Şenol Kalyoncu

Yeni nesil HPV aşısı

20 Ocak 2024
Sevgili Hürriyet okurları... Şu an tüm dünyada HPV türü içeren dört aşı kullanılıyor. Peki HPV aşıları güvenli mi? Bu konuyu bu hafta Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Dr. Fatih Mehmet Demirtola ile konuştum. İşte verdiği bilgiler...

Şu anda tüm dünyada kullanılan dört HPV türü içeren aşı 2006 yılından beri kullanımdadır. Dokuz HPV türüne geliştirilen aşı 2014 yılından beri kullanımdadır. Milyonlarca doz aşı yapılmış ve ciddi bir yan etki izlenmemiştir. HPV virüsünün bazıları erkek ve kadında genital bölgede siğil yaparken, bazı HPV türleri kadınlarda rahim ağzında yapısal değişiklikler yapma potansiyeline sahiptir. Bu yapısal değişikliklerden bir kısmı ilerleyen yıllarda rahim ağzında kansere dönüşme potansiyeline sahiptir. Biz hekimler bunu nasıl yakalıyoruz? Bunu, kadın doğum muayenesi esnasında rahim ağzından sürüntü alıp bunun incelenmesi ile anlıyoruz. Alınan sürüntüden genellikle yapılan esas test, ‘Pap-Smear’ denilen, buradaki hücrelerin bir patoloji hekimi tarafından incelenmesidir. İkincil test ise ‘HPV varmı yok mu’ testidir. Cinsel hayatı başlayan her kadın senede bir Pap-Smear Testi yaptırmalıdır. Bunda ki amaç kişide veya eşinde HPV var ise HPV rahim ağzında bir değişiklik yaratıyor ise bunu yıllar önceden tespit edip basit şekilde tedavi etmektir. Bu sebep ile tüm kadınlarımızın düzenli Pap-Smear Test’lerini ihmal etmeden yaptırmalarını istiyoruz. Kısa adı KETEM olan Kanser Erken Teşhis, Tarama ve Eğitim Merkezleri’nde, devlet hastanelerinde ücret alınmadan yapılan bu test hayat kurtarıcıdır. HPV testi ise 40 yaşından sonra KETEM’lerde her beş yılda bir ücretsiz yapılmaktadır. Aşı olmak ve sonrasında da senelik Pap-Smear Testi’ni yaptırmak en doğru yaklaşımdır. Aşılar güvenlidir. 9-14 yaş arasında erkek ve kızlara altı ay ara ile iki doz yapılır. 15 yaşından sonra ise üç doz yapılır. İlk dozdan en erken iki ay sonra ikinci doz, ikinci dozdan en erken dört ay sonra da üçüncü doz omuzdan kas içine yapılır.

Yazının Devamını Oku

8 soruda gebelikte tansiyon yüksekliği

13 Ocak 2024
Sevgili Hürriyet okurları... Gebelik, bir kadının hayatındaki en özel ve hassas dönemidir. Ancak bu dönemde “tansiyon yüksekliği” görülmesi, karşılaşılabilecek sağlık sorunlarından biridir. Gebelik döneminin en hassas konularının başına gelen “tansiyon yüksekliği” ile ilgili tüm merak edilenleri, meslektaşım da olan İstanbul-Bahçelievler Medicana Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. İsmail Alay’a sordum. Ve işte 8 soruda “gebelikte tansiyon yüksekliği...”

1) Gebelikte tansiyon yüksekliği nedir?

Gebelikte hipertansiyon, kan basıncının 140/90 mm/Hg veya daha yüksek değerlere çıkması durumudur. Bu durum gebelik öncesi hipertansiyon hastalığı olan bir kadının gebe kalması sonucunda gebeliğin çok erken dönemlerinden itibaren olabilir. Ancak bu köşemizde, gebelik sürecinde ortaya çıkan, gebelikle ilişkili, gebeliğin neden olduğu tansiyon yüksekliğinden bahsedeceğiz. Gestasyonel hipertansiyon, preeklampsi ve eklampsi gibi türleri bulunan gebelikle ilişkili tansiyona genellikle halk arasında gebelik zehirlenmesi denilmektedir.

2) Preeklampsi nedir?

Preeklampsi, genellikle gebeliğin 20. haftasından sonra ortaya çıkan (çoğul gebeliklerde daha erken de ortaya çıkabilir) tansiyon yüksekliği ile birlikte böbreklerden protein kaçağı, karaciğer fonksiyon bozukluğu, kan parametrelerinde bozulmalar, anne karnındaki bebekte gelişme geriliği olması gibi durumlarla seyreden sistemik bir hastalıktır. Tansiyonun yükseklik derecesi, idrardan protein kaybı miktarı, kan tablolarındaki bozulmalara göre kendi içinde hafif ve şiddetli preeklampsi olarak sınıflandırma yapılır.

3) Belirtileri Nelerdir?

Hafif preeklampside hastaların hiçbir semptomu olmayabilir. Semptomu olmayan hastalarda tanı, gebelikte takiplerinde tansiyonun yüksek çıkması sonrasında yapılan araştırma ve takiplerle konulabilmektedir. Bu nedenle her gebelik muayenesinde en az 10 dakika dinlenme sonrasında hastaların tansiyonlarının ölçülmesi çok önemlidir. İdrarda protein kaçağı oldukça vücutta ödem başlayacaktır. Ancak normal gebelik seyrinde de özellikle bacaklarda bir miktar ödem olabilmektedir. Yüz gibi vücudun üst kısımlarında başlayan ödem preeklampsi açısından daha çok şüphe uyandırmaktadır.

Yazının Devamını Oku

Sağlıklı beslenmenin onkoloji hastaları için önemi

6 Ocak 2024
Sevgili Hürriyet okurları... Dünya genelinde kanser hastalığının görülme oranı giderek artıyor. Artan kanser vakalarının aksine güncel tanı ve tedavi yöntemleri umut verici durumda. Kanserde uygulanan tedaviler hasta için en az yan etki oluşturmayı amaçlasa da genel sağlığı korumak ve bağışıklığı desteklemek için beslenmeye mümkün olduğunca dikkat etmek gerekiyor. Beslenme konusunda artan bilgi kirliliği nedeniyle hasta ve hasta yakınları ne yapılması gerektiği konusunda yetersiz kalıyor. Onkoloji hastaları için sağlıklı beslenmenin önemini Gazi üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Uğur Coşkun ile konuştum. İşte verdiği detaylı bilgiler.

FAZLA VEYA YETERSİZ KİLODA OLMAK TEDAVİYİ OLUMSUZ ETKİLEYEBİLİR

Onkoloji hastalarına hastalığın türü veya evresine göre kemoterapi, radyoterapi, akıllı ilaç gibi tedavi yöntemleri uygulanmaktadır. Kemoterapi, hastalara en sık uyguladığımız tedavi yöntemidir. Kemoterapi nedeniyle oluşabilecek halsizlik, bulantı, kusma, iştahsızlık, ishal gibi bazı yan etkiler özellikle beslenmede birtakım olumsuzluklar yaratabilir, hastada protein, vitamin-mineral yetersizliği veya kilo kaybı görülebilir. Hastaya uygulanacak beslenme tedavisi, hastada oluşan yan etkilere bağlı olarak düzenlenmelidir. Tedavi sırasında hastada çok fazla kilo kaybı yaşanırsa ağırlıklı olarak düşük hacimde, yüksek enerjili besinler tüketilmeli, protein açısından zengin gıdalar tercih edilerek hastanın kilo kaybı önlenmelidir. Bunun yanı sıra hastalarda yüksek kilo alımı da görülebiliyor. Böyle durumlarda hasta yüksek kalorili, şekerli beslenmeden uzak durmalı, sebze, meyve ve protein açısından dengeli öğünler tercih etmelidir. Vücutta yağ dokusunun artışı tedavinin olumsuz etkilenmesine, bağışıklığın azalmasına neden olabilir. Bu nedenle kemoterapi alan hastanın ideal kilosunda olması ve ideal kilosunu koruması tedavinin başarısını arttırması açısından önemlidir.

ONKOLOJİ HASTALARI İÇİN RİSKLİ YİYECEKLER

Kemoterapi ve diğer tedaviler sırasında yaşanılan yan etkiler nedeniyle de bazı yiyeceklerin tüketilmesi sakıncalı olabilir. Örneğin, ishal durumunda tam tahıllı ekmekler, yüksek posalı sebze ve meyveler ishalin şiddetinin artmasına neden olabilir. Bu durumda daha az posalı beslenmek, beyaz ekmek, haşlanmış patates, pirinç lapası, muz gibi besinleri tercih etmek faydalı olacaktır. Bu besinler bağırsak hareketlerini yavaşlatıp bağırsaktaki fazla suyun emilmesini sağlayacaktır. Kemoterapiye bağlı gelişen kabızlıkta ise bağırsak hareketlerini hızlandırmaya yardımcı olabilen yüksek posalı, yağlı yiyecekler ve sıvı tüketimini arttırmak, beslenmenin yanında fiziksel olarak aktif olmak kabızlığın geçmesinde etkili olacaktır. Kemoterapi veya kullanılan akıllı ilaçlar nedeniyle onkoloji hastalarında sıklıkla bağışıklık düşüklüğü görebiliyoruz. Bağışıklık sisteminin düştüğü durumlarda hastaların vücutta inflamasyona neden olabilecek yiyeceklerden uzak durmasını istiyoruz. Özellikle şekerli gıdalar, pastörize edilmemiş süt ürünleri, küfle olgunlaştırılmış peynirler tüketilmemelidir. Hijyen açısından iyi pişmemiş et ürünleri ve iyi yıkanmamış çiğ sebze meyveler de riskli grupta sayılabilir. Hastaların özellikle bağışıklığın düştüğü dönemlerde bu tarz riskli yiyeceklerden uzak durması gerekmektedir.

YETERLİ VE DENGELİ BESLENME TEDAVİ SÜRECİNİ OLUMLU ETKİLİYOR

Bilimsel çalışmalar, tedavi gören onkoloji hastalarında protein, karbonhidrat ve yağ gibi makro besin öğelerinden ve vitamin mineraller gibi mikro besin öğelerinden yeterli ve dengeli beslenmenin tedavi sürecini olumlu etkilediğini göstermiştir. İhtiyaca göre her gün yumurta, süt ürünleri tüketilmeli, günde 4-5 porsiyon sebze ve meyveye yer verilmelidir. Günlük posa ihtiyacını karşılamak için çavdarlı, kepekli tam tahıllı ürünler, fındık, badem ceviz gibi yağlı tohumlar tercih edilmelidir. Ağırlıklı olarak yemeklerde zeytinyağı kullanmak antioksidan alımı ve enfeksiyon azaltıcı etkisi nedeniyle faydalı olmaktadır. Sağlıklı beslenme ve ideal vücut ağırlığının korunması ile kolorektal, meme, mide, karaciğer, safra kesesi ve safra yolu kanseri riskinde azalma olduğu görülmüştür. Ayrıca kanseri yenmiş bireylerde hastalığın nüks riskini azalttığı bilimsel çalışmalar tarafından desteklenmektedir. Genel olarak zararlı sayılan paketli gıdalardan uzak durmak, haftada en fazla 2 gün kırmızı et, 2-3 gün beyaz et, kalan günler kuru baklagillerden zengin beslenmek gerekmektedir. Süt, yoğurt, ayran, peynir gibi süt ve süt ürünlerinin yarım yağlı olanları tercih edilmelidir. Mevsiminde taze sebze meyveler haftanın her günü tüketilmelidir.

Yazının Devamını Oku

Genital siğiller ve HPV

30 Aralık 2023
Sevgili Hürriyet okurları... Sizlerden gelen sorular üzerine bu hafta genital siğiller ve HPV konusunu ele almak istedim.

Genital siğil, vulva bölgesinde görülen ve karnabahar görüntüsünde olan sivilce veya et benlerine benzeyen lezyonlardır. HPV ise Human Papilloma Virüs (insan siğil virüsü) kısaltmasıdır. Yaklaşık 100’den fazla tipi tespit edilen bu virüs ciltte siğiller oluşturur. Toplumda çok yaygın olarak bulunur. Temel bulaş yolu elle veya cinsel temastır. Ancak son yıllardaki popülaritesi ise kadınlarda rahim ağzı yani serviks kanserinin (rahim ağzı kanseri) en çok görülen tipinden bizzat sorumlu olmasından kaynaklanmıştır. Dış bölgede siğil yapan bu virüs içeriye de sıçrayabiliyor ve bugün için insanda belli bir organ kanseri başlatan kanserin bizzat sebebi olan tek virüstür. Toplumda yaygın görülmesi ve kanser ilişkisi nedeniyle herhangi bir şekilde HPV taşıyan hastalar internetten yaptığı aramalarda kanserle karşılaşmakta ve paniğe kapılmaktadırlar.

YILLIK MUAYENE AKSATILMAMALI

Dış genital bölgede siğil yapan bu virüs, vajinada ve rahim ağzında ise akıntı ve enfeksiyona yol açarak uzun yıllar sonunda kansere gidebilecek bir süreci başlatabilir. Genelde siğil yapan tipler yaklaşık 80 çeşittir ancak rahim ağzı kanserinden sorumlu tipler ise HPV 16 ve 18’dir. Rahim ağzındaki değişiklikler ise gözle görülmeden önce smear testi ile saptanabilir. Bu nedenle yıllık jinekolojik muayene aksatılmamalı ve yıllık smear testi kontrolü yaptırılmalıdır. Erken dönemde saptanan anormal bulgular kolaylıkla tedavi edilmekte, hastalar olası bir kanserden korunmaktadırlar. HPV rahim ağzı kanseri ilişkisinden dolayı son yıllarda smear ile birlikte HPV DNA testinin yapıldığı co-test ile tarama yapılırsa, kontrol 3-5 yıla uzatılabilir. Korunmada bugün piyasada 9 tipine karşı koruyan üretilmiş aşı mevcuttur. Cinsel aktivite başlamadan yapılması önerilen bu aşı doktor tarafından gerekli görüldüğü durumlarda sonrasında da yapılabilmektedir. Erkek çocukları da aşılanmaktadır. Genital siğiller ise kimyasal hasarlama, elektrokoter ile yakma veya dondurma gibi yöntemlerle tedavi edilmektedir. Tekrarlayan yapıları nedeniyle tedavi birkaç kez tekrarlanabilir.

Yazının Devamını Oku

Genital estetik operasyonları

23 Aralık 2023
Sevgili Hürriyet okurları... Günümüzde genital bölge için estetik kaygılar oldukça artmış durumda. Estetik kaygının yanı sıra sağlık sorunları da ayrı bir faktör. Bu hafta genital esteki operasyonlarını Op. Dr. Tuba Yangılar Okyay ile konuştum. İşte verdiği bilgiler...

Genital bölgeye yönelik yapılan estetik operasyonlar günümüzde birçok merkezde başarıyla uygulanmaktadır. Çoğu kadın genital bölgeyi ilgilendiren sıkıntıları hakkında konuşmaktan utanır. Aynı zamanda bu bölgeyle ilgili var olan estetik kaygılar, partnerini tatmin edememe düşüncesi ya da kendi cinsel tatminsizliği kadınlarda öz güven eksikliği ve mutsuzluğa yol açar. Genital estetik operasyonları estetik kaygısı nedenli yapılabildiği gibi sağlık sorunları nedeni ile de (tekrarlayan genital enfeksiyonlar) yapılabilir. Genital bölgede işleme ihtiyaç duyması için kişinin mutlaka doğum yapmış olması, travmaya maruz kalmış olması ya da yaşının ilerlemiş olması gerekmez. Bu operasyonlarda amaç kişinin kendine olan güvenini artırmak, partneri ile olan uyumunu artırmak ve kişinin kendini iyi hissetmesidir. Bunun yanında birtakım sağlık problemleri açısından da (enfeksiyonlar) önemlidir. Dolayısıyla fonksiyonel ve psikolojik etkileri mevcuttur.

HASTAYA DETAYLICA ANLATILMALIDIR

Genital estetik operasyonları, vajinoplasti (vajina daraltma), perineoplasti (doğum izleri estetiği), labioplasti (iç genital dudak estetiği), hudoplasti (klitoris estetiği), g-shot (G noktasının büyütülmesi), labia majore büyütme işlemlerini kapsar. En çok tercih edilen genital estetik operasyonları labioplasti, vajina daraltma ve doğum skarlarının düzeltilmesi olarak sıralanabilir. Bu operasyonlardan bazıları lokal anestezi eşliğinde de yapılabilmekte ve hasta ağrı hissetmemektedir. Genital estetik operasyonlarından hangisinin yapılacağı, hangi tedavi yönteminin seçileceği hassasiyet içerir ve kişiye özel planlanır. Öncelikle hastanın neyi sorun olarak gördüğü ve düzeltmek istediği anlaşılmalı, uygulanacak tedavi ve izlenecek yol hastaya detaylıca anlatılmalıdır.

UZMAN HEKİMİN TECRÜBESİ ÖNEMLİDİR

Genital estetik operasyonları nispeten az riskli operasyonlar olup uzun hastane yatışı gerektirmezler. İşlem sonrasında ağrı yaşanması durumu oldukça azdır bununla birlikte vajinoplasti operasyonlarında operasyon sonrası hasta çok az ağrı hissedebilir. Vajina dokusunun kendini toparlaması ile kısa sürede bu durum son bulur. Vajinal cerrahi daraltma işlemlerinden sonra yaklaşık 6 hafta cinsel perhiz önerilmekle birlikte bu süre hastaya ve yapılan işleme göre değişebilir. Genital estetik işlemleri sonrasında hasta kısa süre sonra günlük hayatına geri dönebilmektedir. Genital estetik operasyonları kadınların hayat kalitesini ve konforunu artıran son derece tatmin edici sonuçları olan işlemlerdir. Uygulamalardan en doğru ve etkin sonucun alınmasında işlemi yapan uzman hekimin tecrübesi son derece önemlidir.

Yazının Devamını Oku

Uyku apnesi

16 Aralık 2023
Sevgili Hürriyet okurları... Bu haftaki konumuz, uykuda ortaya çıkan bir tehlike olan uyku apnesi. Yenimahalle Özel Orta Doğu Hastanesi Kulak Burun Boğaz Uzmanı Doç. Dr. Serkan Kayabaşı ile uyku apnesi ile ilgili merak edilenleri konuştuk. İşte verdiği bilgiler...

UYKU APNESİ NEDİR?

Uyku apnesi, uyku sırasında solunum durması olarak tanımlanmaktadır. Gece boyunca birden fazla yaşanabilen uyku apnesi durumu, tedavi edilmediği sürece kalp hastalıkları gibi ciddi hastalıklara neden olabilmektedir. Gırtlak bölgesinde bulunan yumuşak dokuların gevşek olması sonucunda açığa çıkan uyku apnesi, bademciklerin büyük olması sonucunda da yaşanabilmektedir. Tek seferde 10 saniyeden fazla solunumun durması uyku apnesi olarak adlandırılırken, apne sırasında solunumun sürdürülmesi için beyne gönderilen mesajlar ile hava yolu zorlanarak açılmaktadır.

BELİRTİLERİ NELERDİR?

Uyku apnesi probleminin başlıca belirtileri şöyle sıralanabilmektedir.
- Uykusuzluk

Yazının Devamını Oku

Vajinal enfeksiyonlar

9 Aralık 2023
Sevgili Hürriyet okurları... Sizlerden gelen sorular üzerine bu hafta vajinal enfeksiyonlar konusunda bilgilendirme yapmak istedim.

Tıp dilinde ‘vajinit’ olarak adlandırılan vajinal enfeksiyonlar, vajina dokusunun çeşitli etkenlerle (bakteri, parazit, mantar ve virüsler) enfekte olması veya vajinal floranın bozulması yüzünden bazı yararlı bakteriler tarafından iltihaplanması durumunu ifade eder. Buna bağlı olarak vajinal enfeksiyonlar oluşur. Vajinal enfeksiyonlarda etken ya vajina içerisinden ya da dışarıdan çeşitli yollarla gelen mikroorganizmalardır.

VAJİNAL ENFEKSİYON NEDEN OLUR

Birden fazla nedene bağlı olarak ortaya çıkabilir. Vajinal enfeksiyona neden olan başlıca faktör, vajinal floradaki değişimlerdir. Vajinal flora, vajina içindeki bakteri-mikroorganizma dengesini sağlar. Dengenin bozulması halinde istenmeyen bakteri, mantar ve virüsler vajinayı enfekte edip enfeksiyona yol açabilir. Vajinal enfeksiyon belirtileri şu şekilde sıralanabilir:
- Kötü kokulu vajinal akıntı.
- Cinsel birleşme sırasında ağrı.
- Vajina etrafında kızarıklık

Yazının Devamını Oku

Tiroid kanseri tedavisinde güncel gelişmeler

2 Aralık 2023
Sevgili Hürriyet okurları... Tiroid kanseri, vücutta hormon üretimini gerçekleştiren tiroid bezi hücrelerinin kontrolsüz büyümesi ile meydana gelmektedir. Erkeklerde tiroid nodüllerinin kanser olma ihtimali, kadınlara göre daha fazladır. Tüm kanser türlerinde olduğu gibi tiroid kanserinde de tanı ve tedavide olumlu gelişmeler kaydedilmektedir. Tiroid kanseri tedavisindeki güncel gelişmeleri, Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Uğur Coşkun ile konuştum. Şu önemli bilgileri verdi:

TEDAVİDE AMELİYAT ÇOK ÖNEMLİ

“Tiroid kanserinde doğru tanı ve tedavi uygulandığında başarı oranı oldukça yükselmektedir. Tedavide ameliyat çok önemlidir. Ameliyat ile tümörün durumuna göre tiroid bezinin bir kısmı ya da tamamının çıkarılması, tedavinin bir parçasıdır. Eğer boyundaki lenf nodlarına yayılma varsa bunların da cerrahi olarak çıkarılması gerekmektedir. Radyoaktif iyot tedavisi papiller ve foliküler tiroid kanserlerinde hastanın risk durumuna göre hastalığın tekrar oluşmasını engellemek için uygulanmaktadır. Bu tedaviler sonucunda hastaların önemli bir kısmı tamamen iyileşerek sağlıklarına kavuşmaktadır. Tabii, ameliyat sürecinde bazı önemli hususlara da dikkat etmek gerekir. Tiroid bezinin arkasından geçen ses tellerinin ameliyat esnasında kalıcı hasar görmesi en korkulan komplikasyonlardan birisidir. Ayrıca tiroid bezinin hemen yanında bulunan paratiroid bezlerinin ameliyat esnasında yanlışlıkla çıkarılması ya da damarsal yapısının bozulmasına bağlı kalıcı kalsiyum düşüklüğü görülebilmektedir. Bu nedenle cerrahi yapacak hekimin bu alanda tecrübeli olması son derece önemlidir.

ERKEN TEŞHİSLE İYİLEŞME MÜMKÜN

Erken dönemde hiçbir belirti vermeyebilir. İleri evrelerde boyun tiroid bezinin olduğu bölgede şişlik, yutma güçlüğü, ses kısıklığı ve bazen de boyun bölgesindeki lenf bezlerinde şişlik olarak belirti ortaya çıkar. Fiziksel muayene esnasında tiroid bezinde saptanan nodüllerin ultrasonografi ve sintigrafik yöntemlerle incelenmesini takiben tiroid ince iğne biopsisi ile tiroid kanseri teşhis konulur. Aile hekimlerinin veya iç hastalıkları uzmanının erken teşhiste önemli rolü bulunmaktadır. Başka bir şikâyetle gidilse dahi mutlaka tiroid bezi muayenesi yapılmalıdır. Ailesel geçiş özelliği gösteren medüller, tiroid kanseri nadir görülen türlerdendir. Bu kanserin görüldüğü ailelerle mutlaka genetik analizler yapılmalı ve erken teşhise yönelik çabalar gösterilmelidir. Her ne kadar birçok hasta erken safhada yakalanıp lokal tedavilerle tamamen tedavi edilse de maalesef bazı hastalar başka organlara yayılma göstermektedir. Hastalığın en çok yayıldığı bölgeler kemik ve akciğerdir. Bu hastalarda radyoaktif iyot tedavisi oldukça etkilidir. Fakat bu tedaviye rağmen bir süre sonra hastalıkta ilerleme olabilmektedir. Birçok hastalıkta etkili olan kemoterapi maalesef tiroid kanserinde etkisizdir. Son yıllarda yapılan araştırmalarda bazı hedefe yönelik ilaçların tiroid kanserinin birçok türünde etkili olabileceği gösterilmiştir. Bu konuda araştırmalar yoğun bir şekilde devam etmektedir.”

Yazının Devamını Oku