Umut Özkan

Rahmi Koç anlatıyor: Ankara Kalesi’nde müze kurmak

8 Mart 2024
Bir belgeselde izlemiştim, Ankara'yı anlatıyordu. Ankara'nın Ahilik geleneği bölümünde Ankara sevdalısı iş insanı Vehbi Koç'un kalabalık bir grupla Ankara Kalesi'nde bulunan esnafları ziyareti ekrana geliyordu.

Sunuş şöyle başlıyordu; “Ankara Kalesi'ni Vehbi Koç’suz anlatamayız.” Ankara Kalesi, Cumhuriyet'in ilk yıllarında bir yerleşim yeriymiş. Birçok edebiyatçımız, yazarımız, şairimiz, kenti hep Ankara Kalesi'nden bakarak yazmışlar. Hatta yazar Nahid Sırrı Örik 1936 yılında Son Havadis Gazetesi’nde yazdığı yazılarda Ankara'nın ilk imar planlarını yapan Jansen’e atıfta bulunarak, “Devlet kurumları burada kurulsaydı ne iyi olurdu” bile demiştir. Rahmi M. Koç Müzesi'nin konumlandığı Çengelhan ve Safranhan,16. yüzyılda İpek Yolu ticaretinin ön planda olduğu yıllarda inşa edilmiştir. Kentin en göz alıcı hanları olarak günümüze kadar gelmiştir. Yüzyıllar içerisinde kervansaray olarak işlevini yitiren bu iki han zamanla tiftik, ham deri ve yapağı üretiminin yapıldığı bir ticarethaneye bile dönüşmüştür Cumhuriyet’in ilk yıllarında bölge zanaatkârlığın yaygın olduğu bir yer. Esnaf Ahilik geleneği içinde yetişmiştir. Birçok seyyah anılarında dükkânını açmadan önce kuşların da payını veren esnaflardan bahseder. Asayiş olaylarının bile Ahilik geleneksel kuralları içinde çözüldüğünden bahsederler. Osmanlı’nın son dönemleri ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında bir hapishaneye, müze olmadan önce ise Ankara Kalesi esnafının kullandığı bir işyeri ve depo alanına dönüşüyor. Ankaralı iş adamı Vehbi Koç’un 15-16 yaşlarında Çengelhan’da bulunan bir manifaturacıda çıraklık yapması, Koç Ailesi’nin bu hana özel bir bağının bulunmasını da sağlıyor. Bu nedenle Vehbi Koç gibi Ankara sevdalısı olan İş insanı, oğlu Rahmi Koç Çengelhan’ı Vakıflar Genel Müdürlüğü’nden 2003 yılında kiralayıp aslına mümkün olduğunca sadık kalarak restore ettiriyor ve bugün Ankara Kalesi’ni bir cazibe merkezi haline getiriyor. Divan Otel’iyle, Rahmi Koç Müzesi’yle Ankara Kalesi’nin tanıtımına büyük katkı sağlıyor. Müze, 2005 yılında ziyaretçileriyle buluşuyor. Tabii ki koleksiyon büyüdükçe yeni alan gereksinimleri doğuyor ve 2013 yılında Safranhan müze bünyesine yeni bir inşa ile katılıyor. 2016’da restorasyonu tamamlanan Safranhan da zaman içerisinde büyüyen müze koleksiyonu için yetersiz kalınca 2020 yılında Rahmi Koç Müzesi içinde oyuncakların ve bebek evlerinin sergilendiği üçüncü bina açılıyor. Rahmi M. Koç Müzesi, sanayi-endüstri müzesi olarak adlandırılsa da çok geniş yelpazede bir koleksiyona sahip. Denizcilik, havacılık, raylı taşıma, karayolu taşımacılığı, eczacılık, tarım, iletişim, bilimsel aletler seksiyonlarından, tarihi kent esnafını canlandıran nostaljik esnaf sokağı her yaştan ziyaretçinin ilgisini çeken bölümlerden. Müzede tarihi arabalara göz atarken bir anda Atatürk’ün kalpağını, eski bir marangozhaneyi ya da 19. yüzyıldan çok detaylı bebek evini görme fırsatı elde edebilmeniz de bu müzenin ilgi çekici özelliklerinden biri.

KENTİN KÜLTÜR NOKTASI

Müze, gerek her yaş grubu ve ilgi alanına hitap edebilecek çeşitlilikte bir koleksiyona sahip olması gerek tarihi öneme sahip, oldukça gösterişli iki hanın içerisine konumlanması gerekse Ankara’nın tarihi Atpazarı semti gibi şehrin en turistik bölgelerinden birinde yer alıyor olması burayı 20 yıla yakın zamandır Ankara’nın en önemli mekân ve cazibe merkezlerinden biri haline getirmiştir. Buranın bir kültür noktası olmasının yanı sıra kente başka katkıları da olmuştur. Çengelhan, Safranhan ve Çukurhan’ın dönüşümleri sayesinde Kale Meydanı’nın çehresi değişmiş ve şehre daha güvenli bir turizm noktası kazandırılmasına ön ayak olunmuştur. Yıllar içerisinde, Rahmi M. Koç Müzesi’nin öncülüğünde Kale bölgesi, eski bir ticaret merkezinden, birçok kafe, sanat galerisi, müze, dükkân, sanatçı atölyesi ve zanaatkârın yer aldığı bir cazibe merkezine dönüşmüştür. Geçenlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret eden Rahmi Koç, Ankara sevdasının göstergesi olarak Roma Yolu tarihi çalışmalarına da maddi olarak destek olmuş, o projenin ekonomik olarak yapımını üstlenmiştir. Evet, Ankara Kalesi için herkes görevini yerine getirsin. Sorunlar biliniyor, İstanbul’da boğazı seyretmek insanı ne kadar mutlu ediyorsa Ankara Kalesi’ne çıkıp başkenti seyretmek de o kadar mutlu eder insanımızı. Ankara Kalesi UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan Arslanhane Camii’ne ev sahipliği yapıyor. Birçok tarihi olayı ve mekânı içinde barındırıyor. Kaleyi başkente yakışır hale getirmek elinizde ne duruyorsunuz? Rahmi Koç’un, “Rahmi M. Koç Müzeleri: Ankara – Endüstriyel Mirasın Aynası” (2023) kitabında kaleme aldığı önsözü ise şöyle: “Ankara’daki müzemizin ilk binasını teşkil eden tarihi Çengelhan beni iki konudan ilgilendirdi. Bir tanesi babam rahmetli Vehbi Koç’un iş hayatına atıldığı büyükbabamın dükkânının bu binada yer alıyor olması, ikincisi de İstanbul’daki Rahmi M. Koç Müzesi’ni doğum yerim olan Ankara’nın müstesna bir yerinde halkın hizmetine sunmak isteğim idi. Her Ankara’ya geldiğimde vakit bulursam kaleye çıkar, saat kulesine bakar, oradan aşağıya yürüyerek esnafa hal hatır sorar, İstanbul’a dönerdim...” Rahmi Koç Ankara anılarında şunları da aktarıyor: "Harp gelecek diye Keçiören'e taşındık. (Bugün bağ evi ve vakıf binası olan mekân) Babam orada bir sığınak yaptırdı. İşte annem, sabundu, kahveydi, çaydı, gazyağıydı o zamanlar gazyağı vardı. Un, şeker depoladı. Pencerelere siyah istor taktırdık. Bir karartma olarak. Işık dört adetti, birini yakıyorduk o zaman...” Not: Rahmi M.Koç Müzesi Müdürü Sayın Deniz Genç’e katkıları için teşekkür ederim.

 

Yazının Devamını Oku

Ankara’da büyükelçiler ve diplomatik personel Türkçe öğreniyor

1 Mart 2024
Ankara'da Türkçe bilen ya da kültürümüzü öğrenme çabası içinde olan büyükelçileri hep merak etmişimdir.

Bir akşam Yunus Emre Enstitüsü ev sahipliğinde Aşık Veysel gecesine katıldım. Dönemin Alman Büyükelçisi’nin eşi Yunus Emre Enstitüsü'nde Türkçe öğrenmiş, bununla da kalmayıp enstitü yardımıyla bağlama kursu bile almıştı. Aşık Veysel hayranıydı. Ankara’da CSO Tarihi Salonu’nda sahnede büyükelçi eşi hanımefendi ve sanatçı Cengiz Özkan da vardı. O gece Aşık Veysel’in tüm eserleri Alman Büyükelçisi’nin eşi tarafından Türkçe olarak çalındı, söylendi. Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş’i kutlamıştım. O gece ile ilgili yapılan değerlendirmede İlber Ortaylı Hoca, büyükelçi eşinin bağlamaya yakın telli bir sazı çalmayı bilmeden bağlamayı çalamayacağını söylemişti. Öncesinde ise keman çalmayı bildiği ortaya çıkmıştı. O geceden sonra Türkçe bilen, kültürümüzü öğrenmeye çalışan bir grup büyükelçilerimizin peşine düşmüştüm. Önceki yazımdan hatırlarsınız Macaristan’ın Ankara Büyükelçisi ile buluşmuştum. Mantıyı ve biber dolmasını, Ankara’nın müzelerini, tarihi mekânlarını çok sevdiğini ana dili gibi konuştuğu Türkçe ile aktarmıştı. Merak ettim. Ankara’da Türkçe öğrenen büyükelçileri, Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş’e sordum o da içtenlikle cevapladı:

Şerif Ateş

DİL ÖZELLİKLERİ UZMAN ÖĞRETMENLERCE ÖĞRETİLİYOR

”Dünya’nın her yerinde Türkiye tarihini, kültürünü, Türkçe’mizi anlatan Yunus Emre Enstitüsü, Ankara’da bulunan büyükelçilere Türkçe’nin zengin içeriğini öğretmekle kalmayıp onlara eski Türk sanatlarından ebru, tezhip, hat gibi sanatların da inceliğini öğretmeyi görev biliyor. Öncelikle bizim kültürümüz içinde ne varsa sözlü ve maddi kültür ögelerimizi Ankara’da bulunan diplomatik personele aktarmayı görev biliyoruz. Geçenlerde Rusya’da Nazım Hikmet’in 122’nci yaşını kutladık. Yazarlarımızı, şairlerimizi de enstitü olarak dünyaya anlatıyoruz, tanıtıyoruz. Ankara’da bulunan beş ülkenin büyükelçisi 1.5 yıldır enstitümüzden Türkçe kursu almakta. Bunlar Arjantin, Senegal, Şili, Afganistan ve Pakistan büyükelçileri. Enstitümüze de geliyorlar ama genelde büyükelçiler kendi konutları içinde bulunan bir odayı sınıf haline getirerek ders almaktalar. Bu kurslar çevrim içi de olmakta. Genelde enstitümüzün sağladığı dijital içerikler, ders kitapları ve yazılı kaynaklar kullanılmakta. Hocalarımızda enstitümüzün kendi kadrosu içindeki öğretmenlerdir. Her biri alanında uzmandır. Büyükelçilerimize Türkçe’mizi günlük yaşamda kullanılan dilimizi, iyi bir şekilde öğretmekteler. Bunun yanında Ankara’da sayıları 20’yi bulan diplomatik personel Türkçe kursu almakta. Öncelikle Türkçe olarak diplomatik sözcükler ve ona bağlı dil özellikleri uzman öğretmenlerce öğretiliyor. Dil olarak Afganistan Büyükelçisi Türkçe’yi bir ölçme derecelendirme yaparsak B1 düzeyinde konuşuyor. Türkçe’yi bilen her diplomat sözlü ve yazılı kültürümüzü tanımak istiyor. Bu çalışmalarda ülkemizin tanıtımına katkıdır. Tabii şimdilerde dileyen büyükelçi bir proje kapsamında geleneksel okçuluk sporunu da öğrenebiliyor. Bu projenin adı ‘kemanşor’ okçuluğun geleneksel tarihsel adı."

SENEGAL BÜYÜKELÇİSİ: TÜRK DİL VE KÜLTÜRÜNE MERAKIM VAR

Yunus Emre Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Şeref Ateş Hoca, Türkçe öğrenmeye çalışan büyükelçileri açıklayınca onlara ulaşmaya çalıştım. Sekreteryalarından günlük yaşamda kullanacak kadar bir Türkçe’yi öğrendiklerini öğrendim. Macaristan Büyükelçisi ile sohbetimizde yemek kültürümüzden edebiyatımıza kadar değerlendirmeler duymuştum. Öyle güzel Türkçe konuşuyordu ki sanki ana diliydi, şaşırmıştım. Japonya’nın Ankara Büyükelçiliği'nde Türk-Japon Üniversitesi’nden sorumlu diplomatının da çok iyi saz çalıp türkü söylediğini duymuştum.

Yazının Devamını Oku

Kültürel etkinlik başkandan sorulur

23 Şubat 2024
İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın hazırladığı 11. Kültür Politikaları Raporu, Türkiye'de Yerel Kültür Ekosistemi başlığıyla yayımlandı. Doç.  Dr. Ulaş Bayraktar  tarafından kaleme alınan rapor, yerel yönetimlerin kültür sanata katkısına dair veriler sunuyor.

Doç. Dr. Bayraktar'a ulaştım, raporu bana gönderdi. Sayfalarını çevirdim, okudum. Genel kamuoyu anketinde kent sakinlerine kültüre atfettikleri anlam sorulduğunda öne çıkan yanıtlar gelenek ve görenek olmuş. Kent sakinlerinin yüzde 81’i kültürel etkinliklere, arzu ettiğinden daha az katıldığını söylemiş. Belediye temsilcilerine göre kültürel etkinliklerin programlanmasında yüzde 89 oranla, kültür politikalarının belirlenmesinde yüzde 91 oranla en etkili aktör belediye başkanları çıkmış. Yerel seçimlerde tercihinizi yaparken bu rapor da aklınızın bir köşesinde olsun. Belediyecilikte, yeni yüzyılla birlikte açık, net, bütçesinin hesabını kalem kalem verebilen bir yerel anlayış kabul gördü. Artık bu tarzı savunmayan bir siyasi anlayış yok gibi. Yerel yönetim deyince aklımıza bu çağın politikası ‘kültür ve sanat’ geliyor. Bu çağda belediyelerin başarıları ölçülürken döktüğü asfaltla, yaptığı yolla, getirdiği kanalizasyon gibi klasik hizmetle ölçülmüyor. Büyükşehir ve ilçe belediyelerinin çalışmaları artık sosyal yaşamın büyük bir parçası olan kültür ve sanat ile anılır hâle geldi. Yerel yönetimlerin ölçme ve değerlendirmesinde bu politikaların kalitesi, sürdürülebilirliği çok önemli. Kentlerde sanat ve kültür yerel yönetimlerden sorulur. Öncelikle bu konuda her şey kent sakinlerine sorularak mı yapılıyor? Şehirde yaşayanlar kentin yönetimine katılabiliyor mu? Mesela bu konuda bir anket ya da kentte yaşayanlara yönelik bir halk oylaması var mı? Ben merak ediyorum, sanat eseri veya kültür çalışmasının uygulamasını o mahallenin sakinlerine sorduk mu? Belediye meclisinden önce yurttaş incelemesine sunduk mu? Muhtarlıklara sorduk mu? Büyük salonlardan, galerilerden, semtlere, mahallelere taşındı mı? Salvador Dali'yi kente getirmek iyidir ancak sokaktan, mahalleden bir İbrahim Çallı ve Nuri İyem çıkarmak da önemlidir. Gelecek için bir tohum her şeyin üstündedir. Yine ünlü bir yazarla genç kuşakları tanıştırmak güzeldir ancak o kuşaktan, yazar, şair, ressam ve bilim insanı yaratmak daha evladır. “Belediyeler olmasa kültür de olmaz, sanatta" deniyorsa, onun gereği en güzel şekilde yerine getirilmelidir. Belediyelerde bu işleri daha sağlıklı ve akılcı yürütmek üzere bir ‘kültür sanat üst kurulu’ kurulmalı, bu kurullar kentte yaşayanlarla ve toplumla fikir alışverişinde bulunmalıdır. Bu tip çalışmalarda ranttan çok sevgi ortaya çıkar, eğitim ortaya çıkar, hoşgörü ortaya çıkar, insan sevgisi ortaya çıkar; bu da bazı yöneticilerin işine gelmemekte…

Bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın Ankara’da CSO yerleşkesindeki etkinlikleri, yerel yönetimler örnek almalıdır. Kentte yaşayanların beğenisine göre düzenlenen programlarda herkes kendini bulabiliyor. Seçilen her belediye yönetimi, öncelikle bir kültür sanat manifestosu hazırlayıp bunu gün gün uygulamaya koymalı. Bunu bu işlerden hiç anlamayan göreve getirilen eş ve dostla yapmaya çalışanlar vardır. Bunlar klasik göz boyamaya matuf işler yaparlar, içi boş yaldızlı afişleri çok şey anlatır. Belediyelerin kültür, sanat ve eğitim ile ilgili birimleri kent sakinlerine karşı sorumludurlar. Çünkü kentte yaşayanlarca sonuçta her belediyeye bir eğitim, kültür ve sanat karnesi verilmelidir. Seçime kısa bir süre var yurttaş oy verirken klasik hizmetler dışında kültür, sanat ve eğitim gibi faaliyetleri de değerlendirmeli oyunu ona göre vermelidir. Necip Fazıl, Ziya Gökalp, Nazım Hikmet, Falih Rıfkı Atay, Cengiz Aytmatov, Yakup Kadri, Ahmet Hamdi Tanpınar, Sezai Karakoç, Orhan Kemal günleri… Masal, hikâye, atölyeler, şiir, deneme…Ruhun gıdası müzik, tiyatro… ‘Bu akşam kentte ne var?’ sorusu cevapsız kalmamalı, hafta sonu nerede panel söyleşi, konferans var? sorusunun da cevabı olmalı. Buralarda herkes kendini bulmalı... Projeler uzar gider... İnsanların haklarına saygılı, demokrasiyi canı kadar sevecek kuşaklar yetişecekse, yaşamın ilk adımı olan yerel yönetimler, kültür ve sanatı ciddi bir iş olarak kabul edecek ve yaşamı eğitim, kültür ve sanat olarak güçlendirecek ürünler verecek. Benim bu konuda büyükşehir ve ilçe belediye başkanlarına önerim; Mevlâna’nın “Dün dünde kaldı cancağızım, bugün artık yeni şeyler söylemek lazım" sözünü ilke edinmeleri ve bilinen ezberleri bozmaları... Çünkü biz kentliyiz. Kent ise kültürle var olur, yaşar...

Yazının Devamını Oku

Ankara Kalesi’nden bir insanlık hikâyesi

16 Şubat 2024
Ceyhun Atuf Kansu, Cumhuriyet Dönemi şairlerimizdendir. Mesleği halk hekimliğidir, yani bir doktordur. Ülke sevgisini ve değerlerini yüreğinde taşıyan bir şairdir.

Ankara Altındağ’da dönemin gecekondularının olduğu bölgelerde, sağlık ocaklarında uzun süre doktorluk yapmıştır. Gelin onun ‘Bir Kasaba Hekiminin Anıları’ isimli kitabından bir anısıyla Ankara’mıza bakalım:“İstanbul’da doğmama rağmen Ankara’yı daha çok severim, nedeni eski bir anımda gizlidir. Ankara’da kale semtini gezerken başıma gelen olay bana neden Ankara’yı sevdiğimi gösterdi...

Kalenin o dik yokuşunu çıkarken kendimi bir an iyi hissetmedim ve hiç bırakmadığım sigaram elimde kaldırıma oturdum kaldım. Epey yaşlı bir kadın yanıma yaklaştı ve yardıma ihtiyacım olup olmadığını sordu. Ben ‘yok’ desem de kötü olduğumu anlamış olmalı ki o yaşıyla koluma girdi ve beni taşır gibi hemen karşıdaki evinin önüne oturttu. Beni fakir ve yardıma ihtiyacı olan biri sanmıştı. Evden pişirdiği gözlemelerle bir bardakta çay ikram etti ve beni tanımamıştı. Bu da benim hoşuma gitti. Bana insan olduğum için değer veren bu yaşlı fakir kadının misafirperverliği beni çok mutlu etti. Çok daha duygulandıran şeyi akşam eve dönünce fark ettim. O fakir ve yaşlı kadın beni de fakir sanmış, paltomun cebine bir poşet içinde bir miktar para koymuştu. Bana acıdığını düşünmemem için de bunu bana söylemeden kapıya astığım paltomun cebine koymuştu... Bu olay bana İstanbul’da başıma gelen şu olayı hatırlattı; 1960 sonbaharında İstanbul Eminönü’nde etrafı izliyor, bir yandan da martılara simit atarak kendimi oyalıyorum. Etrafımda Türk ve Müslümanlardan çok papazlar, İngilizler, Almanlar görüyorum. Birden yanımda biri belirdi. Selam bile vermeden, asık bir surat, yüksek bir ses ve bozuk Türkçe’siyle, ‘Sen ne yapıyorsun be adam? Neden denizi kirletiyorsun?’ dedi... Martılarla olan bağıma karışmakla kalmıyor, denizi kirletmekle suçluyordu beni. Oysaki martılar suya düşmeden havada kapıyordu attıklarımı. Cevap vermedim... Yüzüme baktı baktı ve birden gülümsedi. Bana ‘Sizi tanıyorum, siz ünlü şair Atuf Bey’siniz. Bakın kitabınız yanımda’ diyerek bana övgüler yağdırdı... Beni az önce tanımadığı için azarlayan kadın, bana değil ünüme değer vermişti... İşte bu yüzden İstanbul’dan Ankara’ya yerleştim, orada yaşadım ve vasiyetimdir orada öleceğim... Ceyhun Atuf Kansu, 17 Mart 1978 tarihinde Ankara’da yaşama gözlerini yumdu ve Ankara’da toprağa verildi... Balgat Cevizlidere’de Ceyhun Atuf Kansu Caddesi’ni hepimiz biliriz. Bu caddeye de ismi verilen bu kıymetli, Ankara sevdalısı şairimizin mekânı cennet olsun..

ANKARA KALESİ

Gönlüm müdür dalgalanan,

Bu eski burçlarda böyle.

Yazının Devamını Oku

Prof. Dr. Öcal Oğuz ile UNESCO üzerine

9 Şubat 2024
Televizyonlarda UNESCO Kültür Mirası Listeleri yayınlandıkça hep merak ederdim. Bu listelerin öyküsü nedir? Süreci nasıldır? Başkent Ankara’dan da önce Gordion Antik Kenti daha sonra Arslanhane Camii Dünya Miras Listesi’ne girdi.

Ülkemizin tarihinin dünya çapında kabul görmesi de bir gelişmişlik düzeyidir. Başkentlerin yaşayan kent olarak tanınması, dünya başkentleri arasında saygın yerini alması, UNESCO Dünya Miras Listesi’ndeki yeri o başkent için bir referans kaynağıdır. Son yıllarda UNESCO’nun Somut Olmayan Miras Listesi’nde ve UNESCO Dünya Miras Listesi’nde o kadar çok eserimiz var ki. UNESCO’ya sunulan hepimizi mutlu eden bu eserlerin dosyalarının hazırlığının nasıl yapıldığı sorusuyla işin peşine düştüm. Bu işin kahramanları kimdir? Bulmak istedim.

MÜZELERİN BİRÇOĞUNDA İMZASI VARDIR

Türk kültürüne eserleriyle, çalışmalarıyla çok şeyler kazandıran ‘kültürel miraslarımız’ konusunda eserleri olan bir akademisyen, Prof. Dr. Öcal Oğuz Hoca’mıza sormaya karar verdim. Halen bu konuda bizleri aydınlatmaya devam eden Prof. Dr. Öcal Oğuz, Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi Türk Halk Bilim Bölümü Başkanı olmasının yanı sıra Türkiye’de ve değişik ülkelerde bu konularda dersler vermiş, öğrenciler yetiştirmiştir. Altındağ Hamamönü’nde tarihi bir konağın duvarlarını süsleyen büyük italik yazılarda şunlar yazar; ‘Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi.’ Kültür hayatımızın birçok ögesini orada görebilirsiniz... Bir ekmek teknesi vardı. Uzun uzun incelemiştim. Anadolu’da ekmek hamuru orada hazırlanırdı. Türkçe’mizde bir söz vardır; ‘Kazancımızı sağladığımız her şey için o bizim ekmek teknemizdir’ der kutsarız. İşte o sözün kaynağı ‘Somut Olmayan Kültürel Miras’ olarak o müzededir. Bu güzel eserler Prof. Dr. Öcal Oğuz’un, Ankara’mıza kazandırdığı müzede sergilenmekte. Öcal Oğuz’un öğrencileri o müzede yerli ve yabancı ziyaretçilere mihmandarlık yaparlar, eserleri tanıtırlar. Ülkemizin birçok yerinde ‘açık hava müzeleri, somut olmayan kültürel miras müzeleri’ vardır. Bu müzelerin birçoğunda Prof. Dr. Öcal Oğuz hocamızın imzası vardır... UNESCO Türkiye Milli Komisyonu Başkanı olarak da görev yapan Prof. Dr. Öcal Oğuz’a dünya mirasına kazandırılan eserler için işleyen süreci sordum. Aklıma takılan sorulara içtenlikle cevap verdi:

Öcal Oğuz

BURADAKİ GÖREVİMİZ DANIŞMANLIK

Yazının Devamını Oku

Emine Gürsoy Naskali ile Celal Bayar Köşkü sohbeti

2 Şubat 2024
Ankara Atatürk Bulvarı üzerinde 215 numarada gözlerden uzak tarihi bir köşk vardır. Adı Celal Bayar Köşkü’dür.

Eski cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar’ın yaptırdığı ve ikamet ettiği konutudur. Bayar, Mustafa Kemal Atatürk’ün yakınında olmuş, Kurtuluş Savaşı’na katılmıştır. Tarihimiz içinde unutulmayan bir yere sahiptir. ‘Bu köşkün tarihi öyküsünde ne anılar vardır’ diye hep düşünmüşümdür. Köşkün hikâyesini eski Cumhurbaşkanımız Celal Bayar’ın torunu Prof. Dr. Emine Gürsoy Naskali’ye sordum. Emine Gürsoy Naskali Hoca’mız Türk kültür yaşamı ile ilgili araştırmalar yapan bir Türkolog. Oxford Üniversitesi’nde Türkiyat okudu. Türkiye’de Türk dili üzerine doktora yaptı. Birçok ülkede dersler verdi. Yazdığı yüzlerce eseri, hep baş ucu kitabı olmuştur. Türk Dil Kurumu (TDK) Hüseyin Rahmi Gürpınar E-Kitap projesini yürüten akademisyendir. Büyükbabası Celal Bayar’ı yaşatmak ve eserlerini anlatmak için büyük bir çaba gayret içindedir. Bir görevi daha vardır. Celal Bayar Vakfı Başkanı’dır. Geçen hafta Cumhurbaşkanı Bayar’ın Rumelihisarı restorasyon çalışmalarının anlatıldığı paneli organize eden Prof. Emine Gürsoy Naskali, Türkiye’nin bir dönemine tanıklık etmiş. Naskali, ‘Kentim ile Baş Başa’ okurlarına Celal Bayar Köşkü’nün pek bilinmeyen öyküsünü anlattı:

ATLARIN TERİNİ SOĞUTMAK İÇİN ALINAN ARSA

“Büyükbabam Celal Bayar son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda Saruhan Milletvekili’ydi. Meclis’te bir konuşma yapıyor ve Ege’de Yunan işgalini, Yunan mezalimini anlatıyor. Düşmana karşı milletle birlikte, silahla topyekûn karşılık vermezsek bir hiç olacağımızı söylüyor. Meclis’te büyük heyecan yaratıyor ve ağlayanlar oluyor. İstanbul’daki İngiliz işgal kuvvetleri bu konuşma sebebiyle Meclis’i kapatıyor. Yani bu konuşma Ankara hükümetinin kurulmasına bir sebep ve vesile oluyor. Büyükbabam 1920 yılında Ankara’ya geliyor. 1. Meclis’e milletvekili olarak katılıyor. Yine Saruhan Milletvekili’dir. Büyükbabamın arkasından anneannem Reşide Bayar ve annem Nilüfer Gürsoy da Bursa’dan Ankara’ya geliyorlar ve ilk önce Keçiören’de bir ev kiralıyorlar. Ahmet Ağaoğlu ailesiyle komşu oluyorlar. Atatürk, Çankaya’da ikamet ediyor. Büyükbabam Bayar, at üstünde Çankaya’ya çıkarken atların terini soğutmak için bugün Atatürk Bulvarı’nda olan bir arsa satın alıyor. O yıllarda o mıntıka tamamen boş. Daha sonra bu arsaya bir ev yaptırmak üzere Mimar Arif Hikmet Koyunoğlu’yla (Eski Türk Ocağı binası olan bugünkü Ankara Resim Heykel Müzesi binasının da mimarı) görüşüyorlar.

ANNEANNEM ‘EV GİBİ BİR EV OLSUN’ DİYOR

Mimar

Yazının Devamını Oku

Büyükelçi Viktor Matis’le Ankara ve 100’üncü yıl sohbeti

26 Ocak 2024
‘Ankara’da Türkçe bilen büyükelçiler’ başlıklı bir yazı okumuştum. İlk gözüme çarpan Macaristan’ın Ankara Büyükelçisi Viktor Matis olmuştu.

Türkçe bilen büyükelçiyle güzel bir Ankara söyleşisi yapabilirdim. Macaristan ile tarihten gelen dostluğumuzu da biliyorum. Hun İmparatoru Attila sevgimizi, Ural Altay Dil ailesi geçmişimizi de... Önce bu söyleşimizin ön hazırlığını aktarayım. Macaristan Ankara Büyükelçisi’yle Ankara üzerine, Türk–Macaristan dostluğu ile ilgili bir söyleşi yapmaya karar verdim. Macaristan Büyükelçiliği iletişim telefonu üzerinden özel kalemdeki Ali Kemal Bey’e ulaştım. “Sorularınızı yazılı olarak gönderin” cevabını aldım. Sorularımı yazılı olarak gönderdim. Sorularım şunlardı; “Türkçe’yi nerede, nasıl, kimden öğrendiniz? Ankara’da Gençlerbirliği maçına gidişinizin hikâyesini anlatır mısınız? Türk-Macar dostluğunun yüzüncü yılında Ankara-Budapeşte başkentlerini de göz önüne alarak değerlendirir misiniz?” Bu sorular büyükelçiye ulaştı. Akşam gelen cevapta, “Büyükelçi sizinle söyleşi yapacak. Kuğulu Park civarında bir kafede oturup söyleşi yapabilirsiniz” deniliyordu. Macaristan Ankara Büyükelçisi Viktor Matis ile Kuğulu Park Restoran ve Kafe’de buluştuk. Türk-Macaristan ilişkilerinin ve dostluğunun 100’üncü yılında Ankara simidi ve çay sonrasında ise Türk kahvesiyle güzel bir sohbet gerçekleştirdik.

GAZETEYE İLAN VEREREK TÜRKÇE ÖĞRENDİM

Büyükelçi Matis, “Türkçe’yi Türkiye’de kendi çabamla öğrendim. Ankara’da öncesinde Kültür Ataşesi’ydim Türkçe’yi özellikle merak ettim. Öğrenmek istedim. Gazeteye ilan verdim. Bir sanat tarihi öğrencisinden Türkçe öğrendim. Bakın ben Türkçe’yi üç ay gibi kısa bir sürede öğrendim. Bir yakın dil birliğimiz olmasa kısa sürede böyle konuşabilir miyim” dedi ve ekledi; “Geçenlerde Belediye Başkanı’nız Mansur Yavaş ile birlikte Budapeşte Caddesi’ne yakın bir yerde ‘İmrek Ormos Parkı’nın açılışını yaptık. Ormos Macar’dır. Mustafa Kemal Atatürk’ün bahçıvanıdır. Unutulmaması bizi sevindirdi. Ankara’da bir Erzurum Oteli vardır. Tarihi bir mekândır. Kubbeli kısmını bir Macar Usta yapmıştır. Yine Etnografya Müzesi’nde Macar işçiliği vardır.” Büyükelçi, Meteoroloji Müzesi’nde Macar Meteoroloji Uzmanı Arteşye ile ilgili eserlerin varlığından bahsetti. Önümüzdeki günlerde Macar meteoroloji yetkililerinin Türk yetkililerle bu konularda görüşeceğini söyledi.

Viktor Matis-Umut Özkan 

TÜRKİYE İLE ANTLAŞMAMIZ YÜZ YAŞINDA

Türkiye ile diplomatik ilişkilerin bir tarihe dayandığını aktarırken dostluk anlaşmasını da hatırlatarak, “18 Aralık 1923’te imzalandı. Bugün bu antlaşma yüz yaşında bunun için mutluyuz. Bizim Türkiye ilişkilerimiz gelişmiş seviyededir. Bu yıl Macar–Türk yılıdır. Türkler bu program çerçevesinde başkent Budapeşte’de 100 program içerikli bir etkinlik yaptı. Bu yıl Macaristan kültürü ağırlıklı bir program hazırladık. İlkini geçen akşam CSO Ada Salonu’nda izleyiciye sunduk. Bu Türk–Macar dostluğunun büyük ismi Bela Bortok’un 105 tek operasıydı. Bunu Fondon Filarmoni Macar Orkestrası sundu” ifadelerini kullandı. Bu sırada Büyükelçi Viktor Matis eliyle Kuğulu Park’ın karşısında bulunan Macaristan Elçilik binasını göstererek, “Cumhuriyet’in ilk yıllarında üç gün kadar bu elçilikte kaldı Bela Bartok ondan sonra Adnan Saygun ile Anadolu yollarına Macar, Türk ortak ezgilerini derlemeye gittiler” dedi.

ERYAMAN’DA İLK MAÇ İZLEME MACERASI

Yazının Devamını Oku

Gülşen Kutlu’yla Ankara türküleri üzerine

21 Ocak 2024
Ankara türküleri aklıma geldiğinde, ünlü derlemeciler Muzaffer Sarısözen, Nida Tüfekçi, Yücel Paşmakçı gibi Türk Halk Müziği’nin unutulmaz kahramanlarını hatırlarım. Sayısız türküleri...

Bunların çoğu da Ankara türküsüdür. Binlerce ezgiyi, notasıyla, yerel sanatçısıyla, kaynak kişileriyle, hikâyesiyle bugünlere aktaran tarihi şahsiyetlerdir... Ankara’da yapılan ilk derleme çalışmaları insanüstü bir özveri ve ülke sevgisinin sonucunda yapılmıştır. ‘Kahramanımızdır’ dedim, evet bu müzik insanlarına, sözlü kültürümüzün taşıyıcılarına ‘kahraman’ az bile yetersiz kalır. Sadece benim mi? Türkü sevdalısı birçok Ankaralı için de çok değerlidir. Müziksiz bir hayat düşünülebilir mi? Nietzsche, “Müziksiz yaşam hatadır” der. Ankara türküleri için emek veren TRT Sanatçısı Gülşen Kutlu ile bir söyleşi yapmak aklımda hep vardı.

Önce Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Müdürü, Çukurova türkülerinin ustası Hasan Özel’e ulaştım. Onun yardımı ile Ankara Radyosu Türk Halk Müziği Sanatçısı Gülşen Kutlu’yla Ankara Radyosu Muzaffer Sarısözen Stüdyosu’nda bir söyleşi gerçekleştirdim. Bu söyleşimize zaman zaman Ankara Radyosu’nun ekrandan tanıdığımız kimi sanatçıları da katıldı. Stüdyoda Ankara türkülerinin birçoğunu derleyen Muzaffer Sarısözen’in büyük bir fotoğrafı asılıydı. Stüdyoda Gülşen Hanım Ankara türkülerinin bir bölümünü okudu. Okurken Ankara Radyosu saz sanatçıları, hepsi birbirinden usta, Gülşen Kutlu’ya eşlik ettiler.

TÜRKÜLERE ‘ANADOLU’NUN ÇIĞLIĞI’ TANIMI

Bedri Rahmi Eyüboğlu, ‘Türküler Dolusu’ isimli şiirinde “Ana sütü gibi candan ana sütü gibi temiz” diye tanımlar türküleri. Türküleri kaynağından alıp bugünlere taşıyan başta Muzaffer Sarısözen, Bayram Aracı, Rıfat Balaban, Adnan Şekeri, Mucip Acar’ı saygıyla andık. Bu isimler, TRT Sanatçısı Gülşen Kutlu’nun 1982 yılı Ekim ayında yapılan Ankara Radyosu giriş sınavında Jüri Değerlendirme Kurulu’nda bulunan kadroymuş. Sınavda Gülşen Kutlu birinci olmuş. Gülşen Kutlu, Ankara türkülerinin içinde büyümüş, babası Ankara’nın ilçesi Şereflikoçhisar’da uzun yıllar avukatlık yapmış. Hasanoğlan’da bulunan Köy Enstitüsü’nün mezunlarındanmış. Türkülere sevdalıymış. Gülşen Kutlu, türküleri “Anadolu’nun çığlığı” olarak biliyor ve öyle tanımlıyor. Bunun içine insanımızın aşkını, sevdasını, üzüntüsünü, sevincini, kavgasını alıyor. Ankara türkülerini de bunun yansıması olarak görüyor. Gülşen Kutlu Ankara türkülerini Cumhurbaşkanlığı’nda özel günlerde Özal’a Demirel’e, Sezer’e, yurt dışından gelen konuklara söylemiş.

Gülşen Kutlu-Umut Özkan

BUGÜNE GETİREN USTALARA SAYGI DUYALIM

Yazının Devamını Oku