Çünkü ülkemizin genlerine işlemiş bir refleksi var. Uçlarda dolaşmayı, duyguları ak ve kara olarak ifade etmeyi seviyoruz.
Ya hep ya hiç, ya iyisindir ya kötü. ya düşmansındır ya dost, ya tarafsındır ya değil.
Oysa bu genellemeler, kesip atmalar en insani özelliğimizi, empati kurma yetimizi devre dışı bırakıyor.
Michelin’in eksiklerini eleştirelim ama kantarın topuzunu kaçırmayalım. Ödül alanları almayanlarla karşılaştırmak yerine sistemin aksaklıklarını konuşalım. Şeflerimizin de söylediği gibi Michelin başta olmak üzere uluslararası rehberlerin Türkiye gastronomisine, sektörün gelişmesine, dünya çapında tanınırlığının artmasına katkısı büyük.
100 yılı geride bırakmış dünyanın en prestijli restoran rehberinin Türkiye’ye gelmesi içeriği ne kadar eksik olursa olsun önemli.
İyi ki Kültür ve Turizm Bakanlığı maddi destek verdi de bu proje gerçekleşti. Yoksa Michelin kolay kolay Türkiye’ye gelmezdi.
Nedeni tabii ki restoranlarımızın ya da şeflerimizin yetersizliği değil. Batı’nın bizi birçok alanda olduğu gibi öteki olarak görmesi, klişelerle tanıması, kültürümüzü ve onun parçası olan gastronomimizi önemsememesi.
Bir de sanırım rehberin ana sponsorunun Türkiye’de kendileri için yeterince büyük bir pazar payı görmemesi ve rehberin ticarileşmesi, sınırlarını çizdiği bir bölge dışına ancak davet ve teşvikle gitmesi.
İtalya Senatosu konuyu bu yılın başından beri tartışıyordu. Mart ayında tarım bakanı yasa tasarısını bakanlar kuruluna sunmuştu.
Ve 19 Temmuz’da ulusal çıkarları, gıda mirasını ve tüketicilerin sağlığını korumak amacıyla yapay et ve sentetik gıdaların pazarlanmasını, ithalatını ve üretimini engelleyen tasarıyı onaylamıştı.
Akdeniz beslenme geleneğine sahip çıkan bu karar sağlık ve çevre kadar çiftçilerin haklarını da koruyacaktır. Umarım parlamentolarının alt meclisinde tartışılacak yasa tasarısı kabul görür. Çünkü önerilen doğal tarım ürünlerini korumaya yönelik bu çıkış aslında tüm dünyayı yakından ilgilendiren çok önemli bir konu.
Bu kararı eleştirenler yasağın henüz ‘var olmayan ürünlere’ yönelik olduğunu söylüyor, pratik bir düzenlemeden çok propaganda olduğuna işaret ediyor. Öte yandan Fransa gibi bazı ülkeler bitki bazlı ya da kültür protein üretmek için çok büyük bütçeler ayırıyor. ABD, Singapur ve İsrail gibi ülkeler de ister sentetik ister sahte deyin bu üretim sürdürülüyor.
Dört yıl önce veganlara bir hizmet olarak sunulan, ‘fake meat/ sahte et’ sloganıyla çıkan, ürünlere neden karşı olduğumu, ‘Dünyayı sahte et mi kurtaracak’ başlığıyla yazmıştım. O zaman da söylediğim gibi bizim sürdürülebilir bir dünya için fazla karbon ayak izi bırakan büyükbaş hayvan besiciliğini en aza indirgememiz gerekiyor.
Ancak bunun çözümü laboratuvar ortamında et üretme olmamalı. Günümüzde neyse ki biraz daha bilinçlenme oldu, hiç olmazsa doğal sebze ve bakliyat bazlı ürünler yapılıyor.
Tartışmaların bir başka boyutu olan “Nüfus artıyor insanları besleyemeyeceğiz, ne yapalım edelim üretimi artıralım” yaklaşımının da tutarlı olmadığını üretilen gıdanın yüzde 40’nın çöpe gitmesi gösteriyor.
Belki de bu yüzden tüm çevremdekilerin ‘deli misin kırık ve alçılı ayakla gidilir mi?’ demelerine karşın çok önceden planlanmış, Gamze Cizreli’nin organize ettiği Cumhuriyet’in 100’ü yılını Ankara’da kutlama ve döner dönmez de Kültür Eğitim Kurumları’nın başında olan üç özel kadının Cumhuriyet yemeği davetlerine katılmamayı aklımdan bile geçirmedim.
İyi ki de gitmişim, Ankara’daki etkinlik de İstanbul’daki yemek de coşku doluydu. İşini iyi yapan, yaptığını sahiplenen, kendini ilke ve prensipleriyle özdeşleştiren kadınlarla birlikte olmak bana iyi geldi. Tabii özellikle kadınların bu coşkusunda Mustafa Kemal Atatürk’ün sayesinde elde ettiği kazanımların da payı büyük.
Ankara’daki etkinlik Bir Ankara klasiği olan Trilye’de akşam yemeğiyle başladı. Ertesi gün benim alçım nedeniyle katılamadığım Anıtkabir ziyaretiyle devam etti.
Ardından Velux AVM’de açılan100’üncü Big Chefs’te ilk yemek ve kitap imzasıyla sürdü. 100’üncü yıl balosuyla doruk noktasına ulaştı, iki günü boyunca kendimizi büyük bir aile gibi hissetmemizi sağladı.
Kısacası, bir masa etrafında toplanıp yemek yediğimiz, marşlar, şarkılar söylediğimiz kutlamalar her anlamda doyurucu ve unutulmazdı. Şimdi önce Ankara, sonra İstanbul...
Balıkesir’in beş peynirinin ‘The World Cheese Awards 2023’ Dünya Peynir Yarışmasında Türkiye’yi temsil edeceği söylerken duydukları coşku görülmeye değerdi.
Bu yıl Norveç’in Trondheim kentinde yapılan yarışmaya Balıkesir Büyükşehir Belediyesi, dünya birincilik ödülü de bulunan Coğrafi İşaret Tescilli ‘Manyas Kelle’, ‘İvrindi Kelle’, ‘Savaştepe Mihaliç Kelle’nin yanı sıra, ‘Kirli Hanım’ ‘Bükdere Küflü Katık’ olmak üzere 5 peynir çeşidi ile katılıyormuş.
DÜNYANIN EN İYİ PEYNİRLERİ NASIL BELİRLENİYOR?
İlan edilen, acılarını paylaştığımızı gösteren 3 günlük yas bu akşam sona eriyor. Ama savaş, savaş suçları, soykırımı andıran katliam pek sona ereceğe benzemiyor.
Böyle dönemlerde insan barışa ve demokrasinin temel değerlerine sahip çıkan, çatışmanın tırmanmaması için çaba harcayan bir ülkede yaşamanın, bir yüzyılı geride bıraksa da kendi tarihi ve dünya tarihi içinde hâlâ çok genç olan Cumhuriyet rejimini her alanda daha ileriye taşımanın, güçlü olmanın ve güçlü durmanın önemini çok daha iyi idrak ediyor.
Devletiyle, sivil toplumuyla, iş dünyasıyla bu sorumluluğu yerine getirmeye çalıştığımıza inanıyorum.
Beklentim bu savaşın da, yakın ve uzak çevremizdeki tüm savaşların da en kısa sürede bitmesi, Filistin başta olmak üzere tüm insanlığın barış, huzur ve güvenlik içinde yaşayacakları bir dünyanın kurulması.
Hayallerin gerçek olsa
Cumhuriyet’imizin 100’üncü yıl kutlamaları çerçevesinde birçok kurum ve kuruluş bu önemli eşik noktasını unutulmaz kılmak ve saygısını göstermek için etkinlikler yapıyor, belgeseller hazırlıyor, özel ürünler çıkarıyor, balolar düzenliyor.
Savaşın anlamsızlığı, savaşların haklısı- haksızı olmayacağı, güç sarhoşu, dünyayı yönetme hırsında olan ülkelerin ikiyüzlülüğü üzerine yazmak istiyor. Ama galiba en iyisi en iyi yaptığımız şeyi yapmak, umudu ayakta tutmak için çalışmak.
Ülkemizin de her alanda ve her anlamda güçlü olması için elimizden geleni yapmak.
Ve tabii kendini her geçen gün daha çok hissettiren iklim felaketinden açlığa, savaşlardan salgınlara pek çok sorunla karşı karşıya olduğumuzu da unutmamak...
AKİRA BACK: JAPON MUTFAĞINA MODERN DOKUNUŞLAR
Bir yıl kadar önce İstanbul yeme-içme sahnesine katılan ünlü şef Akira Back’in kendi adını taşıyan restoranını merak etmeme karşın gitme fırsatı bulamamıştım. Geçen hafta ortak dostlarımızla birlikte JW Marriot Marmara Sea Hotel’in Genel Müdürü Okan Karadağ’ın konuğu olduk.
Hemen denizin yanı başında konumlandırılmış restoran önce manzarasıyla insanın aklını başından alıyor. Sonra da sıra her biri sanat yapıtı gibi tasarlanmış, küçük de olsa özgün dokunuşları olan tabaklara geliyor.
Döndüğümde doğrusunu söylemek gerekirse aklım Tiflis’ten çok Kakheti bölgesindeki Tsinandali köyünde kalmıştı. Doğası ve tarihi geçmişi yanı sıra ünlü şef Irakli Asatiani’nin yaptığı yemekler ama özellikle de Gürcü mantısı Khingali / Hinkali’nin tadı hala damağımdadır.
Bu kez Radisson Otel Grubu Bölge Yöneticileri Yeşim Doğukan ve Antoine Maubarak’ın davetiyle ‘Radisson Red Tiflis’in, Başbakan İrakli Garibashvili’nin de katıldığı resmi açılışına gittik.
Uzun süre atıl kalan 100 yıllık tarihi postane binasının restorasyonu ardından açılan otel, kentin tarihi bölgesinde yer alıyor. Odalar İskandinav çıkışlı markanın gösterişten uzak minimalist ve fonksiyonel tarzına uygun döşenmiş.
Yiyip içtiklerimizle, kullandıklarımızla, vazgeçemediğimiz alışkanlıklarımızla dünyayı artık kendini temizlemeyeceği kadar büyük bir hızla kirletiyoruz.
Sadece konvansiyonel yöntemlerle yapılan tarım tek başına küresel sera gazı emisyonlarının yaklaşık üçte birini üretiyor ve üretilen bu gıdaların üçte biri de çöpe gidiyor.
Bunu önlemenin yolu da sürdürülebilir gıda sistemleri. İklim değişikliğiyle baş edebilecek, ekosistemin korunduğu küçük ölçekli yerel tarım uygulamaları ve ata tohumlara yönelmek için araştırmalara hız vermek.
Özellikle de küçük ölçekli üreticiye desteğin tüm ülkelerin milli kalkınma projesine dönüşmesi. Neyse ki giderek artan bir bilinçlenme söz konusu.
Devletler ve uluslararası örgütler iklim değişikliğini yavaşlatmak, zararı azaltmak için toplantılar düzenliyor, kararlar alıyor. Yeterli olduğunu söylemek imkânsız ama hiçbir şey yapılmasından çok daha iyi.
Belki bildiğiniz gibi temmuz ayında Roma’da BM Gıda Sistemleri Zirvesi’nin ikincisi yapıldı.
Farklı ülkelerden gelen delegeler tarımın yıkıcı etkisini ve gıda üretiminin nasıl daha sürdürülebilir olabileceği gibi konuları tartıştı.