli ve ilginç bir kültür-sanat merkezi.

Yaklaşık 5 milyon nüfuslu Busan’da yaygın yerleşim gerideki dağlara doğru uzanan çok katlı bir üslupta. Tüm tepeler delinip tünellerle hem zaman hem de mekândan tasarruf sağlanmış. Avrupa kentlerindeki gibi yürüyerek bir bölgeden diğerine gitmek pek mümkün değil. En iyisi taksiyle gidip 15 bölgeden birinde dolaşıp yine taksiyle geri dönmek. Biz de dev alışveriş merkezlerinden birinde dolandıktan sonra tekrar Haeundae’ye döndük.

Gelenek ve cümbüş bir arada

DUA EDENLERİN ÇOĞU KADIN

Ertesi günkü ilk durağımız Chungyeolsa Türbesi’ydi. 16.yy Japon istilasında ölen milli kahramanların türbeleri geniş ve çok sakin bir koru içinde, mütevazı binada yer alıyor. Türbe kalabalık değildi ama bahçenin tadını çıkaran yaşlı ve çocukların sayısı epeyceydi. Bir taksiye binip farklı bir bölgedeki Sangwangsa Tapınağı’na gittim, yolda ünlü Busan stadyumunu da gördüm, zarif kıvrımlarıyla bana bembeyaz bir deniz kabuklusunu hatırlattı. Bir tepenin yüksek noktasına kurulmuş olan tapınak birden fazla binadan oluşuyordu. Bunlara bütün benzer yerlerde olduğu gibi geniş basamaklarla ulaşılıyordu. Tapınaklar birbirine benziyordu. Tavanlar ve duvarlar süslemeli, yerler cilalı tahta, Buda heykelleri, lotus şeklinde renkli fenerler ve dışarda dev bir çan... Dua etmeye gelenlerin çoğu kadındı. Tapınaktan şehri biraz seyrettikten sonra tekrar yürümeye başladım, yoksul mahallelerini geride bırakıp banka ve diğer büyük şirketlerin ana merkezlerinin olduğu geniş caddeye ulaştım, herkes yemek telaşındaydı ve ben de çok acıkmıştım. Bir mantıcı dükkânına girdim. Mantılar enfesti. Çubuk kullanamıyordum. Döke saça yiyebildim. Otelde dinlendikten sonra akşam önce Haeundae pazarını gezdik sonra da sahile inip insan kalabalığının içine karıştık. Gitar sesleri dalgaların mırıltılarına karışıyordu, ay kocamandı ve bunlar dünyanın her yerinde insanları mutlu etmeye yetiyordu.

Gelenek ve cümbüş bir arada

HEPSİ 20’Lİ YAŞLARDAYDI

Birleşmiş Milletler Mezarlığı, Kore Savaşı’nda ölenler için yapılmış tertemiz, sessiz ve güllerle donanmış hüzünlü bir bahçe. Önce bizim askerlerimizi ziyaret ettim sonra da diğer uluslardan yitip gidenleri. Hemen hepsi 20’li yaşlarının başındaydı. Mezarlığın yanında güzel bir arboretum var, orada da tabelalara ağaçların ad ve yaşları yazılmıştı. Ağaçlar, insanlar gibi genç yaşta vurularak değil ihtiyarlayarak ayakta ölüyordu.

Busan Müzesinde Kore tarihini yansıtan eserlere baktıktan sonra yürümeye başladım, kimi zaman gökdelenler arasında kimi zaman da alçak damlı evlerle dolu, daracık sokaklı mahallelerde. Gökdelenlerin önündeki ağaçlıklı yol kenarlarına yine kadın satıcılar kendi ürettikleri sebze ve meyveleri yaymışlardı, bazıları da balık satıyordu. Müşteriler de o gökdelenlerde yaşayanlardı. Anladığım kadarıyla Kore’de gökdelende oturmak (bazı istisna semtler hariç) İstanbul’daki gibi bir lüks ve zenginlik göstergesi değil; bu, yoğun nüfusun ve yüzölçümü olarak küçük bir ülke olmanın getirdiği bir zorunluluk. Kore’nin nüfusu 50 milyon, yüzölçümü ise Türkiye’nin onda biri kadar. Haritada kısa görünen mesafeler yürümekle bitmiyordu. Dünkü serin hava birden ısınıvermişti. Ellerinde beyaz eldiven ve kumaş şemsiyelerle dolaşan kadınlara özendim ama yine de denize ulaşmaya kararlıydım. Sonunda Igidae Parkı’na varabildim. Yeşillikler arasından şehre ve denize bakmak enfesti.

False