İki soru, iki cevap

BUGÜNKÜ yazımızı, iki okuyucu mektubuna ayırıyoruz. Birisinde, bir okuyucumuz bize haklı bir tarizde bulunuyor. Kendisi Protestan mezhebine mensup Hıristiyan vatandaşlarımızdan. Adı Banu Çelik. "İslam’da Ruhbanlık Yoktur" başlıklı yazımızdan incindiğini söylüyor ve şu sitemde bulunuyor:

"Sizin Hıristiyanlık diye genelleme yaparak İslamiyet ile kıyaslama yaptığınız konu Katoliklik. Katolik mezhebinde papaz mertebesi, çocukları vaftiz, günah çıkartma gibi uygulamalar elbette vardır. Ama bu tür uygulamalar İncil’in de açıklamalarının ışığında Hıristiyanların hayatlarının her döneminde bir papaza ihtiyaç duyacakları anlamına gelmez."

Hemen şunu ifade etmeliyiz ki, bizim inanç felsefemizde başkalarının dinlerini, dini duygularını ve inanışlarını kötülemek, aşağılamak, hafife almak gibi bir niyete ve davranışa yer yoktur. "Başka bir inancı kötüleyerek kendi inancımızı övme" gibi bir kastımız ise hiçbir zaman olmamıştır.

* * *

Biz, sözü edilen yazımızda Hıristiyanlığın genel uygulamalarına atıfta bulunmuş, meseleyi mezhepler bazında ele almamıştık. Okuyucumuz siteminde haklıdır. Protestanlığın, diğer Hıristiyan mezheplerinden farklı yönleri vardır. Bunlardan en önemlisi ise Allah’a ulaşmak için hiçbir kilise görevlisinin aracılığına ihtiyaç olmamasıdır. "İncil’de ruhban sınıfı olmadığı" tezine gelince; biz zaten İncil metnine dayanarak böyle bir ifadede bulunmamıştık. Uygulamaları kastetmiştik. Hıristiyanlığın aslında da ruhbanlığın olmadığını Hadid Suresi 27. ayette Kur’an şöyle ifade ediyor:

"Sonra bunların peşinden art arda Peygamberlerimizi gönderdik. Onların arkasından da Meryem oğlu İsa’yı gönderdik. Ona İncil’i verdik ve kendisine uyanların kalplerine şefkat ve merhamet duygusu koyduk. Ruhbanlığa gelince, biz onu onlara yazmamıştık. Onu kendileri icat etmişlerdi. Fakat ona da gereği gibi uymadılar."

Bundan da anlaşılıyor ki İncil’de ruhbanlık emrolunmamış; fakat birtakım din adamları kendilerine bu sıfatı icat etmişlerdir. Ruhbanlığın farklı anlamları da var. Bunları daha geniş bir şekilde ilerideki yazılarımızda anlatmaya çalışacağız.

Diğer bir soru da kaderle ilgiliydi. Kırıkkale’den mektup yazan Hatice Dinç adlı okuyucumuz "kader" konusunda ayrıntılı sualler sormuş. Bu bölümde de o soruların cevabını özetle vermeye çalışacağız:

İnsan düşüncesini en çok meşgul eden konulardan birisi "kader" konusudur. Aslında Peygamberimiz bu konu üzerinde münakaşa yapılmasını doğru bulmamıştır. Fakat zamanla bu din felsefesinde yer edinmiş, "Kaderiye", "Cebriye" gibi mezheplerin de ortaya çıkmasına neden olmuştur.

Kader, ezelden ebede tüm oluşları ve olacakları, zaman ve yerini, niteliklerini ve özelliklerini Allah’ın bilmesi ve takdir etmesi demektir. Kader, Allah’ın ilim sıfatı içerisinde mütalaa edilmiştir. Buna göre, Yaratıcı’nın meydana gelecekleri, bireyin seçimlerini ezelden beri biliyor olması, bireyin iradesini kullanmasına engel teşkil etmez.

Allah, insana akıl, irade ve güç vermiştir. Bunların sayesinde iyi olanı seçme, kötü olandan sakınma yetisine sahiptir. İnsanın seçme ve sakınma gücüne cüzi irade (sınırlı irade) denir. Bu irade ve isteğimizi hangi tarafa yönlendirirsek, hangi tarafı tercih edersek Allah da onu irade ve isteğimize uygun şekilde yaratır. "Allah böyle takdir etmiş, ben ne yapabilirim" denilerek bir mazeret uydurulamaz.

* * *

İnsan bir robot değil, ifade ettiğimiz gibi akıl ve irade sahibi bir varlıktır. Hareketlerinde serbest bırakılmıştır. Burada, Allah’ın mutlak kudreti ile bireyin sorumluluğunu birbirinden ayırt etmemiz gerekir. Allah, şüphesiz cüzi iradeye müdahale edip onu ortadan kaldırabilir. Ancak o takdirde insanın sorumluluğu kalmaz. Halbuki insan yaptıklarının hesabını verecektir.

Kur’an’da her şeyin Allah’ın elinde olduğu ifade edilen ayetler ile insan özgürlüğünden söz eden ayetler ilk bakışta çelişkili gibi görünse de; insana irade özgürlüğü veren ayetler insanın neleri yapabileceğini göstermekte, insandan iradeyi kaldırıp Allah’a veren ayetler ise insanın gücünün sınırını tayin etmektedir.

Bu konuyu ileride daha detaylı bir şekilde anlatacağız.

SORALIM ÖĞRENELİM

Saddam, kelime-i şahadeti tam getirmeden ipini çektiler. Bu durum onun imanıyla gitmesine halel getirmiş midir?

Zübeyir GELİŞKEN/ZONGULDAK

İmanda esas olan Allah’ı kalp ile tasdik etmektir. İmanın yeri kalptir. Dil ile söylemek ise Müslüman olduğunun insanlar tarafından bilinmesi ve insanların onun inanmış olduğuna şahadet etmeleri için gereklidir. Bu sebepten, iman "dil ile ikrar, kalp ile tasdiktir" denilmiştir. Kalbinde tasdik bulunan kimse Allah katında mümindir.O halde imanın asıl rüknü kalp ile onaylamaktır. Kalplerinde şüphe ve tereddüt bulunan kimseler şahadet kelimesini söylese bile Allah katında mümin sayılmazlar. Bizler, zahire (görünüşe) göre hükmederiz. Kalpte olanları Allah bilir.

Cehennem sonsuza kadar mı sürecek, insanlar orada ebedi mi kalacaklar?

Ali GÖZÜM/DÜZCE

Bu hususta iki görüş vardır. Birinci görüşe göre cehennem ehli olan káfirler, münafıklar ateşte ebedi kalacaklar, günahkár insanlar ise bir süre azap gördükten sonra cennete gönderileceklerdir. Yani, onlar için cehennem bir temizlenme yeridir. Diğer bir görüşe göre, -ki Muhiddin-i Arabi bu görüştedir- cehennem ehli ateşle bir nevi ünsiyet edecek, artık ateş onlara bir azap olmaktan çıkacaktır. Yani, ateş onların tabiatına uygun gelecektir. Bunların delili de Kur’an’daki "Rabbin dilediği hariç" ayetindeki istisnaya dayanmaktadır. Burada şunu söylemek gerekir; ateş baki kaldıkça cehennem ehli de baki kalacaktır. Fakat ateş baki kalacak mı, yoksa bitecek mi, burada çelişkili görüşler var. Doğrusunu Allah bilir. Mümin olan azaptan korkar, ilahi rahmete kavuşmayı umar.

Yatsı namazının vakti imsaka kadar demiştiniz. İmsak dediğiniz zaman sabah namazının vakti geliyor. Bunu açar mısınız?

Hasan GÜLEÇ/İSTANBUL

Yatsı namazının vakti, sabah namazının vakti girinceye kadardır. Tabii sabah namazı vakti girdiğinde artık yatsı namazı eda edilemez. İmsak girmeden önce namazınızı kılmalısınız.
Yazarın Tüm Yazıları