Serhan Asker

Afrika tabancasının tetiği

21 Temmuz 2015
Kamerunlular, Antalya’ya gönderdikleri golcülerini bu sözle anlatıyor

Bir atlas alıp, o haritayı önünüze koyup, ters çevirdiğiniz zaman kara kıta bir silaha benzer. İşte Kamerun da o silahın tam tetiğinde duruyor. Samuel Eto’o da o tetiktir işte. Afrika tabancasının en vurucu yeridir golcünün kendisi.

KAMERUN Kadji Futbol Akademisi’nden bir çok yıldız çıktı.. Kamerun’un efsanesi Roger Milla, bir gün o akademiye bir yıldız adayı önerir.. Kamerun Milli Takımı’na gençler kategorisine oyuncu bulmada danışmanlık da yapan Milla, ülkesinin ikinci liginde oynayan bu genci ilk keşfedenlerden.. “13 yaşında bir yıldız doğuyor. Ve artık gözüm arkada kalmayacak gibi. Gelecekteki veliahtım bu çocuk olabilir.”
Afrika’nın her karış toprağında pusuya yatan Real Madrid’in yetenek avcıları Eto’o’yu, Milla’nın bu sözleriyle mi buldu yoksa kendileri mi gördü, bunu tam olarak bilemiyoruz..
“Ailem yoksuldu. Zaten durumu iyi olan aile yoktur ki Afrika’da.. Neredeyse her aile yokluk içindedir.. Çocukluğumda bu çemberi kırmak için büyük futbolcu olma hayali kurardım. Oman Bıyık ve Roger Milla’yı kendime örnek aldım.”
Eto’o bu sözlerle anlatıyor, futbol yolculuğuna başlangıcı..
Bir anda kendisini Madrid’de bulan Eto’o şaşkındı.. Ama işler başlarda pek de iyi gitmedi..

Yazının Devamını Oku

Irkçılığı tuş eden adam

20 Temmuz 2015
Rennes’de oynarken, Lyon’daki Baros’un hareketini hiç unutmadı.

Çek golcüye maç içinde nefes aldırmadı. Markajından bunaldığı M’Bia’ya, Baros burnunu tutup “Çok kötü kokuyorsun” hareketi yaptı. Ama o bu tabloya inat Trabzon’a imza atıp, bir beyaz olan Hırvat Rakitiç’in düğünü için apar topar İspanya’ya uçtu.

GEÇEN yıl TRT Spor’da yaptığım “Rio Yolu” programı için Kamerun’daydım. İlginç bir ülke. Siyasi başkenti Yaounde’de kaldığım otelden caddeye yürürken yanıma bir Kamerunlu ilişti.. 500 metre birlikte yürüdük.. Ben taksiye binmeye yönelince, bana isteğim dışında eskortluk yapan 20 yaşlarındaki genç, “Biraz para vermeyecek misin?” dedi. “Neden?” diye sorunca, “Ben sana eşlik etmeseydim belki de seni soyarlardı” demez mi.. Ekonomik olarak sıkıntılar yaşayan bir ülke.
Evlerinde bırakın televizyonu, elektrik dahi olmayan insanların vakit geçirebilmek için sabaha kadar sokaklarda yürüdüklerine tanık oldum.. Otelde sabaha kadar süren dışarıdaki gürültüden uyuyamıyorsunuz...

VARINI YOĞUNU KAMERUN’DAKİ AİLESİ İÇİN HARCIYOR

KARMAŞIK bir ülke. Yaunde’den ekonomi başkenti Douala’ya uçmak için havalimanına geldiğimde yaşadığım olay tam da bu karmaşıklığı ve düzensizliği anlatıyor.. 21.15’teki uçak, 20.30’da havalanmıştı bile..
İşte Trabzonspor’un yeni transferi M’Bia böyle bir coğrafyada büyüdü.. Bütün vatandaşlarının yaşadığı yokluğu o da yaşadı.. Büyük bir aileye sahip.. 50’den fazla yakını var.. Şimdilerde İsviçre’de futbol hayatını sürdüren 25 yaşındaki kardeşi Frank Etoundi ile birlikte ailesine ve akrabalarına iyi bir gelecek için büyük emek harcıyor.. Kimbilir belki de transferinin uzamasındaki ekonomik şartların sağlam temele oturtulmasını bundan dolayı istedi..

KAFKA’NIN KEMİKLERİNİ SIZLATAN HAREKET

Baros, M’Bia’yı bir anlamda meşhur etti. Ama o arkadaşlarına olan düşkünlüğü ile hep sevildi.

Yazının Devamını Oku

Çarşı filozofunu buldu

19 Temmuz 2015
Karamazov Kardeşler’i çocukken ezberlemiş, felsefe tutkunu... Yeri geliyor Schopenhauer’dan yeri geliyor Nietzsche’den dem vuruyor..

Sahada ise sağ kanatta oynasa da küçük kasaba takımı Hoffenheim’ın Bundesliga’daki çıkışının önemli aktörlerinden biriydi..

LEV Davidoviç Bronştein.. 1900’lü yılların başında Çar’ın polisleri tarafından gözaltına alınır, tutuklanır ve Sibirya Cezaevi’ne gönderilir..
Bronştein, siyasi görüşleriyle Çar’ın otoritesini tehdit eden bir aktivist.. 2 yıl kaldığı cezaevinden sahte bir pasaportla kaçar..
Gardiyanın pasaportuyla Viyana oradan da Londra’ya geçen Bronştein bundan sonraki hayatını çeşitli ülkelerde geçirir..
Pasaportaki isim Troçki’dir.. Ünlü siyasetçi Troçki’nin adı işte o gardiyandan geliyor.. O Troçki’nin yolu çok sonra Türkiye’ye düşer..
Stalin’le siyasi mücadeleyi kaybedince Türkiye ile yapılan anlaşma gereği İstanbul’a sürgün edilir.. Ünlü siyasetçi Büyükada’da 3 yıl yaşar..
O dönemde 5 yaşında bir çocuk olan ve daha sonra büyük bir yıldıza dönüşen Fenerbahçeli Lefter’in (Küçükandonyadis) dizinde çok sevdiği belgesellere bile konu olur..

Yazının Devamını Oku

Geleceği falında çıkan adam

18 Temmuz 2015
Batıl inançları olan baba Bob, oğlu hakkındaki fikirlere inanmaz ama falcının sözleri aklını kurcalar. Van Persie yürümeye başladığında topla da tanışır. Okulda onunla ilgili ilk şikayet şu olur: “Futboldan başka bir şey düşünmüyor.”

OKUMAZ ama büyük futbolcu olur.” Baba, biraz batıl inançları olan birisi.. Oğlu doğduktan iki gün sonra Rotterdam-Kralingen’in en ünlü Faslı kadın falcısına gider. Çocuğunun geleceği hakkındaki fikirlerini öğrenmek ister.. “İyi bir öğrenci olmayacak fakat çok ünlü bir futbolcu olacak”.. Baba falcı kadına inanmaz ama fikir aklını da kurcalar.. Oğlu yürümeye başladığında artık ufaktan dokunacağı topu da vardır.. Baba oğul top oynarlar.. 2-3 derken çocuk 6 yaşına gelir..
Artık mahallede maçlar yapılmaktadır.. Mahallenin en asi adamının evine giden topu almaya sadece bir kişinin yüreği vardı.. Çoğu Faslılardan oluşan çocukların içindeki cesur yürekli afacanın evin bahçesine girmesiyle birlikte çıkması bir oldu.. Koltuğunun altına sıkıştırdığı topla.. Ancak evin sahibi de bu ele avuca sığmaz çocuğun peşindeydi.. Amansız bir kovalamaca yaşandı.. Galip çıkan ufaklık olmuştu.. Üstelik kendisini takip eden adam düşmüş ayağını kırmıştı.. Artık o evin önünde top oynamak yasaklanmıştı..

SINIFINA TOP SEKTİREREK GİRERDİ

İŞTE topunu canı gibi koruyan küçük çocuk geçtiğimiz günlerde görkemli bir törenle Fenerbahçeli olan Van Persie..
Sanatçı bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Annesi ressam, babası heykeltraş.. Henüz iki yaşındayken anne babası ayrılıyor. Annesiyle yaşamaya başlayan Van Persie, kadını hiperaktifliğiyle canından bezdirir.. Bir gün anne, eski eşinin kapısını çalar.. Elinden tuttuğu oğlunu göstererek,
“Baş edemiyorum ben. Bundan sonra sen bakabilir misin?”
Artık baba Bob çekiyor “cıva” gibi yerinde duramayan çocuğun kahrını.. Öyle bir çocuk ki, uyku dışında kalan bütün dünyası futbol topu.. Evden okula kadar futbol topunu sürerek gidiyor. Hatta bazen sınıfa çıkan merdivenleri bile top sektirerek arşınlamaya çalışıyor..

Yazının Devamını Oku

Mülteci kampından dünya yıldızlığına

17 Temmuz 2015
Galatasaray’ın Polonya doğumlu Alman panzerinin futbol aşkı, Köln’de başladı. Babası futbolcu, annesi ise hentbolcu olan Podolski’nin evinin arkasındaki arsa, futbol yolculuğunun belki de en önemli mekanlarından biri oldu.

AİLESİ Polonya’daki evinden barkından olmuştu.. Oğulları Podolski’nin doğduğu Gliwice kasabasından Friedland Mülteci Kampı’na 80’li yıllarda göç etmek zorunda kalan Podolski ailesini burada zor günler bekliyordu. O günleri bakın nasıl anlatıyor Galatasaray’ın yeni yıldızı: “Kamp yeri nasıl kalabalıktı anlatamam. Her kafadan bir ses çıkıyordu. Başka başka diller konuşuluyordu. Hiçbir şey anlamıyordum. Bize yabancı yüzlerce insanla yemek yiyorduk. Oradaki herkes kökünden koparılmış birer ağaç gibiydi.”

Podolski ailesinin Almanya macerası, Polonya’dan Friedland Kampı’na göçle başladı

TARİH 7 Aralık 1970... Yer Varşova.. Termometrede derece -10’u gösteriyor.. Kentin bir gettosunda Yahudi anıtı önünde Willy Brandt bir anda dizlerinin üzerine çöker. Heyetteki doktoru endişeyle Almanya Başbakanı’na doğru yönelince Brandt, elini havaya kaldırarak onu durdurur. Kendisi de bir Nazi mağduru olan Willy Brandt, Polonya’dan Almanya adına özür diliyor...


Ünlü astronom Kopernik, radyolojinin mucidi Madam Curie, müziğin dahi çocuğu Frederic Chopin, futbol yıldızı Lato, Boniek, büyük yönetmen Roman Polanski... Hepsi de Polonya’nın gururu. İşte tüm bunlardan, onların halkından bu “sıra dışı” hareketle özür diledi Batı Almanya Başbakanı...Brandt aynı zamanda ünlü futbolcu Podolski’den de af diliyordu.. Çünkü o da etkileri 2. Dünya Savaşı’ndan çok sonra bile görülen bir Nazi mağduruydu..

ÇOCUKLUK AŞKIYLA EVLENDİ

KAMPTAKİLER daha sonra eğer varsa Almanya’da yaşayan akrabalarına gönderildi. Lukas, kız kardeşi ve anne-babasıyla Köln yakınlarındaki Bergheim kasabasındaki dedesinin evine sığındı. Ev çok küçüktü. Aylarca balık istifi bir halde orada konakladılar. Sonunda ailece başlarını sokabilecekleri bir evleri oldu. Podolski’nin futbol aşkı da burada başladı. Sporcu bir aileden gelen Podolski’nin babası futbolcu, annesi de bir hentbolcuydu.

Yazının Devamını Oku

İşte Baba’nın spor vasiyeti

19 Haziran 2015
Milli güreşçinin, 1952 Helsinki Olimpiyatları’na gitmek için gerekli 1 kiloyu, bir börek fırınında 5 saat kalıp terleyerek verdiğini öğrenen Süleyman Demirel, Bakan Fikret Ünlü’ye dönüp “Vasiyetimdir. Bu spor kahramanlığı hikayesini her yerde anlatın” dedi.

ANIYI Fikret Ünlü anlattı. Bir zamanlar Spor Bakanı olarak Süleyman Demirel’le çalışan Ünlü, ona ve onun fikirlerine büyük önem verirdi: “2000’in Mayıs ayında Güreş Milli Takımı Kızılcahamam’da kamptaydı.

Köşke çıktım. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i güreşçilerin kampına davet ettim.

‘Bir antrenmanlarını izlerseniz, çocuklara büyük moral olur’ dedim. Hiç düşünmeden ‘Derhal gidelim Fikret Bey. Bu mühim bir iş’ dedi ve birlikte Kızılcahamam’a gittik. Tek tek güreşçilerle ilgilendi. Sonunda bütün takımı bir araya getirdi. Ortalarına geçip ‘Haydi çocuklar. Sakın sırtınız yere gelmesin ha. Cumhurbaşkanınızı üzmeyesiniz’ diyerek onları motive etti.

BU ANIYI HERKESE ANLATIN

O gün kampta eski güreşçilerimiz de vardı. Bomba Kemal, kürsüde bir anısını anlattı: ‘Sayın Cumhurbaşkanım. 1952 Helsinki Olimpiyatları’nda 1 kilogram fazlam vardı. Ve bir türlü bu fazlalığı veremiyordum. Ne yaptım biliyor musunuz? Helsinki’de fırıncının tüm engellemesine rağmen, kendimi börek fırınına attım. Arkadaşım Kambur Osman ısıya dayanamadı ve ‘Tavuk gibi kokmaya başladım’ diyerek can havliyle kaçmaya başladı.

Ben azimle direndim.

5 saat terledim ve 2 kilo verdim.

Böylece olimpiyatlara katılma hakkı elde ettim.

Yazının Devamını Oku

Acı bir öykü: Sol ayağım...

7 Haziran 2015
1990’lı yılların başında ligimizde fırtınalar koparan bir takım vardı.

Körfezden futbol esintileri sunardı. 4 büyüklerin korkulu rüyasıydı. Her sezon şampiyonluğa çok yaklaşıyordu ama bir türlü kupaya uzanamıyordu. Kocaelispor’du o takım... Kadrosunda kimler yoktu ki...
Ömeroviç, Saffet, Ergun, Bülent Uygun, Mirkoviç, Tuncay, Halil İbrahim gibi Türk futboluna o dönem damga vuran yıldızlar... Hepsi de büyük takımların yolunu tuttu. Yine o dönemin soldan yılan gibi kıvrılan bir ‘sol kanat’ oyuncusu vardı. Her şeyi sol ayağıydı... Yalçın Kıldıran. İşte onun büyük takımlara transferi hep direkten döndü. İyi bir transfere imza atmak biraz da kısmet işidir ya. Olmadı. Kıldıran, diğer arkadaşları gibi bir türlü büyük transfer gerçekleştirip gelecekte kendisini ve ailesini güvenceye alacak parayı kazanamadı.
10 yıl Körfez’de oynadı. Ardından Petrolofisispor, Zeytinburnuspor ve İzmitspor gibi takımlarda oynayarak futbola veda etti. Teknik adamlık yaptı. Ve 2 yıl önce çalıştıracak takım bulamayınca işsiz kaldı. İşsiz olmanın ne büyük bir acı olduğunu o zaman anladı. İzmit Yeniköy’de bir fabrikada iş bulduğunda büyük bir takıma transfer olmuş gibi sevindi. Öyle ya artık ailesine çocuklarına götüreceği bir lokmanın parasını kazanacaktı. Az ya da çok. Ne farkeder ki...
Ancak kötü kader burada da yakasını bırakmadı. Fabrikada vincin kaldırdığı büyük bir borunun üzerine düşmesi sonucu ağır yaralandı. Tüm müdahalelere rağmen sağ ayağı kesildi.

Sevenleri yanındaydı

Kıldıran’ı bacağı kesildikten sonra ailesi ve sevenleri hastanede yalnız bırakmamıştı.

HİKMET KARAMAN’DAN YARDIM HATTI

Yazının Devamını Oku

Cüneyt Çakır: Güzel ülkesinin ''yalnız adamı''

28 Mayıs 2015
NURİ Bilge Ceylan, jüri başkanı ünlü aktör Sean Penn’in anonsuyla podyuma davet edileli tam 7 yıl oldu.

Ceylan, Cannes Film Festivali’nde ‘Üç Maymun’ filmiyle en iyi yönetmen seçilmişti. Jüride kimler yoktu ki... Sergio Castellitto, Natalie Portman, Alfonso Cuaron, Marjane Satrapi, Rachid Bouchareb... Ceylan’ın rakipleri arasında ise Clint Eastwood, Wim Wenders gibi deve dişi gibi isimler vardı. Gözler Nuri Bilge Ceylan’daydı. “Bu ödülü birisine ithaf etmek istiyorum... Yalnız ve güzel ülkem Türkiye’ye” dedi.
Anlam dolu bu sözler hala kulaklarımda yankılanır. Uluslararası alanda elde edilen bu dev başarı kadar sarfedilen bu sözler de gururumuzu okşadı. Nemlendi gözlerimiz. Ceylan, sanatta yüz akımız. Sporda da benzer bir övünç kaynağımız var. Cüneyt Çakır. Berlin’de Şampiyonlar Ligi finalini yönetecek. O da Ceylan gibi dev bir jürinin seçimiyle şöhretli rakiplerini geride bıraktı. Son Dünya Kupası’nın finalinde düdük çalan İtalyan Nicola Rizzoli ayarında bir çok ünlü ismi geride bırakan Çakır’ın UEFA hakem hocası Uilenberg’in onayını alması bile başlıbaşına bir olay.
Bütün dünya Barcelona ve Juventus’u izleyecek ve gözler Çakır’da olacak. Muazzam bir referans “güzel ve yalnız ülkemiz” için...
Aslında Cüneyt Çakır bu güzel ülkesinde bir “yalnız.” Hiç kimseye beğendiremedi kendisini. Neredeyse hepimiz karşıyız ona. Taşlayıp duruyoruz onu. Acımasızca. Yok şu maçta bizi yaktı, yok son maçında berbattı. “Hakemliği sıfır” diyen yorumcular bile var.

O, VADiDEKi ZAMBAK’IN FELIX’i..

CÜNEYT Çakır’ın bu durumu Balzac’ın Vadideki Zambak’ındaki Felix’i aklıma getiriyor. Felix, ailesi tarafından yalnızlığa itiliyor ama o hiç yılmıyor ve bütün olumsuzluklara rağmen Paris’te Kral’ın danışmanlığı gibi en üst bir göreve kadar yükseliyor (Henritte’le yaşadığı duygu dolu aşk da cabası). Cüneyt Çakır da Felix gibi hiç yılmadı. Bunca karşı duruşa rağmen o, şöhret basamaklarını birer birer çıktı, dünya futbol arenasında. 29 Eylül 2001’de Süper Lig’de ilk maçına Malatya’da (Malatya-Rizespor) çıktı ve şimdi Berlin’de.. Sanki Ahmet Haşim’in “Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden/Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak/ Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...“ dizelerine selam çakarcasına. Son Dünya Kupası’nda yarı final yönetti. Oradaydım. İnanın Rio’nun yıldızlarından biriydi.

COLLINA.. HAKEMLiKTE BiR DÜNYA MARKASI

BİR zamanlar İtalyanların bir Collina’sı vardı. Sıfıra vurulmuş saçları ve ürpertici ama bir o kadar da sempatik gözleriyle dev maçlarda hayran hayran izlerdik onu. Azzuriler, yer yer “Collina bizim Ferrari gibi dünya markamız” bile diyordu. “Hakem deyip geçmemek gerekir” demeye en iyi örnektir Collina. Yine bir Lubos Michel vardı bir dönem. UEFA Şampiyonu olduğu yıl Galatasaray’ın rövanştaki Leeds maçında düdük çalmıştı. Sonraki yıllarda birçok büyük maçta görev verildi.

Yazının Devamını Oku