Piyanomun başından sahnenin içinden

BUGÜNE kadar hep koltuktan sahneye bakarak yazdım yazılarımı. Oradan gördüklerimi, bir sanat eleştirmeni iddiasından uzak, “benim gözlüğümden” böyle görünüyor diye anlattım. Gözüme güzel görününce, Efes’teki kedileri, köpekleri bile yazdım... Hep anladığımı zannettiklerimi, beğendiklerimi yazdım. Beni içine çekemeyenleri ise hiç taşımadım köşeme. Çünkü hep bildim ki, “oturduğun yerden dinlediğinin ardında, görmediğin bir dünya vardır...”Hayatımda ilk kez, bir konser yazısını, sahnede piyano çalıyorken fikrettim. “Steinway ve oğulları”nı saymazsanız (ki onları yok saymak yakışık almaz), sahnede sadece ben ve Dr. Cemile Cabbar... Biribirine çevrilmiş 2 piyano, ister “bir düello duruşu” deyin, ister “kucaklaşmaya hazır haldeler” diye hoş bakın. Hepsi hepsi, böyle bir yalnızlık.

Haberin Devamı


Ama tuşlara dokundukça, Aka Gündüz gibi bir ustanın, takip ışığının yanından bana göz kırptığını gördüm sanki... Omuzuma dokunan el, Münir bey’in eliydi. Başımı kaldırdığımda, Refik Fersan da, Cemile Hanım’ın arkasında, ayakta duruyordu. Diyelim ki, bana öyle geldi; ne çıkar? Böyle başladık işte. Seyirciler tam görememiş olabilir ama sonradan hissettiklerini söylüyorlar; dakikalar ilerledikçe, kalabalıklaştı sahne. Tanburî Cemil, Lem’î Atlı, Bîmen Şen, Reşit Bekirov, Guliev, Behbudov… Hattâ Çingiz Sadıkov bile geldi karanlığa oturdu bir ara... Madem ki, repertuvarın adı “Makam Müziğinde Çeşitlemeler”di, artık ne nihâvend sadece nihâvend’ti, ne de rast, mahûr, hicazkâr ve segâh çeşnileri, isimlerinden ibaret...

GÖNÜLLERİMİZİ BİRLEŞTİRDİK
Uzatmayalım, gönlümüzü birbirimize ilişmeden birleştirmeyi denedik. İkimiz de tavrını koruyacaktı; kimse bir diğerinin çaldığına karışmayacaktı. Göründüğünden zordu, bu kâğıt üzerindeki mutabakat. Alışkanlıklarımız, tercihlerimiz, duyuş ve hissedişimiz farklıydı. Bu farklılığı, “doğaçlamanın büyüsü” ile benzerliğe çevirdik. Birbirimizin ait olduğu müzikal geleneği hor görmemek, ötekileştirmemek, ona üstenci bir gözle bakmamak, anlamaya çalışmak ve saygı duymak yetecekti... Bir de baktık ki, sevdik biz bu beraberliği ve çaldıkça keyifleniyoruz.
Klasik batı müziğinde “4 el piyano” için bestelenmiş eserler, 18. yüzyıldan itibaren repertuvarlarda yer alıyordu ve oda müziği performansı adına, önemli bir literatüre sahipti. Esasen, geleneği itibariyle yine bir “oda müziği” heyecanı olan Türk muüziğinde ise durum, bundan çok farklıydı. Osmanlı’ya uzanan bir tarihleme ile Anadolu coğrafyasında, yaklaşık 200 yıllık bir geçmişi olmasına rağmen, “makam müziği perdelerinin (seslerinin) tamamına sahip olmayan piyano”; özellikle muhafazakar kesimin, koma detaylarında kaybolma inadı ile hep kuşku ve çekinceyle yaklaştığı, son tahlilde, varlığını gizli-açık reddettiği bir enstrümandı. İşte, “allaturca”ya 1 piyano dahi çok görülürken; farklı zeminlerde denenmiş “1 solist, 1 eşlikçi alışkanlığından”ndan kurtulup, biribirinden çok farklı 2 piyano tavrını, biribirini tamamlayan ve 2 ayrı klavyede, “2 solistin birlikteliği”ne dönüştüren ve önce yaptıklarından kendileri keyif alan bu takımın adını, onun için “duoallaturcaimpropiano” koyduk.

DOĞAÇLAMA ALLATURKA
Yani “2 kişi”, piyanoda “allaturca” üstüne düşünecekler, “doğaçlama” temel enstrümanları olacak ve “4 el” ile, ortaya, ıskalanmış bir zenginlik çıkacaktı. Yerleşik piyano tekniği ile allaturcaya ruh veren çeşnilerin ihtiyaç duyduğu sağ el pozisyonlarını buluşturacaklardı. “Mikro polifoni ve heterofoni”yi bir arada deneyecekler, makam müziğindeki ses haznesinin sınırlarını, piyanoda, adeta konuşurken “daha çok kelime” kullanır gibi zorlayacaklar ve nihayet bunu, geleneğin “karabatak taksimler”i gibi, karşılıklı konuşmaya dönüştüren bir sentez ile farklılaşacaklardı...
Sahneden, “bu sentezin denenmeye değer” olduğu heyecanı ile ayrıldık. Denemeye devam edeceğiz. Çok sayıda dinleyici, “bu repertuvarla dünyayı dolaşmanızı isterdim” iltifatını esirgemedi. Sırada, önce Bakü var... İzmir Kültür Sanat ve Eğitim Vakfı’nın (İKSEV), misafiri olmaktan ve 36. Uluslararası İzmir Festivali’nde “kapanış”ı, Nihavend Longa’sı ile ünlü piyanist ve sinekemani Kevser Hanım’a armağan edebilmekten mutluyuz.

Yazarın Tüm Yazıları