Pakize Suda

İlk birkaç cümle...

2 Eylül 2008
YAZARLARIN en çok ilk birkaç cümle için sancı çektiğini biliyoruz. Kıytırık bir köşe yazısında bile sağlam bir cümleyle başladınız mı gerisi akar gider. Yazar için de, okur için de. Hele romanda...

Ya kapılıp gidersiniz ilk birkaç cümlenin peşine, ya da kapağı kapatır başka bir zamana ertelersiniz okumayı. O zaman bazen hiç gelmez.

Konunun sizi saracağına dair bir ipucu değil sadece sözünü ettiğim... Akıcı üslupla doğru Türkçe de var işin içinde.

"Sonuncusu olmadan kalemi eline almaya kalkan var mıdır?" diyeceksiniz...

Bilmem. Belki vardır.

Ama bir defalığına. İkinci kitabı yazmak kısmet olmaz herhalde.

*

Lafı uzatmadan, merakım şu: Orhan Pamuk da onlarcasını beğenmeyip yırtıp atıyor mudur?

Mesela, son romanı Masumiyet Müzesi’ndeki ikinci cümle...

"Bilseydim, bu mutluluğu koruyabilir, her şey de bambaşka gelişebilir miydi?"

Aklına ilk geldiğinde hemen beğenmiş midir?

Peki siz beğendiniz mi?

Ben beğenmedim.

Kötü bir çeviri gibi duruyor.

Hayal kırıklığı...

İnsan kusursuz Türkçe bekliyor Nobel’li yazardan.

Yine de sonuna kadar okuyacağım. Okuyorum da.

Aklımdan bir sürü şey geçiyor...

Ayıp etmekte olduğum mesela...

Belki de ilk ve tek Nobel’li yazarımızın, insanı yer yer şaşkına çeviren "idare eder" Türkçesi’ni idare etmeliyiz.

Kim bilir, artık önemli olan, yazarların ne anlattığıdır, nasıl anlattığı değil.

Konunun geçtiği 1975 yılını da düşünüyorum... Evet, bekáret çok önemliydi. Ama romandaki kahramanlar gibi üstünde bu kadar çok konuşur muyduk, o günkü aklımızla, o günün şartlarında farkında mıydık saçmalığın?

Sonra, o yıllarda Amerika’larda, Fransa’larda okumuş gençler müsamere tadında mı konuşurlardı birbirleriyle?

Bunları düşünüp hatırlamaya çalışıyorum.

Bir romanda kaç kez "ıhlamur kokan bahar rüzgárı" girer pencereden?

Bu da geçiyor aklımdan.

Fakat kahramanların kullandıkları eşyaların, üzerinde seviştikleri yatağa kadar, bir müzede sergilenecek olması harika bir fikir!

Gümüş dizisinin çekildiği köşkün Arap turistlere açılması gibi... Ama Pamuk’un okurları "Füsun’la Kemal nerede?" diye sormazlar herhalde.

*

Aslında bütün mesele bir kitabın "büyük bir merakla beklenmesi" durumu.

Büyük merakla bekleyince, başkalarında farkına bile varmayacağınız şeyler gözünüze batıyor.

MIŞ-MUŞ

Kayahan "Şarkılarım yoksa Nilüfer bir hiç" demiş."Kabak tadı verme"nin tarifini isterseniz, Kayahan’la Nilüfer’in durumu derim.

Çevre ve Orman Bakanı Eroğlu "Yangında en az zarar bizde" demiş.Zaten Türkiye’nin sorunu bu; daima kötünün iyisine razı olmak.
Yazının Devamını Oku

Erkek görgüsüzü kadınlar

31 Ağustos 2008
BU aralar hemcinslerim beni tekzip ediyor adeta. Ben hálá "Kadın aldatmaz" diyedurayım, aldatmak şöyle dursun, sevgilileriyle bir olup öldürüyorlar da kocalarını. İşin acemisi olunduğundan yüze göze bulaştırmak mıdır yaptıkları...

Ben kendi kuşağımda kaldım, şimdiki kadınlar erkekleri solladı desem, o da değil; son örnekteki kadın 40’ını çoktan geçmiş, eti budu sabitlenmiş, baktığınızda, seks, kişisel top 10 listesinden çıkmış gitmiş gibi görünen biri.

Yanlışlığı yakın çevremden yola çıkarak yapıyorum galiba. Fakat görünen o ki benim tayfa yeryüzünde tek. Devir yaşa başa bakmadan, İstanbul, Bolu demeden değişmiş.

*

Erkekler masum kaldı vallahi. Aldatıyorlar fakat değil öldürmek karısını terk edip gideni bile pek az.

Onlar aldatılınca öldürüyorlar, aldatınca değil.

Ve ani yapıyorlar bu işi, kadınlar gibi planlı programlı değil. Bu yazıya vesile olan kadın, şeker hastası olan kocasına günlerce şekerli gıda yedirerek öldürmeye çalışmış mesela.

Aman Yarabbim!

Korku filmlerinin başrol oyuncusu kadınlar olmalı... Daha inandırıcı gelebilir seyirciye.

Bolu’daki olayla aynı günlerde kocasını tekmeyle öldüren karateci kadının haberi de vardı gazetelerde. Onun da bir "áşığı" varmış.

*

Fakat ben yine dönüp dolaşıp erkeklere yükleneceğim. Babalara, ağabeylere, amca oğullarına...

Bu kadınların çoğu, evlenmeden önce bu saydığım erkekler tarafından "erkeklerle yakınlaşması yasaklanmış" kadınlar bana göre. Masumane bir okul, mahalle arkadaşlığı için bile...

"Erkek görgüsüzü" olarak evleniyorlar.

Ve o kadar baskıdan sonra bir gün aniden bir erkeğin koynuna koyulmak değişik etkilere neden oluyor kadında herhalde. Şuur kaybına uğrayabiliyor mesela.

Koca askere gidince, kayınbiraderle yatmalar...

Üç çocuğu bırakıp dört çocuklu komşuyla kaçmalar...

İnternette tanıştığı ne idiği belirsiz adamın peşine takılmalar...

İşler sarpa sarınca da öldürüveriyor kocasını.

Yine bir erkek yüzünden elbet. Bu erkek koca bu defa. Öyle korkuyor ki kocasının gazabından... Önce davranıyor.

MIŞ-MUŞ

Yaşar Büyükanıt, "Orgeneraldim, Hürgeneral oldum" demiş.Bence ondan önce "Durgeneral" deyip beklemek lazım; son yıllarda emekli paşaların başına gelenler malum...

Denizli Devlet Hastanesi’nde hastaların ismi karışınca idrar yollarından hasta olan kadının yanlışlıkla rahmi alınmış.Bu memlekette şükredecek ne çok şey var Yarabbim! Hastaneden sağlam organını kaptırmadan çıktın, şükür!

Şırnak’ın Güçlükonak İlçesi Fındık Beldesi Belediye Başkanı, tartıştığı kız kardeşinin kulağını ısırarak koparmış.Arkadaşı doğaya salmanın zamanı gelmiş!
Yazının Devamını Oku

Çiçekseverse bir erkek...

30 Ağustos 2008
Hatırlarsanız, geçenlerde, erkeklerin 55 yaşında durulduğunu, artık bu yaştan sonra eşlerini aldatmadıklarını ortaya koyan bir araştırma sonucunu naçizane yorumlamıştım. Daha doğrusu nedenlerini yüksek sesle düşünmüştüm. Tepkiler geldi haliyle. Birbirine benzemeyen... "Erkek durulmaz"dan tutun da "Erkek aldatmaz"a kadar.

Bir tanesi ilginç geldi bana.

Bilmediğim bir şey mi söylüyordu?

Hayır.

Tam tersine, ezberimin altını çiziyordu.

İlginç olan da buydu zaten. Çünkü o bir erkekti ve ilk defa bir erkek "günahımızı alıyorsunuz" demiyordu.

Adını vermiyorum okurumun. Öyle bir talebi yok gerçi, ama ne olur ne olmaz, eğer evliyse evliliğini tehlikeye atmayalım.

"55 yaşında kadınların hepsinin aynı olduğunu anlar" demiştim yazımda. Bakın buna ne diyor okurum:

"Sayın Suda siz nasıl olur da tüm kadınların aynı olduğunu söylersiniz! Bence her kadın ayrı bir dünyadır. Farklı çiçeklerin formuna bürünmüş olarak biz erkekleri çekim alanına sokar. Dolayısıyla keşfedecek o kadar çok dünya-çiçek var ki sonu gelmiyor."

Nasıl?

Tipik "erkek" değil mi?

"Ayrı bir dünya"da kalsaydı bir diyeceğim yoktu fakat "çiçek" dedi mi...

Bakın "çiçeksever"se bir adam, hemen kaçacaksınız. Aynı anda hem gül hem sümbül olamayacağınıza göre...

Devam edelim...

"Evet, (maalesef) belli yaşta olan bir erkek olarak, performansta kayıplar olduğunu kabullenmek zorundayım. Gene de sarıldığım her yeni kadın henüz yaşamakta olduğumu müjdeliyor bana.

(...)

Bazen bir kadının kokusu, bazen bir bakışı, bazen gülüşü, bazen ağlayışı ve de kuşkusuz dokunuşu farklıdır bir diğerinden. Farkı yakalayabilmek hüner ister."

Anladınız mı arkadaşlar, neden gidiyor "sizinki"?

Erkeği elde tutmanın formüllerini sıralarken bundan hiç söz etmediler size di mi?

Oysa formül bir tane!

Yeryüzündeki bütün kadınların bakışına, gülüşüne, ağlayışına mani olacaksınız!

"Farkı yakalayabilmek hüner ister" diyor okurum...

Ah keşke!

Hünersiz birini bulur otururduk aşağı!

Fakat hüner müner gerekmiyor. Yahut herkes hünerli. Farkı fark etmeyen yok!

Ama ben yine de son kertede bütün kadınların aynı olduğunu iddia ediyorum. Gülüş, bakış, koku... Bu farkları hükümsüz kılan bir ortak nokta çıkıyor ki sonunda ortaya... Ne olduğunu söylemem, hemcinslerim keser beni!

Erkek evlilikte neden başarısız

Bir başka erkek okurum da erkeklerin evlilikte neden başarısız olduğunu öğrenmek istiyor. Kendisi biliyormuş nedenini de benim fikrimi merak ediyormuş. Sınav sorusu gibi bir şey yani...

Dur bakalım geçecek miyim sınıfı?

*

Kadın, evlenince gerçekten "ev"leniyor.

Ve kadın bağlanan bir yaratık.

Tabağına, çanağına, halısına, vazosuna, masa örtüsüne, tuzluğuna, süpürgesine de bağlanıyor. Kocasına bağlandığı kadar.

Erkeğin bir televizyonu bir de yatağı var. O kadar. Ve bu ikisi annesinin evinde, bekár evinde, arkadaşının evinde yahut otel odasında da aynı. Pek farklılık göstermiyor. Erkeğin bağlayanı az, hatta yok yani.

Kısacası kadın zor, erkek kolay gidiyor.

*

Erkek her zaman "çöpsüz üzüm". İsterse 10 çocuk babası olsun. Çocuklar kadının çünkü. Siz hiç parayı bastırıp giden anne duydunuz mu?

Erkeğin gözündeyse çocukların bir bedeli var. "Nafaka", "tazminat" her neyse, bastırıyor parayı, vicdanı rahat, gidiyor.

Kadın da razı buna. Çoğu zaman değeri o biçiyor. "Ver parayı git" diyor.

*

Sonra "kışkırtma" var.

Erkek habire dışarıdaki kadınlar tarafından kışkırtılıyor.

Evli kadını kışkırtan erkekse pek az.

*

E, emsal de çok...

*

Erkekte üstüne aldığı işi sonuna kadar götürme sorumluluğu kadına kıyasla pek gelişmemiş de olabilir.

*

Yahut bakınız "Çiçekseverse bir erkek" başlıklı yazı!

Benim aklıma gelenler bunlar sevgili okurum.

MIŞ MUŞ

Æ Fahriye Evcen, Özcan Deniz’in evine taşınmış.

Aman bornozuna sahip çık Fahriye! (Olayı bilenler bilmeyenlere anlatsın)

Æ Yapılan bir araştırmaya göre kadın yöneticiler erkeklerden daha az maaş alıyormuş.

Hiçbir suç cezasız kalmaz!

Æ İzmir’de vatandaş temiz su kuyruğundaymış.

Bunlar iyi günlerimiz; korkarım pis su için kuyruğa gireceğimiz günler yakındır.
Yazının Devamını Oku

Neden ’Papatya Meydanı’ değil?

28 Ağustos 2008
TAŞDELEN Belediye Başkanı Hüseyin Sipahi, Taşdelen Meydanı’nda konser veren Tarkan’dan, meydana yeni bir isim bulmasını istemiş.

Üç isim gelmiş Tarkan’ın aklına...

Özgürlük, Cumhuriyet, Barış.

Seyircinin beğenisine sunulmuş isimler, en çok alkış alan Barış’ta karar kılınmış.

Hayal kırıklığına uğramadım desem yalan olur. Tarkan’dan daha yaratıcı olmasını beklerdim.

Yazının Devamını Oku

Cevap veriyorum

26 Ağustos 2008
SAADET Hatuşil:<br>"Erkekler niye 55 yaşında çapkınlıktan vazgeçer"i irdelemişsiniz. Tecrübelerime göre vazgeçtikleri falan yok, kendi kurallarını koyarak ve de yakalanmayarak her koşulda devam ediyorlar.

Ancak asıl merak ettiğim, kadınlar ne zaman vazgeçiyor, vazgeçiyor mu?"Sorunuza soruyla cevap vereyim:

Kadınlar aldatıyor mu?

Bana göre sayıları pek öyle fazla değil. Bakmayın siz toplumdaki tantanaya... Suni o. Şöyle söyleyeyim, "Aldatan kadın var; aldatmayan erkek yok" denilebilir.

* * *

Yazının Devamını Oku

Yaz bitiyor

25 Ağustos 2008
Bu ne demek? * Çeşme’de karşılaştıklarınızla Alsancak’ta, Nişantaşı’nda karşılaşacaksınız...

* Gece yatarken bile çorap giyenlerdenseniz hele, ayaklarınızı sadece banyo yaparken göreceksiniz...

* Şezlongların üstünden yük kalkacak...

* Denizler ürik asitsiz bir döneme girecek...

* Yazlık beldelerde inlerle cinlerin lig maçları başlayacak...

* İkoncanlar giyinecek...

* Bazı aşklar bitecek...

* Güneş güney yarım küreye atanacak...

* "Daha karpuz kesecedik" diyeceksiniz ama kesemeyeceksiniz.

* En az 8 ay sıcaktan şikayet edemeyeceksiniz.

* Lahanayla pırasa "Düştünüz mü yine ocağımıza!" diye dalgalarını geçecekler.

* Şehirde sizi bir konvoy karşılayacak. Fakat o karşılama konvoyu değil maalesef. Şehrin tabii konvoyu.

* Patronunuza uzunca bir süre ayrılmamak üzere kavuşacaksınız.

* Yangınseverler bir dahaki yazı bekleyecekler...

* Kilo almanızda bir sakınca kalmayacak...

* Selülitleriniz için özgürlük dönemi!..

* Kenelerin görüp göreceği bu kadardı!..

* Havalar tesettürlülerden yana olacak...

* Teşhirciler zorlanacak...

* Üzülmeyin yaz yine gelecek...

* Hatta müjde! Bu, "giden son yaz" olacak, bir dahaki gelen hiç gitmeyecek!

* Üstelik gelirken size bir takım imkanlar da getirecek!

Şöyle söyleyeyim, yurt genelinde çekilecek, gelmiş geçmiş en geniş kadrolu film olarak tarihe geçecek olan "Susuz Yaz" filminde rolünüz var!
Yazının Devamını Oku

Siyah&beyaz uyumu!

24 Ağustos 2008
"DEKORASYON tercihlerini sadelikten ve kaliteden yana kullanan ev sahipleri doğal bir renk yelpazesine yönelmişler." Tükürme tercihlerini sokaktan yana kullanan şehir sakinleri kaldırımlarda doğal bir görüntüye neden olmuşlar.

* * *

"İşte modern çizgiler taşıyan, abartıdan uzak bir lüksün yaşam alanlarına kattığı etkileyici ışık..."

Bir yanan, bir yanmayan, çoğu zaman da pır pır etmek suretiyle gözlerin dayanma gücünü ölçen sokak lambaları...

* * *

"Ahşap sehpalar Henk Vos tasarımı..."

Beton kaldırımlar mimar Kadir Topbaş tasarımı...

* * *

"Bu çokkültürlü doku sadece mobilyalarla sınırlı kalmıyor. Bazen bir kumaşın yöresel dokusunda, bazen de aydınlatma elemanlarının sürpriz parçalarında yaşam buluyor."

Sokak kapısından adım attığınızda ise tek bir kültür sarmalıyor sizi... Zevksizlik, pislik ve görgüsüzlüğün harmanlandığı bir kültür...

* * *

"Masa ve sandalyeler Çukurcuma’dan."

Şehre yayılmış olan çukurlarsa İSKİ’den.

* * *

"Geleneksel mobilyaların ölçekleri öylesine mükemmel ki neredeyse modern bir çekiciliği var."

Kaldırımlar öylesine yüksek ki neredeyse asansör gerekiyor.

* * *

"Günlük yaşamın geçtiği salon ve mutfak bölümlerinde konfor, işlevsellik ve rahatlık ön planda."

Günlük yaşamın kalan kısmının geçtiği sokaklarda ise gürültü ve görüntü kirliliği her planda.

* * *

"Fransa’dan ithal Pascal Mourge tasarımı koltuk."

Türkiye’de imal, musalla taşı görünümünde park mobilyaları... Bakınız yenilenen Bebek Parkı.

* * *

"Açık alanlarda geçirdiğimiz zaman dilimleri artmaya başladıkça bahçemiz ve balkonumuz için özel bazı fikirler edinme arzusu da büyümeye başlıyor içimizde."

Ağaçlarımız söz konusu olduğunda ise doğuştan büyük bir arzumuz var zaten: Baltalar elimizde, uzun ip belimizde, kibrit cebimizde, gidiyoruz... Kıyamete doğru!

MIŞ-MUŞ

Pınar Altuğ, kızını Türkiye’de doğuracakmış.

A, ne tuhaf!!!

Suudi müftü, özel günlerde kutlama yapmanın İslam’a aykırı olduğunu söylemiş.

Her derde deva haber! İster halinize şükredin, ister hazırlanın!

Yaşar Nuri Öztürk’ün danışmanıyla aşk yaşadığı, bu yüzden eşinden ayrılacağı iddia edilmiş.

Şükür Malezya değil Fransa oluyoruz!
Yazının Devamını Oku

Horoz ölür...

23 Ağustos 2008
Geçtiğimiz hafta bir tartışmaya tanık olduk. Cumhuriyet’in Bilim Teknik ekinde, Tahir M.Ceylan’ın bir yazısında "Erkekler ölürken ereksiyon olur" demesi üzerine, Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ahmet Yılmaz, derginin editörüne bunun mümkün olmadığını bilimsel olarak anlatan bir açıklama göndermiş.

Hürriyet aracılığıyla tartışmadan biz de haberdar olduk.

Şimdi... Yılmaz Hoca ne derse desin, ben erkeklerin ölürken ereksiyon olduklarına inanıyorum.

Benimki bilime değil ama "tanıma"ya dayanıyor. Erkek milletini tanımaya.

Hatta daha da ilerisini iddia ediyorum, aylar sonra mezarı açın bakın, bunların şeyi ne olur ne olmaz diye çürümemiş duruyor olabilir.

Atalarımızın bir sözünü referans olarak gösterebilirim size...

"Horoz ölür, gözü çöplükte kalır."

O zamanki terbiyeyle, üstü kapalı olarak bir güzel ifade etmişler durumu.

Arabalarıyla intikam alıyorlar

Hani arabalarını üstümüze üstümüze süren tipler...

"Çekilin ben geliyorum" diye bağıran hani adeta...

Bizden intikam alıyorlar bana sorarsanız.

Dar bir kaldırımda karşılıklı yürüyor olsak mesela onlardan biriyle, kenara çekilip yol vermeyeceğimizi düşünüyorlar. Öyle bir yere koymuşlar kendilerini.

İşte bu yüzden, direksiyondayken bizim korkuyla kaçıp duvara yapışmamız hoşlarına gidiyor.

O arabaları akşam koyunlarına alıp yatsalar, yeridir.

Onları "adam" eden o arabalarıdır çünkü.

Asla yaya olarak göremezsiniz onları. Gidebilecekleri son noktaya kadar arabalarıyla giderler.

Arabadan inince kendileri olacaklardır çünkü, ama buna cesaretleri yoktur. Kendileri olmanın itibar görmeye yeterli olmayacağını bilirler.

Ve kendilerinden daha değerli olduğunu düşündüklerinin üstüne üstüne sürerler arabalarını...

İlişkinin yenilenmesi

Mehmet Öz...

Dünyaca ünlü kalp cerrahımız...

Allah başımızdan eksik etmesin, bütün kış çalıştığı yetmiyor tatilde de boş durmuyor, konuşuyor.

Her yaz elinde bir reçeteyle çıkageliyor.

Kalbimiz, damarlarımız, beslenmemiz falan derken bu yaz "ilişkimiz" konusunda yardımcı olmak üzere kalkmış gelmiş.

"Ne aláka" demeyin...

İlişki-aşk,

Aşk-kalp,

Kalp-kalp cerrahı

şeklinde bir aláka kurulabilir pekálá!

Uzatmayayım, "İlişki 7 yılda bir yenilenmeli" diyor Mehmet Öz.

Hımmm...

Evin badanasının boyasının, camının çerçevesinin elden geçmesi gibi demek bir nevi.

Fakat nasıl?

İlişki dediğiniz şey elle tutulur bir nesne değil...

E, Mehmet Öz de bir açıklık getirmemiş... "Yenileyin" demiş, gerisini koyvermiş.

Düşünüyorum, düşünüyorum.

Ne yapılabilir?

Mesela yataktaki yerlerimizi değiş tokuş etsek?

Eşiniz sağ elinizin altındayken, sol elinizin altına geçiyor!

Yabana atmayın!

Her yenilik, her değişim bir yadırgamaya neden olur. E, bunda fazlasıyla var.

Başka, başka...

Hah!

7 yılda bir eşinize hitabınızı değiştirebilirsiniz.

Diyelim "Aşkım" yerine "Tombişim..."

Ki geçen yılları hesaba katarsanız gerçeğe daha uygun bir sesleniş olacaktır.

Bir de ilişkinin kadın kısmı olarak aniden ilişkinizi sorgulamaktan vazgeçebilirsiniz mesela.

Yahut erkek tarafı olarak tam tersine günde üç posta ilişkiyi masaya yatırmayı teklif edebilirsiniz eşinize...

Bakın, eğer bu ikisi gerçekleşirse buna "değişiklik" değil "devrim" denir, söyleyeyim size!

Fakat 1 gün sürecek devrime devrim denir mi bilmiyorum. Ben 7 yıl kendini tutabilecek kadın tanımıyorum da...

Ne kadar ıkınıp sıkınsam ilişkiyi yenilemeyi beceremiyorum gördüğünüz gibi. Mehmet Öz yaptı bir hayır, şunun nasıl olacağını da anlatsa bari!

MIŞ MUŞ

Yeşim Salkım "Aşkın acısı 40 gün sürer" demiş.Kızcağız defalarca tatbikat yapıp gösterdi doğrusu!

Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin eşi Bruni "Klasik Fransız kadını değilim" demiş.Madam Bruni, esas klasik olmayan sizinle evlenen eşinizdir!

Gül bir günde 26 heyetle görüşmüş.İşte klasik cumhurbaşkanı budur Madam Bruni!
Yazının Devamını Oku