Yonca Tabak

Çikolata bağımlısı mısınız?

24 Temmuz 2015
Çikolata mutluluk kaynağı mı yoksa bir bağımlılık mı?

Evet, bugünkü konumuz çikolata. Bir çocuk astımı ve alerji uzmanı olarak tedavi pratiğimde özellikle çocuklar kadar anneleri de ilgilendirdiğine inandığım bir konu çikolata. Peki, o çeşitli şekillerde her tür gıdanın içine girdiğinde lezzete lezzet katan, hatta antioksidan etkisi nedeniyle en yoğun şekillerde tüketilen kakao sanıldığı kadar masum bir gıda mı?

Öncelikle, neden çikolata bir astım alerji uzmanının dikkatini çekiyor bu kadar ona değinmek istiyorum. Eminim birçoğunuz, kakao alerji yapıcı bir gıda olduğu için, diye düşünmüştür bu sorunun üzerine ama hayır konu bu değil. Çikolatanın hammaddesi olan kakaonun insan sağlığı üzerine başka bir olumsuz etkisi var. O da içerdiği yüksek orandaki kafein.

Kafein özellikle kahvede yoğun olarak var olduğu bilinen bir madde. Hatta bu nedenle uyku kaçırıcı özelliğinden dolayı yoğun zihinsel çalışma ve uyanıklık gerektiren durumlarda özellikle erişkinler tarafından bolca tüketilen bir madde. Kahve, bugüne kadar bilinen bu özelliğinden dolayı çocuk tüketiminden mümkün olduğunca uzak tutulmuştur. Ama kahve ile aynı aileden gelen ve çok yüksek oranlarda kafein içeren kakao ve çikolata tam tersine çocuk beslenmesinde olması son derece doğal karşılanan bir gıda haline geldi son yıllarda. Özellikle de iştahsız olduğu düşünülen çocuklar yeter ki bir şeyler yesin diye, kakaolu sütler, kakaolu kahvaltılık gevrekler, kakaolu fındık ezmeleri her anne için “kurtarıcı” oldu. Peki, günü kurtaralım derken içten içe vücutta neler oluyor?

Çikolata ve kakaolu gıdaların içinde yüksek oranda bulunan kafein, uyarıcı etkisinin yanında, mide başını gevşeten ve mide asit salgısını artıran bir maddedir. O yüzden de en sinsi reflü tetikleyicilerinden kabul edilir. Reflü mideden yukarı boğaza asitli mide içeriğinin kaçmasıdır. Erişkinler bunu mide yanması, mide ağrısı ve ağızda acı su hissi olarak kolaylıkla deneyimler ve tarif ederlerken çocuklarda durum o kadar basit değildir. Çocuklarda gizli reflü belirtilerine karşı uyanık olmak gerekir.

Çocuklar ilk doğduklarında beslenme sonrası sütün kolaylıkla midelerinden ağızlarına geldiği çoğu anne baba tarafından bilinir. Fazlasını çıkardı denir çoğu zaman. İşte bu fazlasını çıkarma hali aslında bebeklerin mide başını saran ve yemeklerin yukarı kaçmamasını sağlayan kasların gevşekliğinden kaynaklanır. Ancak sanıldığı gibi çocuk 1 yaşına doğru katı gıdaya geçince mide başı birden bire kapanmaz. Bu açıklık azalarak 18 yaşına kadar devam eder ve zamanla kapanır.

İşte asıl konuya gelirsek, son yıllarda çok masum bir gıda gibi görülen çikolatayı, gofreti ve diğer tüm kakaolu gıdaları çok tüketmeye başlayan çocuk toplumunda artık her üç çocuktan birinde reflü görülmeye başladı. Ses kısıklığı, ağız kokusu, diş gıcırdatma, iştahsızlık, karın ağrısı, mide bulantısı gibi belli belirsiz yakınmalarla kendini gösteren “sessiz reflü” astıma ve geçmeyen geniz akıntısı ve sinüzite yol açıyor. Reflü astımı, astım da reflüyü kötüleştirerek bir çok aile için kış aylarını kabusa çeviren bir kısır döngünün içine giriliyor. Böyle bir durumda sırf çikolatanın kesilmesi bile dramatik bir iyileşme ile sonuçlanıyor.

Tabii asıl sorun burada başlıyor. Beslenmeden çikolata çıkarılırken kakaonun salgılattığı endorfinin, yani mutluluk hormonunun, yarattığı bağımlılıkla baş etmek gerekiyor. Çocuklar bu anlamda daha dirayetli iken, anne ya da baba eğer çikolata bağımlısı ise, çocuktan gizli çikolata tüketmeye devam edildiğinde, çocuğun beslenmesinin düzeltilmesi de mümkün olmuyor.

Önce anne baba çikolatadan kurtulmalı. Bunun ilk adımı da kakaonun bağımlılık yaptığını kabul etmek ve bir bağımlılıkla mücadele eder gibi bu işin çaba gerektirdiğine inanmak ve bilinçli bir şekilde bu zehirden aileyi uzak tutmak için el birliği ile çalışmak. Çocuklarınızdan gizli hiçbir şey yapamazsınız. Onlar görür, bilir ve herkesten önce sizi örnek alır, bunu unutmayın.

Yazının Devamını Oku

Yaz geldi, çocuğumuz iyi ama acaba alerjisi geçti mi?

14 Temmuz 2015
Hastalık sizi yakalamadan, siz hastalığı yakalayın.

Bu soru çok sık karşılaştığım bir duruma işaret ediyor. Yaz aylarında olduğumuz için benzer şekilde birçoğunuzun kafasını meşgul ettiğinden eminim. Yaz ayları, gerçekten de birçok alerjik çocuğu olan aile için bir rahatlama dönemi olur. Okulların kapanması ile birlikte mucizevi bir şekilde astım atakları, öksürükler, balgamlı enfeksiyonlar kesilir. Bu durum da ister istemez, yazın kıştan farkı ne, acaba alerjimiz geçti de ondan mı çocuğumuz iyi, sorusunu akıllara getirir.

Öncelikle yaz aylarında görülen nispeten iyi olma halinin geçici olduğunu bilmelisiniz. Alerji, bağışıklık sisteminin doğada yaşayan, ev tozu akarı, küf mantarları, polenler gibi bazı maddelere verdiği anormal bir tepkidir. Bu anormal yanıt yaz kış demeden gerek burun gerekse akciğerlerde solunum yolunu saran zarda kırmızı, şiş, ödemli ve yanık gibi hassas bir doku yaratır. Bu doku en ufak uyaran ile daralmaya, tıkanmaya müsait bir bronş yapısına neden olur. Kış aylarında görülen enfeksiyonlar alerjiye bağlı hassaslaşmış akciğerlerdeki astımın en güçlü tetikleyicisidir. Yaz aylarında havaların ısınması ve okulların kapanması ile birlikte nezle, grip gibi kış enfeksiyonları birden kesildiğinden, en önemli astım tetikleyicisi devreden çıktığı için çocuk iyiymiş gibi görülür. Oysa alerji yaz kış demeden devam ettiği için akciğerlerdeki hassasiyet adeta kışın gelmesini bekleyen sinsi bir düşman gibi sadece sinmiş olur.

Çoğunuzun yakından bildiği ve kullandığı kortizonlu astım spreyleri kullanıldıkları sürece etkili olurlar. Spreyi kullanırken astım atakları kesilir, sprey kesilince tekrar başlar. Çoğu zaman yaz ayları spreylerin kesildiği ve gerek ailelerin gerekse çocuğun şöyle bir oh çektiği rahatlama dönemleri olur. Ancak eğer bronş içindeki hassasiyete neden olan ve aslında yazın da devam eden alerjiyi kökten çözüm yoluna gitmezseniz sonbahar geldiğinde astım atakları eski şiddetinde geri döner.

Kışa göre nispeten rahat geçen yaz aylarını hastalığı kökten çözme yolunda bir adım atarak değerlendirebilirsiniz. Alerjiyi kökten çözebilecek tek tedavi yöntemi dilaltı damla aşı tedavisidir. İğnesiz olarak uygulanan bu yöntem, çocuğun alerjik olduğu maddeyi sıvı formda dilaltından emdirerek çocuğu bu maddeye alıştırmayı hedefler. Herhangi bir yan etkisi olmayan ve ailelerin evde kullanımına uygun olan dilaltı aşılar şu an için dünyada en çok tercih edilen tedavi yöntemidir. En az 3 yıl sürmesi gereken bu tedavi yavaş etki eder. Yaklaşık 3-6 ay içinde etkileri görülmeye başlanır. Bu açıdan yazın başlanan aşı tedavisinin kışı daha rahat ve daha az ilaçla geçirmek için en etkili yöntem olacağını söyleyebiliriz.

Alerjik astım bronşit çoğu zaman alerjik nezle ile birlikte seyreder. Alerjik nezlenin sebep olduğu burun tıkanıklığı, sürekli şeffaf veya sarı yeşil renkte burun akıntısı ve tekrarlayan balgamlı öksürüklerle seyreden sinüzit çok dirençli bir enfeksiyondur. Kış aylarında sık antibiyotik kullanılsa bile tam olarak geçmeyebilir. Sessiz sedasız devam eden sinüzit kış geldiğinde karşımıza astım bronşit krizi ile çıkabilir. Bu nedenle yaz aylarını sinüziti tedavi ederek geçirmek kışa hazır olmayı sağlayacaktır. Deniz suyu içeriğindeki tuz ve mineraller sayesinde en doğal burun açıcı ve sinüzit sökücüdür. Yaz aylarında çocuklar için havuzu değil denizi tercih etmek bu açıdan çok önemlidir.

Günümüzde her üç çocuktan birinde reflü olduğunu biliyoruz. Hele astımlı çocuklarda her 10 çocuktan 8’inde reflü görülmektedir. Çocuklarda genellikle sessiz reflü dediğimiz, ses kısıklığı, ağız kokusu, diş gıcırdatma, iştahsızlık gibi çok belli belirsiz yakınmalarla seyreden reflü, en bilinmeyen astım tetikleyicisidir. Çocuklarda reflüyü kötüleştiren en önemli madde kafeindir. En çok çikolatalı, kakaolu gıdalarda, kolalı içeceklerde bulunan kafein mideyi gevşeterek ve midede asit artışına neden olarak bronş içini saran zarı daha da hassaslaştırır. Bu yönde yazı, çocuğun ağız tadını bu tür gıdalardan uzaklaştırma ve daha sağlıklı meyve sebze ve hafif tatlılara alıştırmak için bir fırsat olarak görebilirsiniz. Özellikle tatil köylerindeki açık büfeler, bu yönde çocukların en çok sağlıksız beslenmeye yöneldiği cezp edici ancak bir o kadar da kış açısından çok vahim sonuçlanabilecek ortamlar yaratır. Tatil seçimini daha sağlıklı, hafif beslenebileceğiniz yerler yönünde yapmak bu açıdan önemlidir.

Kışa girmeden önce, yazın iyiydik, kış da böyle geçer nasılsa deyip fazla iyimser davranmayın. Mutlaka ilaçlarınızı takip eden çocuk alerji uzmanına çocuğunuz hazır iyiyken başvurun. Kışa hazırlık olarak önerilen mikrop aşılarını, vitaminleri ve ilaç gereksinimi olup olmadığını öğrenin. Siz önden davranın ve enfeksiyonlar, astım krizleri sizi yakalamadan, siz hastalığı yakalayın.

Mutlu, sağlıklı tatiller...

Yazının Devamını Oku

Neden MAVİ?

7 Temmuz 2015
Herkes huzuru arıyor, huzurlu olmayı hedefliyor. Ve fark ettim ki Mavi benim için huzurun rengi...

Merhabalar,

Köşenin adına ve benim adıma bakıp da bu nasıl bir köşe diyenler için kendimi ve köşenin amacını sizlere tanıtmak istiyorum.

Kısaca anlatacak olursam ben Çocuk Sağlığı Hastalıkları ve Çocuk Alerjisi uzmanıyım. Uzun zamandır gerek yazılı gerekse görsel basın kanalı ile alerjik çocuklar ve genel çocuk sağlığı konularında yazılarımı siz okurlarla paylaşıyorum. Birkaç gün önce Hürriye Aile'den düzenli olarak çocuklar, alerji, genel çocuk sağlığı, çocuk beslenmesi gibi konularda güncel gelişmeleri sizlerle paylaşmak konusunda bir teklif aldım. Tabii ki memnuniyetle kabul ettim. Bana tek yapacağınız her zamanki gibi yazmak ve bir köşe ismi belirlemek olacak dendi. Ben de köşenin isminin Mavi olmasına karar verdim. İsim aklıma geldi ancak sonradan kendime sordum neden Mavi? Bugün ilk olarak sizlerle Mavi ismini seçerken zihnimden geçenleri paylaşmak istiyorum.

Biz insanlar maalesef sağlıklı olmanın kıymetini ancak sağlığımızı kaybedince anlıyoruz. Sağlıkla ilgili bir sorun gündemimize oturduğunda bütün o günlerce canımızı sıkan, kafamızı kurcalayan iş, aile içinde veya arkadaşlar arasındaki tatsızlıklar, maddi sorunlar, hepsi bir anda önemini yitiriyor. Gerçekten değerli olanın ne olduğunu anlıyoruz bir anda. Sevdiklerimizle beraber huzurla yaşıyor olmak. Evet huzur... Herkes aslında öyle ya da böyle bir şeylerle uğraşırken bile temelde hep huzuru arıyor, huzurlu olmayı hedefliyor. Ve fark ettim ki Mavi benim için huzurun rengi.

Şöyle bir düşündüm, Mavi nerelerde hayatımıza giriyor diye. Mavi, denizin rengi, dünyada yaşamın ilk yeşerdiği yer olan suyun rengi, gökyüzünün rengi, havanın, nefesin rengi... Masmavi bir gökyüzüne bakarken ya da o uçsuz bucaksız denizlerdeki maviliğe bakarken kim huzur duymaz ki.

Peki, birçoğumuz için her gün baktığımız ama çoğu zaman görmediğimiz gökyüzü, hava olmazsa ne olur? İnsan yemek yemeden günlerce, su içmeden belki biraz daha kısa süre ama hava olmadığında, nefes alamadığında en fazla beş dakika canlı kalabiliyor. Aslında mavi; havanın, yaşamın, nefesin rengi, sağlığın rengi.. Bunu en iyi alerjik astımı olan çocuk anne babaları bilirler. Alerji veya astım yüzünden bronşları tıkanmış bir çocuk öksürükten nefes alamayacak hale geldiğinde anne babanın çaresizliği hiçbir şeyle kıyaslanamaz. Nefes ve nefes alabilmek en temel mesele haline geliverir bir anda. Hele de bu durum on, on beş gün geçmeden tekrarlıyorsa, aile artık çocuk bir kere öksürse yine aynı duruma geleceğiz ve yine soluğu acilde alacağız korkusu ile yaşamaya başlar. Bütün aileye bir huzursuzluk çöker.

Bazen de alerjik nezlesi olan çocuğun burun tıkanıklığı sorun olur. Bu kez de ağız açık uyuma, horlama ve hatta uyku apnesi gündeme gelir. Gece boyu çocuğun başında bekler anne baba. Acaba nefesi durur mu diye. Gece boyu uyuyamamanın verdiği yorgunlukla bazen işe gitmek zorunda kalır. Bazen hasta çocuğunu evde bırakmanın endişesi, bazen de hasta, öksüren çocuğunun okuldan, derslerinden kalıyor olmasının verdiği huzursuzluk. Evet, 25 yıllık çocuk doktorluğu tecrübemde gördüğüm ailelerde en büyük sorun hastalık nedeniyle kara bir bulut gibi eve çöken korku, endişe, huzursuzluk ve sağlıklı bir çocuğa sahip olmanın huzuruna duyulan özlem. Maviye duyulan özlem..

Hocam, bu çocuk hiç iyi olmayacak mı? On gün iyiysek, on beş gün hastayız. Öksürükten gece uyuyamıyor, o da biz de.. Devamlı iştahsız. Devamlı buhar kullanıyoruz. Bazen ayın birkaç gününü acilde geçiriyoruz. Sürekli antibiyotik veriyorlar. Balgamı, öksürüğü hiç bitmiyor. Hep geçici çözümlerle, büyüdükçe geçer diye bekliyoruz. Bu hastalık geçecek mi? İşte bu sorularla geliyor anne babalar, çaresizlik içinde.

Yazının Devamını Oku

Bebek geldi diye hayvanları evden uzaklaştırmayın

24 Nisan 2015
Hayvanlar alerjiden koruyucu etki sağlayabilir mi?

Yaşamı gökyüzüne, bedenimizi ise gökyüzünde sağlıklı bir şekilde uçmaya çalışan bir kuşa benzetirsek, bağışıklık sistemimizi iki yanımızda hareket eden kanatlar olarak görmek mümkündür. Bu kanatlar eşit ve dengeli bir şekilde hareket ettiğinde yaşam bulutsuz bir gökyüzü olacakken; kanatlardan biri daha az veya daha fazla çalışıp dengeyi bozduğunda kendimizi birden fırtınanın ortasındaymış gibi hissedebiliriz.

Bağışıklık sistemi hücreleri birbirlerinden farklı yönlerde hareket eden iki kanadı andırır. Bu kanatlardan bir tanesinin (T1 kanat) temel işlevi, vücut için tehlike oluşturan ve hücrelerimizin içine giren mikroorganizmalarla savaşmaktır. Diğer kanat ise (T2 kanat) bu bağışıklık kanadının mikroplarla savaşırken aşırıya kaçıp kendi dokularına da zarar vermesini önleyecek karşıt rol üstlenir. Karşıt rol üstlenen T2 bağışıklık kanadı aynı zamanda alerjiden de sorumludur. Yaşamın tümünde olduğu gibi bedenimizde de bu iki tip bağışıklık sistemi arasında terazinin iki kanadı gibi mutlak bir dengeye ihtiyaç vardır.

Çocuklar anne karnında iken bebeğin annenin vücudundan atılmaması için T2 kanadın aktif durumda olması gerekir. Dolayısıyla her çocuk dünyaya anneden gelen aktif alerjiye yatkın, T2 kanadın ağırlıkta olduğu bir bağışıklık sistemi ile doğar. Hiç mikropsuz steril bir çevreden, anne karnından dünyaya gözlerini açan bebekte, mikroplarla savaşmakla görevli T1 kanat doğal olarak hiç çalışmamaya bağlı bir miktar zayıf halde olur. Bebeğin vücudunda bir yanda aktif ve güçlü T2 kanat, diğer yanda zayıf kalmış bir T1 kanat doğal dengesizlik yaratır. Terazinin iki kolunun dengeye gelmesi için T1 kanadı çalıştıracak küçük zararsız mikrop temaslarına ihtiyaç vardır. İşte bu noktada alerjiden korunma adına yapılan dünya çapında geniş araştırmalarda, hijyenik, mikropsuz yaşamın devam ettiği şehir çocuklarında, toprakla ve hayvanlarla yoğun temas içinde yaşayan köy çocuklarına kıyasla alerjinin daha fazla görüldüğünü göstermiştir. Benzer şekilde çiğ süt içen ve bu yolla birçok bakteriyel madde ile temas eden çocuklarda alerjik hastalıkların daha az olduğu fark edilmiştir. Çevredeki doğal mikrop çeşitliliği gerek hayvan teması gerekse bitki örtüsü açısından ne kadar fazla ise bağışıklık sisteminin alerji yönüne kayması o kadar zor olmaktadır.

Aynı durum evcil hayvanlar için de geçerlidir. Evde kedi, köpek gibi evcil hayvan besleyen ailelerin yaşam alanının aynı çiftlikte hayvanlarla toprakla içi içe yaşayan aileler gibi olduğu gözlenmiştir. Bu konuda araştırmaların sonuçları çok tutarlı olmasa da evde hayvan besleyen ailelerin çocuklarında alerjinin daha az geliştiğine dair veriler vardır. Bu gözlem bilim çevrelerinde “Hijyen Teorisi” olarak bilinmektedir. Hiyyen teorisine göre, yaşanan çevrede hijyen ne kadar azsa, alerji de o kadar az görülür.

Alerjiyi doğada bulunan, yaşama, yaşayan canlılara dair maddelere bazı vücut tiplerinin olmaması gereken aşırı bir tepki vermesi hali olarak görürsek, hijyen teorisini de bir tür doğaya, yaşama tolerans geliştirilmesi şeklinde düşünebiliriz. Yaşamla, doğayla ne kadar içi içe yaşarsak o maddelere aşırı reaksiyon verme olasılığımız azalr. Öte yandan doğadan ne kadar uzak yaşarsak yaşama dair doğal maddeleri o kadar yabancı kabul etmeye başlarız. İşte bu noktada ailelerin çocuklarını mikroptan uzak tutma çabalarına değinmek gerekiyor. Modern yaşam zamanla çocukları steril bir fanus içinde yaşama noktasına itti. Doğadan, topraktan uzak şehir yaşamında, evden okula, okuldan eve gitmek dışında sokağa bile çıkmayan çocuklar, bu kapalı ortamlarda bir de mikrop kapıp hasta olmasınlar diye çamaşır suyu ile dezenfekte edilen aşırı hijyenik bir çevreye mahkum durumdalar. Sonuç ise tüm dünyada bir salgın boyutunda artan alerjik hastalıklar olmuş durumda. 

Tabi ki, erken bebek ölümlerinin hala büyük sorun olduğu dünyamızda, mikroplu su ve ishal salgınları ile hayatını yitiren birçok çocuk olduğunu göz ardı edemeyiz. Ancak bebekleri mikroptan korurken aşırıya kaçmamak, dengeyi tutturmak gerekiyor. Bunun ölçüsü biz doktorların da yüzde yüz veremediği bir cevap. Peki, ne ölçüde hijyene başvuralım?

Benim bu soruya cevabım, su ve sabunun en doğal temizlik aracı olduğunu unutmamamız gerektiği yönünde. Mikroplardan obsesif bir şekilde korkarak kaçmadığımız sürece, bu yönde bebek emziklerini mikrop kırıcı çamaşır suyu ile steril etmek veya bulaşıkları makinelerine çamaşır suyu koymak şeklinde temizlik konusunda aşırıya kaçmadığımız sürece dengeyi tutturmuş oluruz.

Bebek doğmadan önce evde kedi ya da köpek varsa bebek geldi diye hayvanları evden uzaklaştırmaya gerek yoktur. Hayvanlar alerjiden koruyucu etki sağlayabilir. Ancak çocukta alerji fark edilmişse ve eve sonradan hayvan alma niyeti varsa önce çocuğun alerjik açıdan incelenmesi gerekir. Eğer çocukta hayvan alerjisi varsa hayvanın eve gelmesi sorunları azaltmak yerine artıracaktır. Böyle bir durumda, hayvanın evden gönderilmesi hem aile hem de hayvan açısından büyük sorunlara yol açacaktır. Bu nedenle, çocukta herhangi bir şekilde alerji bir kez geliştiyse eve hayvan almadan önce bir çocuk alerjisi uzmanından bu yönde danışmanlık almak hem çocuk için hem de hayvanlar açısından en doğrusu olacaktır.

Yazının Devamını Oku

Bu beş besin çocuklarda alerji yapıyor!

8 Nisan 2015
Gıda alerjilerinde ilk belirtiler ve yapılması gerekenler...

Alerjiler, doğadan gün geçtikçe uzaklaşan, günlerini dört duvar içinde kapalı ortamlarda, evlerde, okullarda, kreşlerde geçiren, toprakla hayvanlarla temas etmeyen, oyun oynamayan, hijyen düşkünü ailelerin çocuklarının başlıca sorunu haline gelmiştir. İnsan yaşamında, ilk ortaya çıkan alerji olma özelliğinden dolayı gıda alerjileri de bu tabloda yerini almıştır. Gıdalar çocukların doğduğu andan itibaren ilk ve en yoğun temas ettiği yabancı madde grubunu oluşturur. İlk temas anne sütü ve mama ile olur. Anne sütü tüm çocuklar için en değerli gıda maddesi olmasının yanı sıra maalesef annenin yediği gıdalarla da ilk temasın sağlandığı kaynak olarak alerjiye neden olur.

Bu belirtilere dikkat!

Gıda alerjileri bebekte ilk belirtiyi sıklıkla alerjik egzama (atopik dermatit) tablosu ile verir. Yanaklarda kuruma, pullanma veya göğüste isilik benzeri döküntü, kaşıntı ve egzama benzeri yaralar ile seyreden gıda alerjileri bu cilt tablosu ile çocuğun alerjik olduğunun ve yaşamını alerjik devam edeceğinin de ilk işaretini verir. Bunun yanı sıra, alerjik egzamaya eşlik ederek ya da tek başına olmak kaydı ile sindirim sistemini tutan gıda alerjileri de vardır. Sindirim sistemi tutulumu olduğunda ilk belirti genellikle fışkırır tarzda kusmalar, ishal, kanlı kaka şeklinde olur. İshal ve kusmanın ağırlıkta olduğu hallerde çocukta yeterli kilo almama, büyüme gelişme geriliği en sık sorunlardan birisidir.

İnek sütü alerjisi gıda alerjileri içinde en sık rastlanılan alerji türüdür. İkinci en sık gıda alerjisi yumurtaya karşı gelişir. Ardından sırasıyla buğday ve diğer tahıllar, balık ve deniz ürünleri ile kuruyemişler gelir. Bu beş gıda, bütün gıda alerjilerinin hemen hemen yüzde 90’ından sorumludur. Gıda alerjisinde tedavinin bel kemiğini sorumlu gıdadan uzak durmak oluşturur.

İşte en sık karşılaşılan gıda alerjileri;

1-İnek sütü alerjisi

Eğer çocukta inek sütü alerjisi saptanmışsa süt ve süt ürünlerinin (peynir, yoğurt, ayran, tereyağı gibi) tamamen beslenmeden çıkarılması gerekir. İnek sütü, keçi sütü, koyun sütü ile çapraz reaksiyon gösterebildiğinden bunlardan birine alerji tespit edildiğinde hepsinden birden uzak durmak gerekebileceği bilinmelidir. İnek sütü alerjisi olan bir çocuk yüzde 70 keçi sütüne de tepki verir.

Yazının Devamını Oku

Çocuğunuzdaki dikkat eksikliğinin nedeni belki de...

3 Şubat 2015
Çocuğunuz sabahları baş ağrısı, huzursuzluk ve gerginlikle mi uyanıyor?

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu teşhisi koyulan çocuğunuzun asıl sorunu tıkalı burnu olabilir. Çocuk İmmünolojisi ve Alerjisi uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak çocuklarda burun tıkanıklığının ne gibi sağlık problemlerine yol açtığını anlatıyor.

Burun tıkanıklığı çocuğun bütünsel sağlığını ve yaşamın kalitesini derinden etkiliyor. Burnu tıkalı çocuk; rahat nefes alamadığı için gece boyu rahat uyuyamıyor. Sabahları baş ağrısı, huzursuzluk ve gerginlikle uyanıyor. Bundan dolayı çevresi ile uyum sorunları yaşamaya, davranış bozuklukları sergilemeye ve okulda konsantrasyon güçlükleri çekmeye başlıyor. Bu tablodaki çocuklar hiperaktivite yani dikkat eksikliği tanısıyla tedavi görmeye başlıyor ancak sorun dikkat eksikliği değil, burun tıkanıklığından kaynaklanıyor.

Burun tıkanıklığınınönde gelen nedeni alerjik nezledir

Burundan sorunsuz bir şekilde nefes alabilmenin yetişkinler için olduğu kadar çocukların sağlıklı bedensel ve ruhsal gelişimleri ve de yaşam kaliteleri içinde çok büyük önem taşıdığı bilinen bir gerçektir. Çocuklardaki burun tıkanıklığının en önde gelen nedeni alerjik nezledir. Burnun ısıtıcı, nemlendirici ve partikülleri temizleyici rolü solunum yolu enfeksiyonlarına daha az yakalanmayı sağlamakta olup, özellikle mikroplarla ilk kez temas etmeye başlayan okul ve yuva çağındaki çocuklarda sağlıklı nefes alabilmek çok daha büyük önem taşımaktadır.

Burnu tıkalı çocuk, çevresi ile uyum sorunları yaşıyor

Burnu tıkalı olan çocukta zamanla uyku apnesi görülmeye başlamaktadır. Uykusunda huzursuz, horlayan, iç çeken çocuğun zaman zaman nefes almaya ara verdiği gözlenir. 20 saniyeden başlayıp 40-60 saniyeye uzayabilen bu nefes almama süreçlerinin ardından vücut oksijensiz kalır. Beyin hafifçe uyanıklık haline geçerek vücuda nefes alması için alarm verir ve çocuk aniden derin bir nefes alır. Bu süreçler gece boyunca yüzlerce kez tekrarlanır ve çocuğun uyku kalitesi bozulur. Gece boyu rahat uyuyamayan ve terleyen çocuk, sabahları baş ağrısı ile uyanır. Gündüz uykulu ve yorgun olur. Gün içinde derslerine konsantre olamaz, ders başarısı düşer. Etrafına karşı davranış bozuklukları sergiler. Hiperaktiftir. Bu durum birçok kez hiperaktivite, dikkat eksikliği bozukluğu tanısıyla tedavi edilir.

İdrarını tutmayan çocuk davranış bozukluğu sergiliyor

Uyku apsesinden dolayı gece boyu terleyen çocuk geceleri idrarını tutamamaktadır. Daha önce idrarını tutabilen çocuk gece altını ıslatmaya başlayınca; davranış bozuklukları sergileyeme başlar ve psikolojik açıdan takibe alınır. Ancak aslında ana sorun burun tıkanıklığıdır.

Alerjik nezle tedavi edilmeden bademcik ve geniz eti ameliyatı olan her 4 çocuktan birinde geniz eti tekrar büyüyor ve şikayetler yeniden başlıyor

Alerjik nezlede tekrar eden enfeksiyonlar çoğu kez geniz eti ve bademcik büyümesi ile sonuçlanmaktadır. Cerrahi operasyonlarla geçici çözümler üretilse de alta yatan alerjik neden tedavi edilmediği müddetçe 4 çocuktan birinde şikayetlerin tekrarlaması mümkündür.

Çocuklarda alerji tedavisinin bir bütün olarak yapılması gerekmektedir. Sorumlu alerjinin saptanmasının ardından kökten çözüm dilaltı aşı tedavisi ile mümkündür. Tedavi sonucu burnu açılan çocuğun uyku kalitesi düzelir, uyku kalitesi düzelen çocuğun okul başarısı yükselir, gece uykuda büyüme hormonu salgısı artacağından büyümesi hızlanır.

Çocuk İmmünolojisi ve Alerjisi uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak

Burun tıkanıklığı çocuğun bütünsel sağlığını ve yaşamın kalitesini derinden etkiliyor. Burnu tıkalı çocuk; rahat nefes alamadığı için gece boyu rahat uyuyamıyor. Sabahları baş ağrısı, huzursuzluk ve gerginlikle uyanıyor. Bundan dolayı çevresi ile uyum sorunları yaşamaya, davranış bozuklukları sergilemeye ve okulda konsantrasyon güçlükleri çekmeye başlıyor. Bu tablodaki çocuklar hiperaktivite yani dikkat eksikliği tanısıyla tedavi görmeye başlıyor ancak sorun dikkat eksikliği değil, burun tıkanıklığından kaynaklanıyor.

Burundan sorunsuz bir şekilde nefes alabilmenin yetişkinler için olduğu kadar çocukların sağlıklı bedensel ve ruhsal gelişimleri ve de yaşam kaliteleri içinde çok büyük önem taşıdığı bilinen bir gerçektir. Çocuklardaki burun tıkanıklığının en önde gelen nedeni alerjik nezledir. Burnun ısıtıcı, nemlendirici ve partikülleri temizleyici rolü solunum yolu enfeksiyonlarına daha az yakalanmayı sağlamakta olup, özellikle mikroplarla ilk kez temas etmeye başlayan okul ve yuva çağındaki çocuklarda sağlıklı nefes alabilmek çok daha büyük önem taşımaktadır.

Burnu tıkalı olan çocukta zamanla uyku apnesi görülmeye başlamaktadır. Uykusunda huzursuz, horlayan, iç çeken çocuğun zaman zaman nefes almaya ara verdiği gözlenir. 20 saniyeden başlayıp 40-60 saniyeye uzayabilen bu nefes almama süreçlerinin ardından vücut oksijensiz kalır. Beyin hafifçe uyanıklık haline geçerek vücuda nefes alması için alarm verir ve çocuk aniden derin bir nefes alır. Bu süreçler gece boyunca yüzlerce kez tekrarlanır ve çocuğun uyku kalitesi bozulur. Gece boyu rahat uyuyamayan ve terleyen çocuk, sabahları baş ağrısı ile uyanır. Gündüz uykulu ve yorgun olur. Gün içinde derslerine konsantre olamaz, ders başarısı düşer. Etrafına karşı davranış bozuklukları sergiler. Hiperaktiftir. Bu durum birçok kez hiperaktivite, dikkat eksikliği bozukluğu tanısıyla tedavi edilir.

Uyku apsesinden dolayı gece boyu terleyen çocuk geceleri idrarını tutamamaktadır. Daha önce idrarını tutabilen çocuk gece altını ıslatmaya başlayınca; davranış bozuklukları sergileyeme başlar ve psikolojik açıdan takibe alınır. Ancak aslında ana sorun burun tıkanıklığıdır.

Alerjik nezlede tekrar eden enfeksiyonlar çoğu kez geniz eti ve bademcik büyümesi ile sonuçlanmaktadır. Cerrahi operasyonlarla geçici çözümler üretilse de alta yatan alerjik neden tedavi edilmediği müddetçe 4 çocuktan birinde şikayetlerin tekrarlaması mümkündür.

Çocuklarda alerji tedavisinin bir bütün olarak yapılması gerekmektedir. Sorumlu alerjinin saptanmasının ardından kökten çözüm dilaltı aşı tedavisi ile mümkündür. Tedavi sonucu burnu açılan çocuğun uyku kalitesi düzelir, uyku kalitesi düzelen çocuğun okul başarısı yükselir, gece uykuda büyüme hormonu salgısı artacağından büyümesi hızlanır.

Yazının Devamını Oku

Çocuklarda alerjik nezle nasıl tedavi edilir?

15 Aralık 2014
Bu hastalıkta burun tıkanıklığı şikayeti ön planda görülür.

Çocuklarda alerjik nezle (saman nezlesi) nasıl teşhis edilir? Çoğu zaman burun tıkanıklığı ile baş gösteren alerjik nezle, nasıl tedavi edilir? Konuyla ilgili merak edilen tüm bilgileri Çocuk Sağlığı Hastalıkları Alerji ve Astım Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak’tan öğrendik.

Bahar aylarında birçok insanın hapşırık, burun kaşıntısı, burun akıntısı, göz akıntısı şeklinde yaşadığı ve ‘saman nezlesi’ olarak da bilinen alerjik nezle, son yıllarda çocukların önemli bir sorunu haline geldi. Çoğu kez çocukta olmaz diye bakılarak göz ardı edilen ve yine çoğu zaman erişkinlerde görülenden biraz farklı bulgu veren bu durum, tanınması ve zamanında tedavi edilmesi gereken önemli bir hastalıktır.

Çocuklarda saman nezlesinin belirtileri

    Çocuklarda alerjik nezle (rinit) olduğunda, erişkinlerden farklı olarak çoğu kez burun tıkanıklığı şikayeti ön planda görülür.Devamlı ağzı açık, horlayan bir çocuk söz konusudur.Her zaman olmamakla birlikte hapşırık, burun kaşıntısı ve beyaz bir burun akıntısı ile gözlerde sulanma görülebilir.Burun kanalları alerjiye bağlı sürekli tıkalı olduğundan soğuk algınlığı geldiğinde bir türlü iyileşmez.Beyaz olarak başlayan burun akıntısı çoğu zaman sarı yeşil hale döner, peşine geniz akıntısına bağlı balgamlı öksürük eklenir ve bu durum çoğu zaman antibiyotiksiz geçmeyen sinüzite çevirir.Burun tıkanıklığına bağlı orta kulakta sıvı birikimi ile seyreden seröz otit (kulakta sıvı birikimi) ve duyma kaybı da alerjik nezlesi olan çocuklarda çok sık yaşanan tablolardan biridir.

Saman nezlesi nasıl tedavi edilir?

İlk etapta altta yatan alerji neye karşı diye bakılarak onun bulunması ile işe başlanmalıdır. Bu ev tozu alerjisi ise ev önlemleri, evden halıların kaldırılması ve yatak için özel alerji kılıfları alınması gibi önlemler alınır. Alerji, polene karşı ise bahar aylarında sabah ve akşam geç saatlerde kapı ve pencerelerin mümkün olduğunca kapalı tutulması, dışarıda çamaşır kurutulmaması gibi olabildiğince polenden uzak durucu önlemlere başvurulmalıdır. Ancak gerek ev tozu gerekse polen alerjisinde alerjik olunan maddeden %100 korunmak mümkün değildir. İşte bu noktada vücudun alerjik olunan maddeye alıştırılması için dilaltı damla aşı tedavisine bir an önce başlanmalıdır. Dilaltı damla aşı tedavisi iğnesiz bir aşılama yöntemidir. Şu an için bütün dünyada alerjinin tek ve en güvenli tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Üç yaşından sonra alerji testlerinde kanıtlanmış bir alerjisi olan her alerjik nezle ve/veya alerjik astım tanısı almış çocuğun en kısa sürede dilaltı aşı tedavisine başlatılması, hastalığın ilerlemesini durdurmak adına büyük önem taşımaktadır.

Tedavi edilmediği takdirde…

Öte yandan tedavi edilmeyen alerjik nezle ve beraberinde gelen tekrarlayan sinüzit, hastalar arasında göğse inme olarak tabir edilen astım bronşit ataklarına çevirebilir. O güne kadar hafif, tek tük, geniz akıntısına bağlı balgamlı öksürük şeklinde seyreden durum birden gece sabaha karşı çocuğu uyutmayacak kadar şiddetli öksürük krizleri ve hırıltı gelişmesi ile devam eder, bu durum çoğu zaman acilde buhar tedavisi ile sonuçlanır. Alerjik çocuklarda alerjik nezle ve alerjik astım sıklıkla birlikte görülür. İki hastalığın da söz konusu olduğu hallerde altta yatan alerji, kökten tedavi edilmediğinde sonuç başarısız olur.

Bahar aylarında birçok insanın hapşırık, burun kaşıntısı, burun akıntısı, göz akıntısı şeklinde yaşadığı ve ‘saman nezlesi’ olarak da bilinen alerjik nezle, son yıllarda çocukların önemli bir sorunu haline geldi. Çoğu kez çocukta olmaz diye bakılarak göz ardı edilen ve yine çoğu zaman erişkinlerde görülenden biraz farklı bulgu veren bu durum, tanınması ve zamanında tedavi edilmesi gereken önemli bir hastalıktır.

İlk etapta altta yatan alerji neye karşı diye bakılarak onun bulunması ile işe başlanmalıdır. Bu ev tozu alerjisi ise ev önlemleri, evden halıların kaldırılması ve yatak için özel alerji kılıfları alınması gibi önlemler alınır. Alerji, polene karşı ise bahar aylarında sabah ve akşam geç saatlerde kapı ve pencerelerin mümkün olduğunca kapalı tutulması, dışarıda çamaşır kurutulmaması gibi olabildiğince polenden uzak durucu önlemlere başvurulmalıdır. Ancak gerek ev tozu gerekse polen alerjisinde alerjik olunan maddeden %100 korunmak mümkün değildir. İşte bu noktada vücudun alerjik olunan maddeye alıştırılması için dilaltı damla aşı tedavisine bir an önce başlanmalıdır. Dilaltı damla aşı tedavisi iğnesiz bir aşılama yöntemidir. Şu an için bütün dünyada alerjinin tek ve en güvenli tedavi yöntemi olarak kabul edilmektedir. Üç yaşından sonra alerji testlerinde kanıtlanmış bir alerjisi olan her alerjik nezle ve/veya alerjik astım tanısı almış çocuğun en kısa sürede dilaltı aşı tedavisine başlatılması, hastalığın ilerlemesini durdurmak adına büyük önem taşımaktadır.

Öte yandan tedavi edilmeyen alerjik nezle ve beraberinde gelen tekrarlayan sinüzit, hastalar arasında göğse inme olarak tabir edilen astım bronşit ataklarına çevirebilir. O güne kadar hafif, tek tük, geniz akıntısına bağlı balgamlı öksürük şeklinde seyreden durum birden gece sabaha karşı çocuğu uyutmayacak kadar şiddetli öksürük krizleri ve hırıltı gelişmesi ile devam eder, bu durum çoğu zaman acilde buhar tedavisi ile sonuçlanır. Alerjik çocuklarda alerjik nezle ve alerjik astım sıklıkla birlikte görülür. İki hastalığın da söz konusu olduğu hallerde altta yatan alerji, kökten tedavi edilmediğinde sonuç başarısız olur.

Yazının Devamını Oku

Doğru nefes alıyor musunuz?

21 Kasım 2014
Nefes kapasitenizin sadece %30’unu kullanıyorsunuz.

Çoğu sağlıklı insan normal ve sakin bir soluk alışta nefes kapasitesinin yalnızca %30’una kadarını kullanabiliyor. 3-4 yaşlarından itibaren doğal nefes alışkanlığının bozulduğunu belirten Çocuk Sağlığı, Hastalıkları ve Alerji Uzmanı Prof. Dr. Yonca Tabak, doğru nefes almanın önemi hakkında bilgiler verdi.

Bir bebeğe ilk doğduğu anda hediye edilen doğal nefes; karından başlayarak, önce karnın sonra göğsün bir dalga gibi inip kalkması ile seyreden sakin ve akışkan bir nefestir. Çocuğun 3- 4 yaşlarına gelmesi, kendini ve çevresini tanıması ve korktuğu anlarda nefesini tutmaya başlaması ile birlikte bu doğal nefes alışkanlığı giderek bozulur. Erişkin bir birey olunduğunda, karın nefesi kaybolur ve kişi artık sadece göğüs kafesi ile nefes alır hale gelir. Yani nefes alındıkça yalnızca göğüs inip kalkar.

Derin nefes almamız söylendiğinde, karnımızı içeri çeker, omuzlarımızı kaldırır, göğsümüzü dışarı çıkarırız. Bu çaba ile bile, göğüs nefesi ile sınırlı kaldığımız için yüzeysel bir nefes alış söz konusu olur. Bu şekilde kişi akciğer potansiyelinin çok azını kullanabilir ve solunum fonksiyon testlerinde ortaya çıkan sonuçların da gösterdiği üzere çoğu sağlıklı insanın normal ve sakin bir soluk alışta nefes kapasitesinin yaklaşık yüzde 30'u kadar nefes alabilir.

Az nefes, az yaşam demektir!

Astım gibi nefes almanın iyice zorlaştığı hastalıklarda bu kapasite iyice azalır ve az nefesin aynı zamanda az can, az yaşam, az sağlık demek.

Karın nefesi aynı zamanda diyafram nefesi olarak da bilinir. Üflemeli çalgı çalanlar, opera veya şan gibi yoğun nefes gereken işlerle uğraşanlar nefeslerini bilinçli bir şekilde yeniden diyafram/karın nefesine döndürürler. Şu bir gerçektir ki; göğüs nefesi yüzeysel nefes almayı sağlarken, diyafram-karın nefesi çok yoğun ve derin nefes almayı sağlar. Derin ve etkili nefes almadığımızda tüm vücutta farkında olmadan oksijen eksikliği belirtileri baş gösterir ve bu durum da halsizlik, kas ağrısı, mide asidi artışı, depresyon, huzursuzluk, akciğer problemleri, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve sağlıksız bakterilerin artışı ile beraber, alerji ve kanser başta olmak üzere birçok kronik hastalık ve enfeksiyona zemin oluşur.

Çocukluk döneminde nefes alışkanlığı değişmeye başlıyor

3 yaşından sonra bozulmaya başlayan nefes alışkanlığı, özel nefes eğitim çalışmaları ile geri döndürülebiliyor. Bu çalışmalarda diyafram rahatlatılarak yeniden esneklik kazandırılıyor; nefes akciğerlerin en alt noktalarına kadar inmeye başlıyor ve en önemlisi de bu nefes alışkanlığı kalıcılaştırılarak normal hayatta da maksimum düzeyde oksijenin vücuda gitmesi sağlanıyor. Bu nefes eğitimleri sonunda nefes yeniden doğal ve diyafram katılımı ile alınmaya başlandığında tüm vücutta bol oksijen dolaşımı sağlanıyor.

Oksijenin getirdiği hücre yenilenmesi ile de bağışıklık sistemi güçleniyor; nefes alışımızla ilgili olabileceğini hiç düşünmediğimiz pek çok sorun ortadan kalkıyor; enfeksiyonlara direnç kazanılıyor; midede yanma, reflü ve astım yakınmaları kendiliğinden azalıyor.

Bir bebeğe ilk doğduğu anda hediye edilen doğal nefes; karından başlayarak, önce karnın sonra göğsün bir dalga gibi inip kalkması ile seyreden sakin ve akışkan bir nefestir. Çocuğun 3- 4 yaşlarına gelmesi, kendini ve çevresini tanıması ve korktuğu anlarda nefesini tutmaya başlaması ile birlikte bu doğal nefes alışkanlığı giderek bozulur. Erişkin bir birey olunduğunda, karın nefesi kaybolur ve kişi artık sadece göğüs kafesi ile nefes alır hale gelir. Yani nefes alındıkça yalnızca göğüs inip kalkar.

Derin nefes almamız söylendiğinde, karnımızı içeri çeker, omuzlarımızı kaldırır, göğsümüzü dışarı çıkarırız. Bu çaba ile bile, göğüs nefesi ile sınırlı kaldığımız için yüzeysel bir nefes alış söz konusu olur. Bu şekilde kişi akciğer potansiyelinin çok azını kullanabilir ve solunum fonksiyon testlerinde ortaya çıkan sonuçların da gösterdiği üzere çoğu sağlıklı insanın normal ve sakin bir soluk alışta nefes kapasitesinin yaklaşık yüzde 30'u kadar nefes alabilir.

Astım gibi nefes almanın iyice zorlaştığı hastalıklarda bu kapasite iyice azalır ve az nefesin aynı zamanda az can, az yaşam, az sağlık demek.

Karın nefesi aynı zamanda diyafram nefesi olarak da bilinir. Üflemeli çalgı çalanlar, opera veya şan gibi yoğun nefes gereken işlerle uğraşanlar nefeslerini bilinçli bir şekilde yeniden diyafram/karın nefesine döndürürler. Şu bir gerçektir ki; göğüs nefesi yüzeysel nefes almayı sağlarken, diyafram-karın nefesi çok yoğun ve derin nefes almayı sağlar. Derin ve etkili nefes almadığımızda tüm vücutta farkında olmadan oksijen eksikliği belirtileri baş gösterir ve bu durum da halsizlik, kas ağrısı, mide asidi artışı, depresyon, huzursuzluk, akciğer problemleri, bağışıklık sisteminin zayıflaması ve sağlıksız bakterilerin artışı ile beraber, alerji ve kanser başta olmak üzere birçok kronik hastalık ve enfeksiyona zemin oluşur.

3 yaşından sonra bozulmaya başlayan nefes alışkanlığı, özel nefes eğitim çalışmaları ile geri döndürülebiliyor. Bu çalışmalarda diyafram rahatlatılarak yeniden esneklik kazandırılıyor; nefes akciğerlerin en alt noktalarına kadar inmeye başlıyor ve en önemlisi de bu nefes alışkanlığı kalıcılaştırılarak normal hayatta da maksimum düzeyde oksijenin vücuda gitmesi sağlanıyor. Bu nefes eğitimleri sonunda nefes yeniden doğal ve diyafram katılımı ile alınmaya başlandığında tüm vücutta bol oksijen dolaşımı sağlanıyor.

Oksijenin getirdiği hücre yenilenmesi ile de bağışıklık sistemi güçleniyor; nefes alışımızla ilgili olabileceğini hiç düşünmediğimiz pek çok sorun ortadan kalkıyor; enfeksiyonlara direnç kazanılıyor; midede yanma, reflü ve astım yakınmaları kendiliğinden azalıyor.

Yazının Devamını Oku