İnsanın her güne gücü yeter mi?

İnsanın her gün aklından neredeyse 70 bin düşünce geçiyormuş.

Haberin Devamı

Bunun yüzde 85’i negatif düşünce, yüzde 90’ı ise bir önceki günle aynı düşüncelermiş.
Yani hepimiz birer köstebek gibi, bir yeri deliyoruz sonra her gün o çukurun içinde dön babam dön.
Halbuki, endişelerimizin yüzde 85’i hiç gerçekleşmiyor, gerçekleşen yüzde 15’inin de, yüzde 79’u bir şekilde halloluyormuş.
Kısaca, endişelerimizin yüzde 97’si boş ve negatif düşünmeye eğilimimizden kaynaklanıyor.
Gel gör ki, bu kas kafamıza çareyi yine kafamız bulamıyor.
“Ki başka neremiz var ki, çare çıkaracak” diyorsunuz, işte orası değil, kafanızın odasına hiç girmeyin.
Darmadağınık bir gençlik odası orası.
Hormonları çıldırmış, bangır bangır düşünce, sürekli felaket haberi veren siyah beyaz bir çocuk gazete dağıtıyor içeride.
Kafanın içi savaş filmi, kovboy filmi, Jaws.
Bakın bu kadar sayıyla, ispatla gelirsin, yine de tırnakları yer o.
Bu sebeple ben kafayı ciddiye almamaya başladım.
Hani lunaparklarda kurbağa ve çekiçle oynanan bir oyun vardır.
Kurbağa kafayı çıkarır, siz o an ona çekiçle vurursunuz, kurbağa içeri göçer.
Düşünceler böyle işte, onlarla uğraşılmaz. Vurursun, kafayı yine çıkarır. Geceleri bizi uykusuz bırakır. Bulaşmayın kafanıza.
“Peki sen nereye gidiyorsun, kafandan çıkıp?” diyorsunuz.
Size kafamdan çıkıp gidebildiğim yerleri anlatacağım. Onun oyunlarına gelmeyelim diye.
Nefese gidiyorum ilk iş.
Bir şey canımı mı sıktı, derin derin birkaç nefes.
Anında sakinleştiriyor insanı. Özellikle uzun nefesler vermek.
Hatta, bir ki üç dört al, bir ki üç dört tut, bir ki üç dört beş altı bırak, bir ki üç dört tut. Mis gibi havalanıyorsun.
Biliyorum kelime eskidi, yer bezi oldu ama ‘mindfullness’, ‘farkındalıkla yapmak’ çok işleyen bir yöntem.
Kafadan çıkıp, o sıradaki uğraşınıza giriyorsunuz.
Ütü, diş fırçalama, yürüme, reçel, çocuk kokusu, kitap, örgü, yüzme... Artık o sırada ne yapıyorsanız, beş duyunuzun vanasını açıp, o anı koklamaya, dinlemeye, tatmaya, dokunmaya ve bakmaya başlıyorsunuz.
Hiç elinizdeki tükenmez kaleme uzun uzun baktınız mı? Ben baktım. Kafam şaştı.
“Şimdi niye buna bakıyoruz” diye sıkıldı gitti, kalemle baş başa kalabildim.
Dişlerimle, gitgide ütünün altında düzleşen kıyafetlerimle, ağaçtaki baykuşla durup oğlumla koşabildim.
Reçelin tadına vardım yavaş yavaş yiyince, yüzmek için yüzdüm varmak için değil.
Elime baktım yüzerken, suyu yarıp beni itişini hissettim.
O sırada aklımdan, dün geçenler geçemedi.
Endişelenmedim bile bir şeye. Negatif düşünce trafiğini, o anda olanlarla bozdum.
Ana misafir olunca, negatif düşünceler duyulmaz oldu.
Bir yolum da kum saati benim. Kendime sessizlik hediye ediyorum her gün.
Kimse bana bir şey demeyecek, kimseye tepki vermeyeceğim, ekranlardan uzak kum tanelerinin beni götürdüğü yere gideceğim.
Şunu fark ettim, geçen odamda halıda oturmuş, harika bir opera şarkısı dinleyerek şiir okuyorum (ruha beslenme saati), hemen gelen bir mesajla bulandı suyum. Mesajda endişe var, bendeki endişeleri tetikledi ve o andan izin isteyip ayrılmak ve kafama dalmak zorunda kaldım.
Halbuki kendimle oyun oynuyordum.
Acayip güzeldi şiir. Şiirin adı: ‘doğru düzgün duygularım olsun diye çok uğraştım’dı.
Başka alemlerdeydim. Bazen telefona kaydettiğim şarkıların, acımasız mesaj ve çağrılarla kesildiğine şahit oluyorum.
Çağrılmışım gitmişim. Halbuki cennetteymişim.
Kum saatini tavsiye ederim. Ya da alarm kurun fark etmez. Bir saat kimse size gelemesin.
Bir de tam tersi, kafanın içine balıklama dalmak da iyi geliyor bana.
Yazıyorum mesela kafamdan geçenleri sansürsüzce.
Anlamaya çalışıyorum, dağınıklığın içine girip ama içinde kaybolmadan.
Bir antropolog gibi giriyorum içine o köstebek çukurunun.
Fosillere rastlıyorum. Hepimizin tarih öncesi zamanlarından kalma ayak izleri var. Onlara bakıyorum.
Onları deniz kabuğu dinler gibi dinliyorum.
Çaya gidermiş gibi yani kendime.
Farkına vardığımız şeyler, görünür oluyor bize, o zaman da kolay kolay gizliden kontrol edemiyorlar bizi.
Bu yöntemlerle, dümene geçebiliyorum.
Benim de yüzde 90’ım dünle aynı, 85’imde de negatiftir ama işte öbür yüzde 15 var ya, zeytinyağlı fasulyene kattığın bir küçük kaşık şeker gibi hayatın bütün tadını değiştirebiliyor.
Yeter ki, o küçük kaşığı her gün
cebimizden çıkarıp kullanalım.
Afiyet olsun.

Yazarın Tüm Yazıları