Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu

İstanbul’a kar yağdırmak için en çılgın projeler

23 Ocak 2012
İstanbullular “kar, kar” diye sayıklıyor ama bir türlü istenildiği kadar çok kar yağmıyor. Ben de ekonomik kriz filan demedim, İstanbul’a kar yağması için çılgın projeler geliştirdim! Öncelikle “İstanbul’a kar yağmadığı” düşüncesi hiç doğru değil! Bu günlerde İstanbul üzerine gelen bütün bulutlardan yağışlar kar kristali şeklinde başlıyor ama yere ulaşamıyor. “Bulut ve Yağış Fiziği” gibi bir ders almamışsanız kar ya da yağmurun nasıl yağdığını gerçekten bilmiyorsunuzdur...

BİR KAR KRİSTALİ OLUYOR BİN TANE

Su, doğada bir arada katı, gaz ve sıvı halde bulunabilen çok ilginç bir maddedir. Bulutun bazı bölgelerinde sıvı su, saf halde olduğu için donmadan sıfır derecenin çok altında (-40 santigrat dereceye kadar) sıvı halde fakat aşırı soğuk bir şekilde bulunur. Fakat aynı sıcaklıktaki aşırı soğuk bulut damlacıkları ile buz kristallerinin buhar basınçları farklıdır. Damlacıkların buhar basıncı, buz kristallerinkinden daha büyük olduğu için damlacıklar buharlaşır ve gidip buz kristalleri üzerinde birikir. Bu buhar basıncındaki fark ne kadar büyükse (12 santigrad civarında olduğu gibi) buz kristalinin büyümesi de o kadar hızlı olur.
Bu tür birikmeyle büyüyen buz kristali ancak belli büyüklüğe erişince yere düşmeye başlar. Düşerken de yolu üzerindeki bulut damlacıkları ve diğer buz kristalleriyle çarpışıp büyür. Çok büyüyünce parçalanır. Bu sefer parcaları başlar büyüyüp parçalanmaya ve böylece buluttan başlayan bir kar kristali yere ulaşana kadar binlerce kar kristaline dönüşür. Kar kristalleri yer seviyesine yaklaşırken içine girdikleri hava tabakasının sıcaklığına göre eriyip sulu sepkene, yağmura ya da donan yağmura da dönüşebilir.

İSTANBUL’U YÜKSELTELİM BULUTLARI SOĞUTALIM

Bu durumda İstanbul’a adam / kadın gibi kar yağmamasının bir nedeni bulut sıcaklığının kar kristallerinin hızla büyümesi için yeterli olmaması olabilir. İşte burada bir çılgın projeye ihtiyaç var. Bu durumda, kar yağdırma potansiyeli olan bulutları İstanbula yaklaşırken durumuna göre ya eksi 12 santigrat’a kadar soğutmalı ya da eksi 12 santigrat’a kadar ısıtmalıyız. Bunun için bulutların içine roketlerle mi yoksa uçaklarla mı soğutucu/ısıtıcı madde atarız bilemem!
Bazen şiddetli yağan yağmurlardan da anlıyoruz ki bulutlarda kar kristallerinin büyüyüp yere doğru düşmesi öyle yavaş bir şekilde olmuyor. Maaşallah şakır şakır yağıp, sular seller alıyor ortalığı ama kar şeklinde değil. Yani kar kristallerine İstanbul semalarında yere doğru inerken bir şeyler oluyor. Burada İstanbul’un deniz seviyesinde olduğunu düşünürseniz buluttan düşen bir kar kristalinin yere ulaşması için alması gereken yol epey uzun. Örneğin Ankara’ya göre yaklaşık bir kilometre daha kat etmesi gerekiyor. Yani 10 santigrad daha ısınıyor. Bu nedenle çılgın başka bir proje İstanbul üzerine kalın bir toprak tabakası koyup şehri yükseltmek olabilir! Alt tarafı hafriyat ve yap satcılık işte. Göl manzaralı sulu villaların yerini karlı ve kayaklı villalar alacak...

PROJEMİN İSMİ PLATO İSTANBUL

Düşünün İstanbul’u bin metre kalınlığında toprakla örtüyorsunuz! Dümdüz olan şehrin her yeri “İstanbul’un yüksek yeri” haline geliyor. Artık “İstanbul’un yüksek yerlerine kar yağacak!” gibi bir hava tahmini duyunca “İstanbul’un yüksek yerleri neresiydi” şeklinde düşünmek zorunda da kalmayacaksınız. İstanbul Boğazı da bir kanyona dönüşecek, içinden geçen gemiler kayık gibi görünecek! Bir de depreme dayanıklı binalar, düzgün yollar yaparsanız alın size kentsel dönüşüm. Ben bu “Plato İstanbul” projesinden çok umutluyum. Hatta iddia ediyorum bu çılgın proje Türkiye’nin cari açık ve işsizlik problemlerini de çözer! Bir taşla bir sürü kuş...
“Ne alaka, kardeşim deniz kıyısındaki şehirlere de kar yağıyor. Bu kadar hafriyat olur mu” derseniz o zaman size Dünya’yı batıdan doğuya doğru değil de; doğudan batıya doğru döndürme projemi teklif ederim. Bende çılgınlık, pardon proje çok; yeter ki isteyin!
Yazının Devamını Oku

Ülkemizde olmayan bilim dalı: Biyometeoroloji

16 Ocak 2012
“Kar yağsın da mikroplar ölsün” diyen çok. “Bu sene doğru dürüst kar yağmadığı için hastalıktan kurtulamadım” diye şikayet edenler de var. Gerçekten kışın ne oluyor bize?

Aslında kar kristalleri buluttan aşağıya doğru düşerken havadaki kirleticiler ile beraber mikropları da alıp yere indirir. Yani kar yağışı yerdeki değil; havadaki mikropları temizler. Bu nedenle, şehirlerdeki kar hiç bir şekilde temiz değildir. Bu durumda kar, yerdeki mikropları değil ama insanları öldürebilir! Yani çocuklara ve evcil hayvanlarınıza kar yedirmeyin. Ama kışın insan sağlığını etkileyen faktörler sadece kar ile sınırlı değil.
Kışın hava durumu, yolları olduğu gibi sağlığımızı ve ruh halimizi de etkiler. Herkes bunu yaşamı boyunca bir dereceye kadar fark etmiştir. Örneğin ılık ve güneşli bir iklimde yaşayanların enerjisinin, kuzeyin soğuk ve kapalı havalarında yaşayanlara göre daha fazla olduğunu biliriz. Tabii ki, sadece hava durumu değil; ruh halimizi etkileyen daha pek çok değişken var. Bununla birlikte, kış aylarında daha fazla intihar olması, sadece psikolojik bir durum değildir. Benzer şekilde ölüm oranlarının kış aylarında kalp krizi, felç, zatürre, grip, vb yollarla artması da bir tesadüf değildir. Hastalıklardaki sayısal artışı suçlamak yerine, kışın bedenimizde oluşan değişikliklere bakmamız gerekir. Havanın insan sağlığı üzerindeki etkisini böyle kapsamlı bir şekilde inceleyen bilim dalına “biyometeoroloji” denir. Bu bilim dalı henüz ülkemizde yok!

MEVSİMSEL DUYGUDURUM BOZUKLUĞU

Aslında hava durumundaki değişikliklerin sağlığımız üzerindeki etkilerinin farkında olsak, değişen mevsimler ve havalar için kendimizi hazırlayabiliriz. Böylece, Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu’nun (MDB) etkileri için ilaç almamız da gerekmez. MDB, aslında bir hastalık değildir; vücudumuz ile fiziksel çevremizdeki dünya arasında normal bir ilişkidir. Bazı insanlar için (kan dolaşımı, beyin kimyası, fiziksel koşullar, önceden var olan hastalıklar, vb’ine bağlı olarak), mevsimsel ve çevresel değişikliklerin etkileri diğerlerine göre daha şiddetli olmakta. Antidepresan almak da bu tür sorunları kökünden çözemez. Bu ilaçlar sadece semptomları iyileştirebiliyor. Bu arada, ilaçların zararlı yan etkilerini de unutmamak gerek.

REÇETEYE SPOR YAZIN

Hemen yorgun düşüyorsak bunun bir nedeni kan dolaşımınızın yeterince iyi olmayışı da olabilir. Sıcak hava kan dolaşımını destekler, ama özellikle bu soğuk kış aylarında egzersiz konusunda daha hevesli olmamız her zamankinden daha önemlidir. Hatta hafif egzersiz, yoga veya şöyle bir gerilmek bile kan dolaşımımız üzerinde önemli bir etki yapar. Yani kendi reçetemize 3x1 günlük egzersiz yazarak beynimizi daha fazla oksijen ile destekleyebiliriz. Bunun etkileri, ilaçlardan daha uzun ömürlüdür ve kesinlikle zararlı yan etkisi yoktur. Bu kasvetli kış günlerinde kıt olan güneş ışığını gördüğümüzde mümkün olduğunca yürüyüp kan dolaşımımızı hızlandıralım. Beynimizin güneş ışığı ve oksijen ile beslendiğini hatırlayalım. Özetle, piyasadaki hiç bir antidepresanın güneş ve egzersiz kadar yararlı olmadığını unutmayalım.

ANTİDEPRESAN YERİNE OMEGA 3

Yediklerimiz de ruh hali üzerine önemli bir rol oynar. Doğru şeyleri yemekle, kışın kasvetli havasının sağlığımız üzerindeki etkileri ile bir ölçüde mücadele edebiliriz. Örneğin, Harvard Üniversitesi’nin internet sitesinde tartışılan bir çalışmaya göre, araştırmacılar, omega-3 yağ asitleri ve üridin gibi iki maddenin, balık, ceviz, pekmez, şeker pancarı, vb. gıdalardan alınması sıçanlarda antidepresan ilaçlar kadar etkili olduğunu bildirmiştir. Özetle güneş ışığı, egzersiz, diyet ve vücudunuzun yaşadığımız iklime olan duyarlılığını anlamamız ile kış aylarında daha sağlıklı olabiliriz. Yani yaşam tarzımızda bazı değişiklikler yaparak ilaç ile elde edemeyebileceğimiz uzun vadeli ve yan etkisi olmayan bir çözüm elde edebiliriz. Bu soğuk ve bulutlu günlerde, en azından düzenli egzersizin iyileştirici etkisini hatırlayın yeter.

Yazının Devamını Oku

Havanız iyi olsun

9 Ocak 2012
Hava durumu da tekerrürden ibarettir! Yani geçmişin şiddetli ve şiddetsiz olmak üzere her türlü hava şartları 2012’de tekrarlayabilir...

İnsanlar 2011’i hatırlamak ister mi?
Niye istemesin ki, 2011 kıyametin kopmadığı bir yıldı! Bu nedenle, 2012’den de korkmamız gerekmez. Yine de 2011’de yaşanan belli başlı hava olaylarını hatırlatmak isterim. Amerikalılara göre, ABD’de yıla damgasını vuran meteorolojik olay hortumlarmış. Türkiye’de ise geçen yıla damga vuran meteorolojik olay hakkında herhangi bir resmi açıklama yok. Bu nedenle, basın arşivlerini uzun uzun incelememiz gerekiyor.

HAZİRANDA ERCİYES’E KAR YAĞMIŞTI

Çok iyi hatırlıyorum, geçen yıl bugünlerde Erzurum’da Dünya Üniversitelerarası Kış Olimpiyatları’nın açılışı vardı. Açılıştan önce ilgilileri kar yağacak mı korkusu sarmıştı. Açılışa az kala geciken kar yağmış ve olimpiyatlar yapılabilmişti. Bu yıl da örneğin İstanbul’da acaba ne zaman kar yağacak, diye beyaz beyaz düşünmekten edemiyoruz. Kar demişken, geçen yıl İzmir’e 43 yıl sonra martta kar yağmıştı. Yani bu olay 43 yıl sonra tekrarlanmıştı. Bununla beraber, Erciyes’te haziranda, yani yazın görülen kar yağışına da (ben hariç!) şaşıranlar çok ama çok olmuştu.
Kayseri ile beraber Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde, 80 yıl boyunca görülmemiş ölçüde, en yağışlı nisan yaşanmıştı. Nisandaki bu yağışlar hububat ekicilerinin de yüzünü güldürmüştü. Bu sene de bölgede böyle bir yağışa çok ihtiyaç var.
Meteorolojik olaylar maalesef her zaman halkımızın yüzünü güldürmüyor; canımızı yaktığı zamanlar da çok oluyor. Örneğin, geçen yıl ekimde Antalya’da görülen kuvvetli rüzgar ve yağış sonucunda Senirkent ilçesinde 6 kişi sel sularına kapılmıştı. Sele neden olan toplam yağışın yüksekliği metre karede yaklaşık 35 santimdi. Yani metre kareye 350 kilogram yağış düşmüştü. Benzer şekilde eylülün son haftasında gazete haberlerine göre Rize’de 100 yılın yağış rekoru kırıldı. Bu şiddetli hava olayı “Rize 1 günde 1.5 aylık yağış aldı!” şeklinde özetlenmişti. Karadeniz’in sel ile imtihanı hiç bitmiyor!.. İnşallah bu son sınavımız olur.

YILIN METEOROLOJİK OLAYI VE HÜSRAN

Dünyanın uzak bir yerinde olup da bizi de etkileyen bir sel daha vardı. O da Tayland’da olmuştu. Tayland’daki sel yüzünden tüm dünya ile birlikte Türkiye’de de bilgisayar, elektronik parça fiyatları uçmuştu.

Yazının Devamını Oku

Tane tane kapak topluyor adım adım engelleri aşıyoruz

2 Ocak 2012
Bugünlerde 7’den 70’e herkes kapak topluyor! Ben de her akşam, gün boyu cebime doldurduğum kapakları hanıma teslim ediyorum. Memleketin başına bu kapak toplama işini daha çiçeği burnunda yeni bir belediye olan Ataşehir Belediyesi açtı. Kapak ya da kapak toplama kampanyası denilince aklıma çocukluğumda içtiğimiz onlarca bedava gazoz gelir! Çocukluğumun bir kısmı İstanbul Gültepe’de geçti. Gültepe girişinde içeceklere metal kapak yapan bir fabrika vardı. Bazı gazozların kapağının içindeki mantarı sıyırdığınız zaman altında “bedava” yazısı çıkardı. Kampanyadan bir bedava gazoz içerdiniz. Bu nedenle arkadaşlarla metal gazoz fabrikasının yanında çöpe atılmış gazoz kapaklarını gidip karıştırıp içinde bedava olanları toplardık. Sonra da doğru bakkala ve böylece her içtiğimiz gazoz bedava çıkardı! Sonuçta bakkalın bir zararı olmazdı ama olan bizim midemize olurdu!.. Demek istediğim kapaklar o zaman da işe yarardı.

350 TEKERLEKLİ SANDALYE DAĞITILDI

Birkaç Dünya’lık tüketim yaptığımız bu günlerde İngilizce “3R” diye adlandırılan “Azalt, Geri Dönüştür ve Yeniden Kullan” kampanyaları yaygınlaştı. Ataşehir’in pet şişeleri ve şişelerin plastik kapaklarını toplayarak engelli vatandaşlara tekerlekli sandalye alması bu bağlamda bir “geri dönüşüm” kampanyası için çok güzel bir örnek. Bu nedenle de bu kampanya Ataşehir’den çıkıp hem bana, hem de tüm ülkeye yayıldı.
Kendilerine sorarsanız, şu bilgiyi veriyorlar: “Ataşehir Tane Tane Kapak Topluyor Adım Adım Engelleri Aşıyor projesiyle toplanıp belediyemize ulaştırılan her plastik kapakla, engelli vatandaşlarımıza tekerlekli sandalye almayı amaçladık. Şu ana kadar 350 sandalye dağıttık. Türkiye genelinde 85 bin kilogram kapak toplandı. Kampanyamıza 2 bin 229 kişi ve kuruluş katıldı.” Bence mütevazi davranıyorlar çünkü benim topladığım kapaklardan ve benden haberleri bile yok!
Geri dönüşümle ilgili birçok belediye çalışma yapmakta. İl ve ilçe sınırlarında ambalaj atıklarını (kâğıt, plastik, metal, cam) ayrıca topluyorlar. Yine Ataşehir’in (süpürgesiz!) “çevre cadı”larına sorarsanız: “Bu çalışmalar bir proje (kampanya) değildir. Belediyelerin, yönetmelik gereği yapması gereken temel çalışmalar. Ataşehir Belediyesi, Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü’nce başlatılan kampanya bir sosyal sorumluluk projesi. Amaç, sadece geri dönüşüm ve çevre bilincinin geliştirilmesi değil, aynı zamanda engelli vatandaşlarımıza da destek olmak...”

MEŞRUBAT KUTULARINDAN ÇOCUKLARA BİSİKLET

Sadece çevre bilinci değil, engelli vatandaşlarımızın da topluma kazandırılması yönünde önemli katkı sağladığını düşündükleri kampanyanın, Türkiye’ye yayılması ve çeşitli kurum ile kuruluşların benzer kampanyalar başlatmış olması onlar için bir onur ve sevinç kaynağı olmuş. “Geleceğin belediyecilik anlayışını insan ve doğayı buluşturan sosyal sorumluluk projelerinin şekillendireceğine olan inancımız, bu nedenle daha da güçlenmiştir” diyorlar. Aslında hedef, ülkemizde yüksek oranda geridönüşüm kotası uygulanması olmalı!..
Ataşehir Belediyesi, Çevre Koruma ve Kontrol Müdürlüğü geçen yıl bir başka kampanyayla da metal kutuları bisiklete dönüştürmeyi amaçladı. “Kutu Kutu Bisiklet” sloganlı kampanya ile toplanan kutuların 670’iyle geri dönüşüm tesisinde bir bisikletin aksamına yetecek kadar metal üretilebiliyordu. Bu yolla çocuklar bisiklet sahibi oldu. Anadolu’daki belediyeler için bu da güzel bir fikir, zira İstanbul’da bisiklet sürecek yol filan yok!
Ataşehir Belediyesi gibi duyarlı belediyelerimizi, çevre ve insana karşı temel sorumlulukların, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun gelişmesi, geliştirilmesi konularında yaptıkları kampanyalar için tebrik eder, ben de bu çalışmalarına gönüllü olarak katılacağıma söz veririm...
İyi yıllar diliyorum!
Yazının Devamını Oku

Altın Dağ’ın Doğuşu

26 Aralık 2011
Alışık olmadığımız bir şeydir öz yaşam öyküsü (otobiyografi) yazmak. Hele hele bir mühendis tarafından. Ülkemizdeki en büyük kalkınma projesiyle birlikte mühendislik tarihi, uygulamaları ve etiğini de belgelemek için yazılmış, bir solukta okunan bir öykü yoktu... Artık var...

Su Vakfı Üyesi Selami Oğuz’nun hazırladığı, Baraj Güvenliği Derneği Yayınları’ndan (BGD) çıkan “Fırat Nehri’nin Hikayesi: Altın Dağın Doğuşu” adlı kitap hem ülkemizin en büyük mühendislik projesi olan Atatürk Barajı’nı, hem de Türkiye’nin mühendislik tarihini anlatıyor. Bu kitap özellikle mühendislerin, mühendis adaylarının mühendislik tarihi ve etiğini öğrenebilmesi için Türkiye’deki nadir eserlerden.

İBRET DOLU ÖYKÜLER

Bilindiği gibi, otobiyografi yazmak çok güçtür, çünkü insanın kendinden söz ederken objektif olması zordur. Selami Oğuz’un ise (onu yakından tanıma şansına sahip olduğumdan dolayı) kitapındaki yazdıklarının doğruluğundan hiç şüphem yok. Hatta mizaç olarak fazla mütevazı olduğu için kendisiyle ilgili birçok konuyu az bile yazmış.
Her otobiyografi sayesinde o kişinin uzmanlığı, düşünceleri, yaptığı işler hakkında bilgileniriz. Biyografiler aynı zamanda iyi bir belgeseldir. Bu alanda çalışacaklara ve yazarın yaşadığı dönemin özelliklerine kaynaklık eder. Ben şahsen Selami Ağabey’in otobiyografisinin okuyarak, çok değerli bir yaşam deneyimi edindim. Pratik mühendislik zekasının uygulamalarını, çok ilginç, komik ve ibret dolu ayrıntıları öğrendim.
İşte kitaptan bir komik anekdot: Şantiyeyi ziyaret eden (o zamanlar mühendisten daha az maaş alan) vali sohbet arasında maaşından şikayet etmiş. Karadenizli bir hemşerim de hemen “Vali Bey, siz hiç gazetelerde vali arandığına dair ilan gördünümüz mü” diyerek kabaca taşı gediğine koymuş... Kitapda DSİ, İTÜ gibi kurumlardan da uzun uzun bahsedilip “teknoloji, kaynak ve iyi organizasyon” ile Türk mühendisinin neler yapabileceğinin çarpıcı örnekleri belgeleriyle veriliyor...
Selami Oğuz, 1944’te Erzurum’da doğdu. İTÜ İnşaat Fakültesi’nden mezun oldu. 1968’den itibaren Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’nde muhtelif kademelerde görev aldı. Bu süre içinde dört baraj, üç sulama projesi, Bursa İçme Suyu Projesi’ni tamamladı. DSİ’deki son vazifesi Atatürk Barajı Hidro Elektrik Santralı 16’ncı Bölge Müdür Yardımcılığı oldu. Daha sonra yaklaşık bir yıl kadar Bursa Su ve Kanalizasyon İdaresi Genel Müdürlüğü’nde Daire Başkanlığı yaptı. Mayıs 1994’den sonra İSKİ’de Şebekeler Genel Müdür Yardımcılığı ve İSKİ Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. 11 Ocak - 21 Mayıs 1999 arasında İSKİ Genel Müdür Vekili olarak görev yaptı.

İNŞAATI PROBLEM OLMUŞ

“Fırat’ın suları çekilecek, kuruyacak. Sonra ortaya altından bir dağ çıkacak. İnsanlar bunu almak için savaşacak ve her yüz kişiden sadece biri kurtulacak. 99’u ölecek. İnananlardan kim orada bulunursa bir şey almasın.“ Selami Oğuz, kitabında, bu hadisten yola çıkarak, Fırat’ın ve o dağın hikayesini anlatıyor. Oğuz, kendisince Hadisi Şerif’te geçen olayın bölgedeki suyun çekilmesinden sonra altından dağın çıkmasının bölge suyunun araziye verilmesiyle doğacağını ve çok büyük refahı yansıttığını dile getiriyor.

Yazının Devamını Oku

Sosyal medyanın havadan sudan ama önemli gündemi

19 Aralık 2011
Bir internet bağımlısı olarak bu günlerde twitter’a çok fena sardım. Köşemde bu hafta hangi konuda yazmam gerektiğini de twitter ahalisine sorayım dedim.. Geçen hafta Mikdat Kadıoğlu@HavaYorum’a şu mesajı gönderdim: “Şimdi gazeteye Havadan-Sudan ne yazayım diye düşünme zamanı. Deprem, afet yönetimi sıktı artık... Önerisi olan?” Soruma çok sayıda öneri geldi. İşte bunlardan bazıları ve onlara verdiğim güncel cevaplar:
* @stdurak: “21 Aralık gündönümü konusu olabilir.”
Evet, ben de resmen kış mevsimine girdiğimiz 21 Aralık Kış Gündönümü tarihini dikkate alarak “önümüzdeki kış nasıl geçecek” diye bir yazı yazmamın zamanıdır, diye düşünüyordum. Uluslararası İklim ve Toplum Araştırma Enstitüsü’nün (IRI) mevsimsel tahminlerine baktım. Bu hafta resmen başlayacak kış mevsiminde yağış ve sıcaklıklar mevsim normalleri civarında olacak. Anlaşılan La Nina’nın soğutucu etkisi küresel ısınmayı bir ölçüde maskeleyecek ama yağışların normaller civarında olacağı biraz şüpheli!

LA NİNA YILINDAYIZ KURAKLIK YAŞIYORUZ

* @serapozaydin: “Ben Bursa’ya taşınalı 4 ay oldu 2 kere yağmur yağdı. Neden?”
Benzer soruyu @HSYNYLMZ da yöneltmiş. “Anadolu soğuk ama toprak suya hasret. Daha ne kadar devam edecek? Havadan sudan ses verin” demiş. Ses veriyorum: Malumunuz La Nina zamanındayız. Daha önceki La Nina yıllarında Türkiye’de çoğunlukla kuraklık yaşandığı biliniyor. Hava şartlarımızı kontrol eden tek iklimsel parametre bu değil şüphesiz ama eğer bir genelleme yaparsak La Nina yıllarında (özellikle İstanbul’da) daha fazla kuraklık yaşadığımızı söyleyebiliriz. Şu anda Marmara ve diğer bölgelerden kuvvetli kuraklık sinyalleri geliyor. Kuraklık, içme, tarım ve enerji gibi birçok yerde bizi sıkıntıya sokacak bir şey. Zamanında belirleyip önlem almamız gerekir. Zaten bilimin gündelik hayatta adam gibi kullanıldığı gelişmiş ülkeler “yarın sıcaklık 3-5 derece, yağacak-yağmayacak” şeklindeki hava tahminlerinin çok ama çok ötesine geçmiş durumda. El Nino/La Nina gibi iklimsel faktörleri tahmin edip, ekecekleri tarım ürününden enerji ve su kaynaklarının yönetimine kadar her konuda önlemlerini önceden hazırladıkları planlara göre alıyorlar. Darısı başımıza!
* @philocentric. “Ne zaman kar yağacak hocam?”
Aslında kar sürekli olarak başımızın üstünde yağıp duruyor! Yani bizim yerde yağmur dediğimiz yağış türü, buluttan her zaman kar şeklinde başlıyor. Van, Erzurum, Ankara gibi İstanbul’dan daha yüksek ve soğuk yerlerdeki şehirlerimize kar kristallerinin havada eriyip yağmura dönüşmeden düşme şansı daha fazla. İstanbul gibi hem deniz seviyesinde, hem de orantısız betonlaşmanın görüldüğü bir yerdeki “şehir ısı adası” yüzünden kar kristallerinin erimeden yere ulaşması çok zor. Bu nedenle, artık “ne zaman kar yağacak” şeklinde değil; “ne zaman kar erimeden yere incebilecek” diye sormak gerekiyor. Özetle, yağışların kar şeklinde yere inebilmesi için hava sıcaklıklarının daha çok düşmesi gerekiyor.

TBMM’NİN HAVASI BENİ AŞAR

* @mulkusever: “TBMM’nin havası olabilir.”
Bu öneri beni aşıyor! Meclisin çıkarttığı meteoroloji uzmanlığı, şike, afet yasalarına bakınca meclis havasının dünyanın havasından çok daha karmaşık, anlaşılmaz, tahmin edilemez olduğunu söyleyebilirim.
* @Kaan_Dilber: “KOBİ’lerin sıkıntılarını anlatın, araştırın hocam. Bu ülkenin gelişimi için desteklenmeli.”
Kelin merhemi olsa kendi başına sürer! Çalıştığım meteoroloji ve afet konularındaki sıkıntıları anlatabildim sanki! Ankaranın havasından mıdır, suyundan mıdır bilemem ama oraya giden “La Nina” gibi bir şey olan “Siyasetin” etkisine girip tuhaflaşabiliyor. Ona benzemezsen şansın yok!
* @Tor_Celik: “İstanbul’dan Kaçış... Marmaris’e Varış... ”
Bu twittaş da “gel Marmarise yerleş” diye tutturmuş. İstanbul, Marmaris’e taşınınca bakalım kendisi nereye kaçacak!..
Yazının Devamını Oku

Dağları değil çağları delen projemizi anlamak

12 Aralık 2011
“Hayaldi geçek oldu” diyemiyeceğim ama hayali bile her şeye değer bir projemiz var. Bölgenin, ülkenin refah ve istikrarı için yüz yılın en büyük, çok yönlü, çok boyutlu bir kalkınma projesidir o. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı, 40 yıldır bu projeye emek vermiş. 3 nesli bir araya getiren “GAP Emeğe Saygı Toplantısı”na katılmak için Şanlıurfa’daydım. Güneydoğu Anadolu deyince akla büyük baklava dilimleri gibi susuzluktan dilim dilim olmuş, çatlamış, kavrulmuş kahve renkli topraklar gelirdi. GAP ise akla artık dev baraj ve sulama sistemleriyle yeşile bürünmüş, üzerlerinde gök kuşaklarının oluştuğu tarlaları getiriyor.

KUTAN’IN JESTİ

İlk kazma 1976’da vurulmasına rağmen GAP fikrinin Keban Barajı ile ortaya atılması 1930’lu yıllara dayanıyor. Böylece toplantıda bulunan ilk nesilden biri ve aslında Fehmi Adak ile birlikte projeyi arazide başlatan Recai Kutan, yaptığı konuşmada “GAP hiçbir partinin, kişinin eseri değil; tüm Türkiye’ye aittir” diyerek emeğe saygının en büyük örneğini verdi. Kutan’ın meteoroloji mühendisleri için özel bir yeri var. Bir zamanlar Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü burs verdiği (yani kurumda mecburi hizmet yapması gereken) öğrenciler de dahil olmak üzere meteoroloji mühendislerine iş vermiyordu. Bu acaip günlerde meteoroloji mühendislerini DSİ’de işe alarak hidrolojik etüd ve planlamada çalışmalarını sağlayan DSİ’nin yetkili kişisi Recai Kutan’dı.
Toplantıda Şanlıurfa Valisi Celalettin Güvenç konuşmasında söylediği gibi devletin kısıtlı bütçe imkanlarıyla hiçbir ayrım gözetmeksizin bölge halkının kalkınmasına yönelik yürüttüğü bu samimi proje ne yeterince anlatılabilmiş ne de projenin önemi anlaşılabilmiş. Karadeniz ya da Toroslara bakmadan bölgenin geri kalmışlığını istirmar edenler, kötü niyetli değillerse tanıtım eksikliğinden dolayı çok cahil kalmış kişilerdir. Yeni nesillere bu konuda önemli görev düşüyor!
GAP İdaresi Başkanı Sadrettin Karahocagil ve DSİ 15’inci Bölge Müdürü Sait Umucu ekipleriyle geçmişte elde edilen başarılara yenilerini eklemek için yaptıkları hummalı çalışmaları heyecanla anlatıyor. Fakat Suruç Ovası’ndaki devasa tünellerde bir karınca misalı dolaşınca yapılan işi ve projenin boyutlarını daha iyi anlayabiliyorsunuz. Proje henüz tamamlanamamış olsa da önemli bir miktardaki toprak suya, bölge insanımız da aşa ve ekmeğe kavuşmuş. Örneğin kuru tarımla hektar başına 150 kilogram ürün alınan yerden şimdi 750 kilogram ürün alınıyor! Türkiye’nin şu anda tehlikeli şekilde artan cari açığının yüzde 80’ni ihtal enerjiden kanaklanıyor. Bu nedenle GAP’ın 27 milyar kilowatt-saat hidroelektrik enerji üretimiyle ülke enerji ihtiyacının büyük bölümünü karşılayacak olması ekonomik göstergelelerimiz için de hayati önemde.

SULAMA HEDEFİNİN ÇOK GERİSİNDEYİZ

Toplantıda geleceğe ışık tutmak adına sorunlar da paylaşıldı. Örneğin 2008’de GAP Eylem Planı ile hayallerimiz ulaşılabilecek hedeflere dönüştürülmüş. 2012’de GAP’ın bitmesini öngören bu planın kapsamında bölgedeki 9 üniversitenin alt yapısının geliştirilmesi, mayınlı arazinin temizlenmesi gibi faaliyetler var. Diğer bir deyişle, GAP’a verilen bütçe projenin esas bileşeni olan sulama sistemleri için ayrılmamış. Böylece eğer gerekli ilave finansal kaynaklar oluşturulamazsa bu proje hedeflerinin çok gerisinde kalacak. Örneğin nihai sulama hedefi 2012’ye kadar 1.06 milyon hektar idi, şu anda sadece 0.35 milyon hektarlardayız!
Bol suya kavuşan bölge çiftçisinin salma (ölçüsüz) sulamadan vazgeçip suyu doğru kullanması için de eğitim şart! Fakat projedeki bütçe yetersiz. Bölgede ilk sulu tarımı Mardinliler başlatmış, zamanla bölge halkı sulu tarıma geçmiş. Fakat eğitimsiz çiftçi, yağmurlama sistemiyle de aşırıya kaçıp yine bir çeşit “vahşi” sulama yapabiliyor. Devlet neye destek veriyorsa çiftçi de onu (yani pamuk) ektiği için bölgedeki ürün çeşitliliği artırılamıyor sonuç olarak da böceklenme artıyor, toprak tuzlanıyor ve su yetmiyor!..
Özetle GAP, katma değeri ve önceliği çok yüksek soyo-ekonomik bir proje. Yani GAP’ın bir an önce tamamlanması her yönden sosyo-ekonomik istikrarımıza, huzura, refah ve kalkınmamıza katkıda bulunacak. Yanılmıyorsam Rahmetli Cumhurbaşkanımız Turgut Özal, sırf bu nedenlerden dolayı yılda en az 2 kez bölgeye gidip projenin gidişatını bizzat yerinde inceliyordu...

Yazının Devamını Oku

Velev ki belediye başkanı oldum

5 Aralık 2011
Afetlere hazırlık için belki çok şey yaptık ama yeterli değil. Özellikle riskleri azaltamadık ve halka inemedik. Ayrıca en kısa zamanda afetleri unutmaya çalıştık ama onlar oluşmayı unutmuyor. Velev ki belediye başkanı seçildim, işte depreme hazırlık için yapacağım ilk 10 şey! Marmara, Simav, Van’da yaşanan depremler gibi yıkıma neden olabilen afetler, Türkiye’de afet ve acil durum yönetimleri konusunda daha yüksek standartlara ve ortak bir eğitime ve hazırlığa; özetle büyük bir zihniyet değişikliğine ihtiyacımız olduğunu gösterdi. Etkin ve bilimsel afet yönetimi için öncelikle afetlere hazırlığı ilçelerden, bireyden ve evden başlatmalıyız. Bu nedenle, belediye başkanı olsaydım öncelikle şunları yapmaya çalışırdım:
1- Fay hatlarına ve zemine asla takılıp kalmazdım. İyimser söylemlere de aldanmaz en kötü olasılığa göre hazırlanırdım. Ayrıca yaptıklarımı hiç bir zaman yeterli görmez, şakşakçılardan, kurumsal milliyetçilik ve körlükten kaçınırdım.

GÖNÜLLÜLERE DESTEK

2- Şatafatlı fakat atıl arama kurtarma ekipleri kurmak yerine afetlere müdahale için itfaiyeye, gönüllülere yatırım yapardım. Ülkemizde akretitasyon sağlayacak İtfaiye Genel Müdürlüğü kurulmasına çalışırdım. Afet planlarımı sadece binaların yıkılma riskine göre değil, yangın ve tahliyi de dikkate alarak yapardım. Su kesintisi, yolların tıkanması nedeniyle yangınlara karşı parklardaki su tanklarını depreme dayanıklı hale getirir ve her yere hizmet verecek şekilde yaygınlaştırırdım.
3- Güvenli yaşamı öğreten müze, ilkyardım ve yangın eğitimleri de veren Afet Üsleri kurardım. Afet sonrası kendi kendisine yeterli olabilmesi için (şarkıcı, türkücü de getirerek) topladığım vatandaşlarıma ilkyardım ve yangın söndürme eğitimleri verirdim. Eğitimlerini tamamlayanlara ilkyardım çantası, duman detektörü ve yangın söndürücü dağıtırdım.
4- Tüm belediye birimlerini ve kamu binalarını tansiyon ölçme aletinden Acil Sağlık Müdahale Setine kadar temel sağlık malzemeleriyle donatırdım. Bunları, mağaza, sinema, özel kuruluşların da bulundurması için onları teşvik ederdim.
5- Yerel Afet Gönüllülüğünü (YAG) teşvik eder; öncelikle istekli ve kendi aralarında organize olmuş site, sokak, mahalleliye gerekli eğitim ve malzeme için yardımcı olurdum. YAG ve mahalle komiteleri ile beraber organize ettiğim tatbikatlara benimle beraber anaokulu öğrencilerinden mahalledeki en yaşlı bireye kadar çok geniş bir katılım sağlardım.
6- Belediye binalarının, parkların, salonların, okulların afet anında geçici sığınma yeri olarak kullanılacağı bilerek buralarda en az üç günlük ihtiyacı karşılayacak temel gıda ve sağlık malzemelerini depolardım. Bu malzemeleri kullanma süreleri geçmeden ya yoksullara dağıtır ya da tatbikatlarda kullanarak yenilerdim.
7- Afetten hemen sonrasında enkazı nereye dökeceğimi, yaralıları nerede toplayacağımı, yardımları nerede depolayıp nasıl dağıtacağımı ve barınma imkânlarını şimdiden belirleyip planlardım. Ayrıca tıkanan trafiğimi, yeşil alan eksikliğimi, dar sokaklarımı problemlerimi de çözecek şekilde afetten sonra yeniden yapılanma için de gerekli olan iyileştirme ve yeniden inşaa planlarımı da şimdiden hazırlardım.

GSM’LER SUSARSA

8- Cep telefonları yaygınlaştıkça kentlerde telefon kulübeleri azalmakta. Bu nedenle, afet anında GSM şebekelerinin çökmesi durumunda kullanılması için Japonya’daki gibi “171 Sesli Mesaj Servisi” gibi sistemlerin GSM şirketlerince kurulması için çalışırdım.
9- Bitişik nizamdan vazgeçip zemine uygun bina yapılmasını sağlayıp, ayrıca sağlam zemin diye ormanlara, su havzalarına çürük bina yapmak isteyen açıkgözleri engellerdim. Afetlerde kullanılacak tahliye yolları, toplanma alanlarını da göz önüne alarak kentsel dönüşümü planlardım.
10- Belediye başkanı olarak asla “Bunlar benim işim değil” demez; 5393 sayılı Belediye Kanu’nun afetlerden korunmak ve bunların zararlarını azaltmak için zarar azaltmak, müdahale planları yapmak, halk eğitimi faaliyetlerini yürütmek, gerekli donanımları hazırlamak gibi bana görevler verdiğini hiç aklımdan çıkarmazdım.


Yazının Devamını Oku