Serap Torun

Sosyal medyanın global köyü

8 Ocak 2021
Washington DC'deki Kongre Binası’na Trump taraftarlarının yaptığı baskının ardından ABD Başkanı Donald Trump'a Facebook, Instagram, Twitter gibi sosyal medya platformlarında gönderi yasağı geldi. Pek çok defa toplu eylemlerde kullanılan sosyal medya kanalları bu defa işi sıkı tutuyor.

Trump’ın konuşması ardından çıkan olaylar nedeniyle sosyal medya hesapları da platformların yönetimi tarafından engellenmişti şimdi ise bu engel 20 Ocak tarihine kadar uzatıldı. Çünkü o tarihte Trump koltuğunu Biden’a bırakacak. Ancak çıkan olaylar sonucu Trump’ın bir an önce başkanlıktan azli ve sürecin hızlandırılması gündemde. Bu olaylar Trump için yargı sürecinin de önünü açabilir. 

İşin bu kısmı olayların siyasi tarafı olsa da sosyal medyanın siyasiler tarafından farklı amaçlar için kullanımı herkes tarafından bilinen bir gerçek. Çoğumuzun hatırlayacağı gibi onlarca yazıya, teze konu olan “Arap Baharı” da sosyal medya yoluyla yayılan bir hareketti. Özellikle Tunus ve Mısır halklarının yakından hatırlayacağı bu dönemde toplu eylemler sosyal medya yoluyla yayılmıştı. Belki de ilk defa sosyal medyanın böylesi büyük etkilere sahip olabileceğini tüm dünya görmüştü. 

Global Köy 

Teknoloji sayesinde küçük bir topluluğa dönüşen dünyamızı Marshall McLuhan yıllar önce “Global Köy” olarak adlandırmıştı. Günümüzde bu köy, kitle iletişim yollarının daha fazla kullanımı ve hızı nedeniyle gittikçe küçüldü.  Gutenberg’in matbaayı bulmasıyla sözlü kültürden yazılı kültüre evirilen medya, artık elektronik kültüre dönüştü ve bugün Elon Musk’ın dünyanın en zengini koltuğuna oturduğunu bile neredeyse Musk’tan önce öğreniyoruz. 

Ancak dijitalde bu denli hızlı yayılan haberlerin kullanımı yanlış ya da yalan haber üretimini artırdı. Yapılan araştırmalar, sosyal medyada gerçek bir haberi 1.500 kişiye ulaşmanın, sahte bir haberi ulaştırmaktan altı kat daha zor olduğunu ortaya koyuyor. Sahte haber yayılımının en yakın örneğini ise yaşadığımız salgın döneminde gözlemliyoruz. Salgın sürecinde o kadar fazla bilgi kirliliği oluştu ki sonunda Dünya Sağlık Örgütü bunu virüs kadar tehlikeli bulduğunu belirterek, duruma “İnfodemik” adını verdi.   

Sosyal medyanın kötüye kullanımı olduğu gibi iyi yönleri de var. Sosyal medya kanalları, doğal afetler esnasında arama kurtarma çalışmalarında,  bireysel pek çok yardım çağrısında olduğu gibi iyi işlere de vesile olabiliyor.  Özellikle evlere kapandığımız küresel salgında,  iletişim ve eğlence için sıkça sosyal medya kullanıyoruz. Kötüye kullanımda sosyal medyayı suçluyoruz ancak bu kanalların sonuçta biz insanlar tarafından kullanıldığını unutmamak gerekiyor. Kötülük sosyal medyaya değil insana has bir özellik. Yanlış, sahte haberlerin, kötü amaçlarla hazırlanan içeriklerin yayılmaması da yine bizlere bağlı. Sosyal medya platformları gerekli önlemleri mutlaka almalı ancak insanlar da bireysel olarak olumlu katkı sağlamalı. Bunun için doğru, bilinçli, eğitimli, merhametli bireyler olarak kendimizi ve çocuklarımızı eğitebiliriz. İletişimimizi çoğunlukla dijital alanlarda yürüttüğümüz bu günlerde, nezakete ve saygıya daha fazla önem vererek, faydalı, doğrulanmış içerikleri paylaşmaya özen gösterebiliriz.

Yazının Devamını Oku

Mücbir teknoloji

25 Aralık 2020
Yeni bir yıla günler kaldı. Geçtiğimiz yıldan pek çoğumuz memnun olmasak da gelecekte olacak dediğimiz pek çok olayı 2020 yılında ışık hızında yaşadık.

Yılın bu son yazısında geçmiş yazılarıma göz atarken bir başlık dikkatimi çekti. Temmuz 2019’da “Sanal dünyaya taşınıyoruz” başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Yazıda şöyle bir bölüm var “Teknoloji hayatımızı kolaylaştırırken yaşam tarzımızda da değişikliklere sebep oluyor. Büyük şehirlerde trafikte kaybedilen vakit, şirketlerin ev ofis çalışanlarının çoğalması gibi nedenlerle görüşme ve toplantıları giderek sanal dünyaya taşıyor. Her ne kadar e-ticaret ve perakende satış alanındaki yeni teknolojileri hızla benimsesek de toplantılar ve iletişim alanındaki yeniliklere aynı hızla adapte olamadık gibi görünüyor.” Yazının devamında konuyla ilgili veriler paylaşmışım ve özetle sanal imkânlar varken neden değerlendirmiyoruz noktasına değinmişim. 

Oysa şimdi çok farklı  

Çoğumuz evlerimizden çalışıyoruz ve pek çok şirket bu yeni durumu o kadar benimsedi ki bir daha ofislere taşınmayacaklarını şimdiden duyurdular. Bu durum her ne kadar mücbir sebeplerden kaynaklandıysa da hızla benimsendi. Covid 19 salgını olmasaydı da bu yaşanacaktı ama daha ileri bir tarihte bekliyorduk. 

Diğer yandan dijital sağlık alanında da uzaktan ameliyatlar, sanal hekim randevuları, giyilebilir sağlık teknolojileri ve tele sağlık hizmetlerinin yaygınlaşması da 2019’da yazdığım konulardan bazılarıydı. Salgın sebebiyle bu teknolojiler de hızla hayatımıza hızla girdi.  Hatta o kadar hızlı yayıldı ki günümüzde uzaktan bağlantı ile hekim ziyaretlerini de aştık sanal asistan yardımıyla aşı oluyoruz. İngiltere'de pilot bir projenin parçası olarak 1.000'den fazla kişi, sanal bir asistan kullanarak grip aşısı yaptırdı. İngiltere Ulusal Sağlık Sistemi’nin (NHS) sunduğu uygulamada yer alan sanal asistan bireylerin sorularını yanıtlıyor ve grip aşısına ihtiyacı olup olmadığını belirliyor. Uygulama, Doğal Dil İşleme (NLP) ve konuşma tanıma teknolojilerine sahip olduğundan kullanımı da oldukça kolay. Uygulama geliştiricisi, kullanım sonrası anket verilerine dayanarak bu yöntemin hasta başına maliyeti %14,4'e kadar azaltabileceğini iddia ediyor. Bizler de “Hayat eve sığar”  ve “e-Nabız” gibi uygulamalar kullanıyoruz. Bunlar da giderek daha fazla genişleyerek sağlık personelinin üzerindeki yükü hafifletebilir. 

Yine 2020’de bir günde tüm toplu alanların güzel kokmasını sağlayarak bizi temizlikte muasır medeniyet seviyesini taşıyan kolonya gündem oldu. Kolonyanın teknolojinden söz etmeyeceğim ama virüsü yok edebilmek için artık farklı teknolojiler de kullanıyoruz. AVM girişlerine yerleştirilen ultraviyole ışın yayan kapılar, beyaz eşyalara entegre edilen ultraviyole ışın yayan sistemler bunlardan bazıları. Fırın, buzdolabı gibi ürünler alırken bu sistemi kullanarak hijyen sağlayan ürünleri tercih etme şansımız oldu.


Yazının Devamını Oku

Covid-19 aşı çalışmalarında öne çıkan Türk bilim insanlarına bir yenisi eklendi

18 Aralık 2020
Covid 19’u durdurmak için bilim insanlarının yürüttüğü aşı çalışmaları sonuç vermeye başladı. Şu ana kadar Covid-19’a karşı üretilen ve etkili olduğu kabul edilen iki büyük firmanın aşısında ise Türk bilim insanları öne çıktı.

İnsanlığa umut olarak gösterilen bu aşı çalışmaların klinik denemelerinin üçüncü aşamasında bazı aşı adayları sonuç verdi. Bu gelişme Covit 19 salgınının yaygın bir aşılama programıyla kontrol altına alınabileceğine dair umutları yeşertti. Dünya genelinde yüzün üzerinde aşı adayıyla süren araştırmalar sonucunda ortaya çıkan aşılarda farklı teknikler kullanıldı. Bunlar; mRNA, inaktif ve viral vektör gibi metotlar.  Bu metotlardan mRNA teknolojisini kullanarak öne çıkan şirketler ise Moderna ve Pfizer/Biontech oldu. Bu iki şirketin aşılarının mRNA olmasının yanında bir başka ortak yönleri daha var. Her ikisinin aşı çalışmalarının ardında Türk kökenli bilim insanlarının bulunması. Moderna şirketinin aşısının ardındaki isimlerden biri olan Teknik Geliştirmeden Sorumlu Kıdemli Başkan Yardımcısı Nedim Emil Altaras ile görüştüm.   

Altaras,”Genetik diziyi aldıktan sonraki 63 gün içinde insan testine hazır bir aşı adayı elde ettik. Başarımızla çok gurur duymama rağmen, bu yolculuğumuzun sadece başlangıcıydı. MRNA teknolojisinin bir aşı olarak vaadini dünyaya hızla göstermek için çaba sarf ediyoruz. Başarılı bir aşı geliştirme hedefiyle, 2021'de dünyaya yüz milyonlarca doz verebilecek şekilde üretim teknolojilerini büyütmek için gece gündüz çalıştık. Ocak ayından bu yana bir maraton koşuyoruz ve hâlâ başaracak çok şeyimiz var.” diyor. 

Başlangıçta Zika aşısının geliştirilmesi üzerinde çalıştığını belirten Altaras, “Çalışmalarımın çoğu, pandemik tepki senaryolarına ve hızlı tepki için mRNA teknolojisine odaklaydı. Moderna'da mRNA ürünleri için üretim teknolojilerinin geliştirilmesi ve uygulanmasından sorumluyum. Covid-19 aşısının üretimi için de mRNA teknolojisini kullandık.” dedi. 

Bilindiği gibi mRNA metodu ile üretilen Moderna ve Pfizer/Biontech aşılarının klinik etkinlik dereceleri, %95 civarı olarak açıklanmıştı. Aşı ile ilgili çalışmalarının olumlu sonuçlar verdiğini açıklayan şirket arasında Pfizer – BioNTech, (ABD-Almanya), Gamaleya Institute (Rusya), Moderna (ABD), Oxford Üniversitesi / AstraZeneca (İngiltere) , Sinovac (Çin) yer alıyor. Bu çalışmalar arasında mRNA teknolojisi diğerlerine göre yeni nesil sayıldığından ilgi çekiyor. 

mRNA aşılar, viral vektör aşılara kıyasla kısa zamanda daha fazla üretilebilecek teknolojiye sahip. Diğer farklılıksa dağıtım ve depolama esnasında yaşanıyor. mRNA aşıların  diğer aşılara nazaran çok daha düşük ısıda soğuk zincirde saklanması ve taşınması gerekiyor. Bu, ülkelerin aşı lojistiği ve saklama koşulları sebebiyle dezavantaj gibi görülebiliyor. Ancak İngiltere, ABD ve Kanada mRNA aşısının kullanımına onay veren ülkeler arasında. 

Yazının Devamını Oku

İklim değişikliği petrol, toprak yerine bulut kavgasına sebep olabilir

11 Aralık 2020
Türkiye'de yağış azlığı sonucu son aylarda giderek artan kuraklık verileri dikkat çekiyor. Dünya genelinde azalan su seviyeleri, kalan suların da giderek kirlenmesi alarm veriyor.

İklim değişikliğinin baş aktörü olan fosil yakıtlar, ürettikleri emisyonlara rağmen şu anda dünya enerji üretiminin %79'unu oluşturuyor ve henüz hedeflendiği düzeyde azaltılabilmiş değil. Ancak yenilenebilir enerjinin maliyetindeki düşüş, farkındalık kampanyaları ve Paris anlaşması gibi nedenlerle bazı değişiklikler yavaş yavaş hayatımıza girmeye başladı.

Yaklaşık 10 yıl önce fosil yakıt kullanan enerji santrali inşa etmek, yeni bir güneş veya rüzgâr santrali inşa etmekten çok daha ucuzdu. Rüzgâr santrali yaklaşık %22, güneş enerjisi ise kömür kullanan bir santrale göre %223 daha pahalıydı. Ancak 2019’a bakıldığında, verilerine göre, dünya çapında kurulan yeni enerji santrallerinin %72'sini yenilenebilir enerji kaynaklarının oluşturduğunu görüyoruz. Dünyanın CO 2 emisyonları 2018'de 37 milyar tona ulaştı .  İklim değişikliğini sona erdirmek için ise atmosferdeki sera gazı yoğunluğunun dengelenmesi ve dünyanın sera gazı emisyonlarının net sıfıra düşmesi gerekiyor. 

Ülkemizde kuraklık yaşanması bu yıla özgü değil daha önce de defalarca kurak zamanlar yaşandı. Ancak bu defaki hem şiddeti hem de süresi bakımından farklılık gösteriyor. Dolayısıyla iklim bilimciler konunun tarımsal faaliyetleri etkileyecek noktaya yaklaştığı konusunda uyarılar yapıyor. 

Geçtiğimiz günlerde Avusturya’da yayınlanan yeni bir rapora göre Avustralya'daki ortalama sıcaklıkların, artan sera gazları nedeniyle önümüzdeki on yıl içinde artmaya devam etmesi , daha fazla ısı dalgasına ve yeni yüksek sıcaklık rekorlarına yol açması bekleniyor.  İlkbahar aylarını yaşan ülkede sıcaklıklar, mevsim normallerinin 2 derece üzerinde seyrediyor ve bilim insanları iklim değişikliğinin yol açtığı bu giderek yükselen sıcaklıklardan dolayı endişelerini dile getiriyorlar. Ülkede bu yıl çıkan büyük yangında binlerce dönüm orman yok olmuştu ve kuraklığa sebep olması nedeniyle yaklaşık 10 bin deve helikopterlerden vurularak itlaf edilmişti. 

Çin ise ülkede yaşana kuraklık ve iklim değişikliği ile mücadele etmek için farklı bir yol izliyor. Bu, geçici ve daha büyük problemler doğurabilecek “bulut tohumlama” işlemi. Hükümet hava koşullarını insan müdahalesi ile değiştirerek, kuraklık, dolu fırtınaları,  orman yangınları ve alışılmadık derecede yüksek sıcaklık ve kuraklık gibi olaylarla başa çıkmak için bu yöntemi bir acil müdahale planı olarak görüyor. ABD’de 1946 yılında ilk defa uygulanan bulut tohumlama yöntemini pek çok ülke zaman zaman kullanıyor. Eğer dünyayı yeniden dengesine döndürmeyi başaramazsak ileride petrol arama ya da toprak yerine bulutlar içi komşularımızla aramız bozulabilir. Sadece bizim ülkemiz değil tüm ülkeler açısından önemli bir konu olan suyu hiç bitmeyecekmiş gibi savurmaktan acilen vazgeçmemiz gerekiyor.

Yazının Devamını Oku

İklim değişikliğine suni et etkisi

4 Aralık 2020
Laboratuvarda et üretimi çalışmaları ilk başlandığında oldukça ilgi çekmişti. Şimdi ise bu et Singapur’da bir restoranda servis edilmek üzere onaylandı. Böylelikle gerçek hayvandan elde edilmeyen suni et artık restoranlara girmeye başladı. Üretici firma ise laboratuvar hayvancılığının ilk etapta karbon salınımını arttıracağını ancak ilerleyen süreçte azalmasına yardımcı olacağını ileri sürüyor.

Bilim insanlarının laboratuvarda et üretimi yapmasının sebepleri arasında artan dünya nüfusuna karşın azalan doğal kaynaklar yer alıyor. Ayrıca iklim değişikliği ve tabii hayvan refahı fikrinin yükselişi de bu sebepler arasında sayılabilir. Kültür eti üretimi şu an için canlı hayvan üretimine göre nispeten daha fazla enerji tüketimi ve karbon salınımını beraberinde getiriyor. Ancak üretimin artması ilerleyen dönemde karbon salınım miktarını aşağıya çekebilir. 

Aslında bunu geçmişte doğadan topladığımız buza benzetmek mümkün. Önceden buzu göllerden , mağaralardan toplarken şimdi dondurucular sayesinde evde üretiyoruz. Hatta kimyasal olarak da yapabiliyoruz. Gübre de eskiden doğal yolla elde edilen ancak günümüzde suni üretimi yapılan bir başka ürün. 

Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ve bazı farklı örgütlerin son yayınladığı iklim değişikliği raporuna göre, karbon salınımını düşürmeyi taahhüt eden pek çok büyük fosil yakıt üreticisi ülke bu sözleriyle çelişen miktarda kömür, petrol ve gaz üretimi yapmayı planladıklarını beyan ettiler. Oysa fosil yakıt üretiminin 2020 ile 2030 yılları arasında yılda yaklaşık yüzde altı azalmasını gerekiyor. Rapora göre ise planlanan üretim bu tablonun iki katını aşıyor. Günümüzde, hükümetlerin uyguladığı fosil yakıt politikaları dünyayı bu yüzyılın sonunda 2,9 C'lik sıcaklık artışına doğru götürüyor. 

Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü'ne göre, küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık yüzde 14,5'inden çiftlik hayvanları sorumlu tutuluyor. Suni etin üretimi ve yaygınlaşması daha az metan, daha az su ve toprak kaybı olarak görülüyor. Ancak farklı araştırmalar bunun tam tersi olarak sığırlardan salınan metan gazının ısınmaya, karbondioksitten çok daha fazla etkisi olduğunu fakat atmosferde 12 yıl kaldığını oysa karbondioksit binlerce yıl biriktiğini öne sürüyor. 

Sonuç olarak ülkeler emisyon hedeflerini tekrar değerlendirmeli ve artan nüfusa uygun önlemler almaya başlamalı. Aksi hâlde ülkelerin 2050 için verdiği “0” emisyon sözü, havada karbondioksite asılı kalacak gibi görünüyor.

Yazının Devamını Oku

Agri-Fintech tarımın dönüşüm noktası mı?

27 Kasım 2020
Tarım, geçmişte olduğu gibi günümüzde de en önemli güç kaynağı. Ülkelerin gıda üretiminde kendilerine yetebilmelerinin önemini küresel salgın döneminde daha fazla anladık. Tarlada üretilen ürünün soframıza gelene dek geçirdiği bir değer süreci bulunuyor. Bu süreç ise finansmana dayanıyor. Dijitalleşen tarım ekonomisi işte bu noktada devreye giriyor.

Türkiye’de tarımın finansmanın büyük bölümü bankalar ve kooperatiflerce sağlanıyor. Ağustos 2020 itibariyle bankalardaki tarım kredisi hacmi 120 Milyar TL’nin üzerine çıktı. Ülkemiz çok önemli bir tarım ülkesi ve sisteme kayıtlı çiftçi adedi 2 milyondan fazla. Ayrıca tarımsal GSYİH açısından dünyanın ilk 10 ülkesinden bir tanesi. Bu yapı özellikle tarımsal finansman teknolojilerine yönelik fırsatlar sunuyor. 

Hesaplamalar baştan doğru yapılmalı 

Konuya üretici açısından bakıldığında çok fazla bilinmezle karşı karşıya olduğu görülüyor. Çiftçi öncelikle ne ekeceğine karar veriyor. Bu kararı verirken de ürünü hazır olduğunda müşterinin alış fiyatının ne olacağını bilmesi ya da tahmin etmesi gerekiyor. Özellikle ekonomik koşulları sık değişen ülkelerde bu bir hayli zor. Zira üretim aşamasında kullanılacak su, elektrik, yakıt, ilaç, gübre vb. hesaplanması gereken pek çok gider var ve bunların pek çoğu dövizde, petrolde gerçekleşen hareketlerden etkilenebiliyor. Eğer hesaplamalar baştan doğru yapılmazsa sonuç kâr yerine zarar olabiliyor. 

Agri- Fintech kuruluşları ise bu süreci yönetmekte farklı seçenekler sunuyor. Dijital bankacılık teknolojilerini, mobil uygulamaları, açık bankacılık hizmetlerini ve bulut tabanlı kaynak yönetim teknolojilerini kullanabilen bu şirketler içerisinde blokzincir tabanlı akıllı kontratlar ile çiftçinin sözünü, finansmana çevirmeye odaklananlar öne çıkıyor. “Agri-Fintech, faaliyeti sadece tarım üretiminde dijital finansal servisleri yaygınlaştırmak olmayan, bu hizmetleri tarımsal üretime entegre hâle getiren ve çiftçilerin kullanımına uygun tasarlanmış süreçler, ara yüzler sunan kuruluşlar.” diyen, görüşüne başvurduğum Agrio Tarım ve Finansal Teknoloji Kurucusu Umut Gökçen Yılmaz sözlerine şöyle devam etti; “Agri-Fintech şirketleri multidisipliner bir yapı altında çalışırlar. Hem tarımsal üretimden anlayan hem de finansal enstrümanları ve teknolojileri tarımsal üretime göre şekillendirebilen şirketler olmalıdırlar. Söz konusu alternatif finansman kaynakları yaratmak olduğunda, sektörün iç oyuncularına ek olarak sadece bankaları görüyoruz. Oysa sektörün en can acıtıcı sorunları olan üretim ve satış fiyat planlamalarında tutarsızlıklar, yüksek maliyetli girdiler, sürdürülebilir finansman çözümlerinin yerine yüksek maliyetli borçlanma araçları hâlen dokunulmadan duruyor. Biz de bu sorunlara sözleşmeli tarım üzerinden ‘Akıllı Kontrat’ teknolojileri ile dokunmaya çalışıyoruz.” 

Tarım finansmanının kendine has özellikleri bulunuyor 

Tarımsal üretimin özellikleri nedeniyle bu sektöre yönelik finansman kaynakları da kendine has nitelikler taşıyor. Örneğin; yılda bir ödemeli krediler, ekipman alım kredileri, hayvan alım kredileri gibi günlük hayatta pek duyulmayan çok sayıda kredi türü bu sektöre özel olarak sunuluyor. Ayrıca, çiftçilerin nakit akış döngüleri, ticari şirketler ya da maaşlı çalışanlarınkine benzemiyor. “Tarım sektörüne yönelik bir finansal enstrüman ya da teknoloji tasarlamak için tarım uzmanlığına ihtiyaç duyuluyor. Bu nedenle geleneksel bankalarda dahi tarım bankacılığı yapmayanlar ya da bu hizmetlerde zarar edenler olabiliyor. Şu anda bankacılık sektöründe 125 milyar TL kadar tarım kredisi bulunuyor. Yılda tahminen 1,5 milyon kredi başvurusu yapılıyor” diyen Yılmaz sözlerine şöyle devam etti: “Çiftçilerin finansmana erişimi, bankaların kredilendirme yaklaşımı ve kredilerin üretim zincirinde değere dönüşmesi çok kolay olmuyor. Bu alanda üretim zincirinin en başından en sonuna kadar finansman kullanımına ilişkin teknolojik geliştirme yapılabilecek çok sayıda alan var. Agri-Fintech çözümleri ile çiftçilerin ekonomisinde %1’lik bir iyileşme bile başlı başına büyük bir etki yaratacaktır. Krediye erişim ya da yüksek finansman maliyeti gibi sorunların tamamı çözüm bekliyor.”

Çiftçinin üretimde verdiği sözün bir değeri var. ”Agri-Fintech şirketleri ise bu sözü paraya veya başka bir ifade ile alım gücüne çeviriyor. Tarımsal üretim zincirinde birçok farklı biçimlerde üretim kontratları görüyoruz, bunları önemli bir kısmı da sözlü ilerliyor.” diyen Yılmaz; “bu kontratları ‘Akıllı Kontrat”lar ile değiştiriyor, yani dijital, doğru üretim ve teslim koşulları oluştuğunda tarafların hakedişlerini insansız yapan ve hasat döneminde üretilecek değeri bugün kullandıran, üretimin ve ürünlerin işlenme adımlarını şeffaflaştıran bir teknoloji ile yeniliyor. Üretim şeffaf hâle geldiğinde üreticinin gücü ortaya çıkıyor ve bu güç ile gübre, ilaç, tohum gibi girdileri istediği koşullarda alıyor, gereksiz borçlanmıyor. Uygulamada bu akış çiftçi ile firma arasında dijital ortamda yapılan bir sözleşme ile başlıyor. Bu ödeme sistemini kabul eden üye işyerleri ve girdi sağlayıcılardan ihtiyaçlarını alan çiftçi, ürünün satılmama endişesi olmadan üretim yapıyor ve tek bir alıcıya bağlı kalmadan ürünü satabiliyor.

Yazının Devamını Oku

Çöpümüzü kavanoza sığdırma zamanı

18 Kasım 2020
Geçtiğimiz yıl dünya genelinde yaşanan doğal afetlerin çoğu iklim değişikliği ile bağlantılıydı. Bu konuda çalışmalar yürüten pek çok kurum ve kuruluş, son bir yıldır iklimle bağlantılı olarak yaşanan 100’ün üzerindeki felaketten yaklaşık 50 milyondan fazla insanın etkilendiğini bildirdi.

Hepimizin defalarca duyduğu 2050 yılına kadar denizlerin balıktan çok plastikle dolacağı sözü aslında veriler ışığında yapılan hesaplamalara dayanıyor. IPCC (Ülkeler Arası İklim Değişikliği Paneli) Özel Raporu’na göre okyanusları sonra yıllarda, binlerce yıldır olmadığı kadar değiştirdiğimizi gösterdi. Öte yandan geçtiğimiz günlerde yayınlanan bir başka çalışma, önümüzdeki on yıl içinde Arktik ekosistemin tamamen yok olabileceğini öne sürüyor. Kuzey Kutbu'ndaki hayvan göçü ve hareketlerine ilişkin otuz yıllık verilerin değerlendirildiği çalışmaya göre, hayvan hareketliliği ısınan iklim nedeniyle değişiklik gösteriyor.

Bu konuda dünyada pek çok ülkenin imzaladığı anlaşmalar mevcut. Bu anlaşmalar ve yapılan farkındalık çalışmaları sonucu  çevre dostu üretim, şirketler için hem bir zorunluluk  hem de bir prestij hâline geldi. 

Sıfır emisyon mümkün mü? 

Emisyonların tümü ne yazık ki tamamen ortadan kaldırılamıyor. Bu nedenle de yok edemediğimiz emisyonu telafi etmenin yolları aranıyor. Dünyanın önde gelen büyük şirketleri  giderek çevre dostu politikalar benimserken bir yandan da yatırımlarını geleceğin enerjisi olarak görülen güneş enerjisine doğru kaydırıyor. Ayrıca, atıklarını ayırıyor ve geri dönüşüm merkezlerine gönderiyorlar. Bunlar ve daha pek çok yöntem kurumların görev ve sorumlulukları arasında. Peki bireysel olarak bizler neler yapabileceğimizi biliyor muyuz? 

Temiz bir gelecek 

Öncelikle sıfır atığı sahiplenmek gerekiyor. Ekonomistler buna biraz kızacak olsa da gereksiz tüketimi azaltmak gerekiyor. Tüketimden kastım sadece plastik, kağıt, cam, elektrik de değil, yediğimizden içtiğimize hatta giydiklerimize kadar her şeyi kapsıyor.

Yazının Devamını Oku

Bu manevrayı sadece SOLOTÜRK yapıyor

13 Kasım 2020
Çelik kanatlarıyla mavilikleri yaran, özgürlüğün sesini kulaklarımızda çınlatan, Türk Hava Kuvvetleri’nin göz bebeği SOLOTÜRK F-16 gösteri ekibi, yaptıkları yurt içi ve yurt dışı gösterilerle bizleri hayran bırakırken aldıkları uluslararası ödüllerle de gururlandırıyor. Ayrıca pilotlar bu eşsiz gösterileri, çok zor irtifa ve hızlarda gerçekleştirirken 9 G’ye kadar basınca maruz kalabiliyorlar. Bu manevralardan bazılarını dünyada sadece onlar yapabiliyor. Ekip 2021 yılında da kuruluşunun onuncu yılını kutlamaya hazırlanıyor.

Asıl görevlerinin “savaşmak” olduğunu söyleyen, Türk Hava Kuvvetleri’nin F-16 gösteri ekibi SOLOTÜRK, Gösteri Pilotu Hv. Plt. Bnb. Emre MERT, Gösteri Pilotu Hv. Plt. Yzb. Serdar DOĞAN, Basın ve Halkla İlişkiler Subayı Hv. P. Yzb. Mustafa Bircan BİÇER’in yanı sıra 1 subay 8 astsubay olmak üzere toplam 9 bakım personelinden oluşuyor. Ekip, merak edilen soruları sizler için yanıtladı.

F-16 hangi amaca yönelik üretildi, SOLOTÜRK için neden bu uçak tercih edildi?

F-16, 4. nesil savaş uçağı. 25’ten fazla ülke tarafından kullanılıyor. 1987 yılından bu yana da ülkemiz, bu uçağı aktif olarak kullanıma aldı. F-16, “Side Stick” kullanılarak üretilen ilk savaş jeti. Bu özellik yüksek “G”li manevralarda pilotun hâkimiyet sağlaması için önemli. Kanopisi tek parça şeffaf yüzeyden oluşuyor. Bu da pilotun görüş alanını arttırıyor. Tüm bu özelliklerinin yanı sıra F-16, “Fly By Wire” kullanılan ilk uçak. Yani pilotun komutlarıyla hareket yüzeyleri arasına bir bilgisayar giriyor. Bunlar F-16’nın seçiminde etkili olan kriterler arasında.

Gösteri uçuşlarında kullanılan uçaklarda ne gibi değişiklikler yapılıyor?
Gösteri uçaklarımız normal muharip uçaklarla aynıdır. Hiçbir değişiklik yapılmıyor. Ödüllü tasarımı kendisine has. Bunun dışında gösterilerimizde kullanmak üzere kanat uçlarımıza duman üreteçleri takıyoruz. 

Dünyada sadece SOLOTÜRK’ün yapabildiği adınızla anılan kalkışından söz eder misiniz? 

SOLOTÜRK kalkışı, kalkış ve tekerlerin toplanmasından hemen sonra 10 metrede terse geçip tırmanmaya devam ettiğimiz manevramızdır. Dünyada tek yapabilen gösteri ekibiyiz. Bu hareketi zor kılan uçağın ters kumanda bölgesinde kullanılmasıdır. Daha da zor kılan diğer kısım ise, bu hareketi kalkış esnasında düşük irtifada yapıyor olmamız. 

Yazının Devamını Oku