Dr. Gülseren Budayıcıoğlu

Duygularınızı kaynatmayın

11 Haziran 2022
Sevgili okurlarım, hayatta bizi acıdan, öfkeden, hüzünden daha çok yoran şey duygularımızı bastırmak, yok saymak ve yaşanmasına izin vermemektir.

Üstelik ülkemizde yalnızca olumsuz duygular değil, aşk gibi, heyecan gibi, mutluluk ve sevinç gibi duyguları da çoğu zaman hakkıyla yaşayamıyoruz. Bizim kültürümüzde insanların başlarına gelen olaylar, yaşadıkları kayıplar karşısında üzülmeleri, yas tutmaları doğal kabul edilir ve desteklenirken özellikle genç kız ve kadınlarımızın mutluluk gösterileri pek hoş karşılanmaz.

Hal böyle olunca da zamanla duygularını ifade etmekten utanan hatta onları pek tanımayan yetişkinler haline geliyoruz. Kızlar ayıplanırız korkusuyla, erkekler ise ağır başlılıklarını korumak adına küçükten itibaren gerçek duygularını yaşayamıyorlar. Kendilerini dışa vuramayan duygularımız, ocağın üstünde kaynayan, kaynadıkça kabaran ve taşan süt gibi içimizde kabardıkça bize nedenini bilemediğimiz sıkıntılar olarak geri döner.

Nasıl ki dünyayı duyu organlarımız sayesinde algılıyor; yani gözümüzle görüyor, kulağımızla duyuyor, ellerimizle dokunuyorsak ruhumuz da var olduğunu duygularımız sayesinde anlıyor. Nihayetinde yavaş yavaş gergin, stresli ve mutsuz yetişkinlere dönüşüyoruz. Mutluluğu çoğu zaman maddi refahta arıyoruz ama bir süre sonra o da çare olmuyor.

Tüm duygularımızı olduğu gibi yaşamak zaten toplu halde yaşayan ve içinde yaşadığı toplumun kurallarına uymak durumunda olan insan için mümkün değil. Bir düzene, kontrole, disipline hepimizin ihtiyacı var. Bir toplum bu düzen ve disiplinin kurallarındaki dengeyi ne kadar iyi gözetirse o toplumu oluşturan insanlar da kendini o kadar mutlu ve huzurlu hisseder.

Bir genç kızımız bakın bu konuda bize neler yazmış...

GİZLİ BASKILAR

Yazının Devamını Oku

Acıların tiryakisi

4 Haziran 2022
Sevgili okuyucularım... Hayat, çoğu zaman bize sayısız seçim şansı sunuyor.

Kader dediğimiz şeyi de işte bu seçimlerimizle ilmek ilmek örüyoruz. Kimi yol bizi mutluluklara, aşklara, coşkuyla sahiplendiğimiz heyecanlara götürürken; kimileri ise derin hüzünlere, içinden çıkılamaz girdaplara, akıntıya karşı kürek çekmeye çalıştığımız mücadelelere sürüklüyor.

Elimizin kolumuzun gerçekten bağlı olduğu, yaşamın bizim adımıza karar verdiği iki önemli olayın biri başlangıcı yani doğumu, diğeri sonu yani ölümü temsil ediyor. Bizler annemizi, babamızı, hangi evde doğup büyüyeceğimizi, hangi ülkenin hangi dilini konuşacağımızı seçemiyoruz. Doğumumuz gibi bu dünyadan ayrılışımız da öyle oluyor. Ancak hayatımız boyunca pek çok seçim yapmak, karar vermek durumunda kalıyoruz. Aldığımız bu kararlar bazen hayatımızı güzelleştirirken bazen de bizleri çaresiz bırakıyor.

Bugün sizlerle, heybesinde sadece kendi yüklerini değil ailesinin ve hatta âşık olduğu delikanlının ailesinin bile yüklerini taşıyan, türlü fedakârlıklar yapan, sonra da pişmanlıklar ve kalp kırıklıklarıyla kala kalan Dolunay’ın yaşamöyküsünü paylaşacağım...

Öyle bir öykü ki bu, birebir aynı olmasa da birçok okurumun, özellikle kadınların, kendilerinden bir şey bulacağını, içlerinden “Ben de bunu yapıyorum” ya da “Yapmıştım” diyeceğini hissediyorum. Umarım bu yazı size şifa olur sevgili okurlarım...



Yazının Devamını Oku

Bulaşıcı duygular

28 Mayıs 2022
Korku, kaygı, öfke gibi olumsuz duygular nasıl bulaşıcıysa sevgi ve barışın ışığı ve bize getirdiği huzur da bulaşıcıdır. Şu sıralar insanlarımız öfkelerini yansıtabilmek için adeta bahane arar oldu. Korkunun, belirsizliğin, kaygının kol gezdiği toplumlar barışı, sevgiyi, huzuru özledi.

SEVGİLİ okuyucularım...

Duygularımız da virüsler kadar bulaşıcıdır. Bunu uzun yıllardır psikiyatrist olarak çalıştığımdan en iyi bilenlerdenim. Mesleğim nedeniyle klinikteki odamda birbirinden çok farklı insanlarla karşılıklı saatlerim geçti. İki ayrı insan, iki farklı enerji demektir. Bu iki farklı enerji birbirini mutlaka etkiler ve birbirinden etkilenir.



Biz insanlar toplu halde yaşamaya programlanmış varlıklarız ve son iki yıldır bütün dünyayı etkisi altına alan büyük bir pandemi yaşadık. Zihinlerimizde önceliği COVID-19 aldı. Her an bize de bulaşma riski olan bir hastalığın korkusu yüreklerimize çöktü. Özellikle ilk yıl bu konuda çok zorlandık. Hastalığı doktorlar dahil, hiçbirimiz tam olarak tanımıyoruz, ne kadar öldürücü olduğunu, sonradan ne gibi sekeller bırakacağını bilmiyoruz. Aşı olmaktan bile korktuğumuz zamanlar oldu.

TEDBİR ÜSTÜNE TEDBİR

İlk günlerde televizyonlar hastalığın ortaya çıktığı ülke olan Çin’de yolda giden insanların pat diye yere düşüp öldüğünü, kazılan toplu mezarları gösteriyordu.

Yazının Devamını Oku

Sefanur'un mektubu

21 Mayıs 2022
Sevgili okuyucularım... Bizim ülkemizde insanlarımızın pek çoğu ailelerine bağımlı olarak yetişirler.

Kültürümüzde aileye verilen değerin yanı sıra bu bağımlılığı oluşturan en önemli nedenlerinden biri de, anne ve babalarımızın bizi yetiştirebilmek için katlanmak zorunda kaldıkları fedakârlıklardır. Ailelerin, özellikle annelerin onlar için nelere katlandığına tanık olarak büyüyen çocuklarımız, doğal olarak kendilerini ödemekle bitmeyen duygusal bir borcun içinde hissederler.

Maalesef hâlâ zengin, insanların refah içinde yaşadığı bir ülke değiliz. Aileler çocuklarını büyütebilmek için gerçekten de hem maddi hem de manevi fedakârlıklar yapmak zorunda kalıyorlar. Özellikle kadınlarımızın, “Çocukları uğruna saçını süpürge eden anne, en iyi annedir” inanışı bu durumu biraz daha körüklüyor. Bu uğurda hem anneler gerçekten kendi hayatlarını istedikleri gibi yaşayamıyor hem de çocuklarımız bunları gördükçe kendilerini daha suçlu, ailelerine daha borçlu hissediyorlar.

GELİNLER VE KAYNANALAR

Gelin-kaynana ilişkisi, sadece bizim ülkemizde değil bütün dünyada üzerinde çok konuşulan bir konu. Kaynana deyince hep aklımıza gelinin her şeyine karışan, onu oğlundan kıskanan, kötü yürekli kadınlar; gelin deyince de kaynanasından nefret eden, kocasının tek sahibi olmak isteyen genç kadınlar geliyor. Oysa artık bu konu yavaş yavaş tüm dünyada değişmeye başladı. Özellikle Batı ülkelerinde bazen gelinle kaynana birbirini hiç tanımıyor, tanısa da böyle bir rekabete hiç girmiyorlar çünkü anne-kız ya da anne-oğul ilişkisi evlilikten çok önce incelmiş ya da kopmuş oluyor. Birbirlerine bağımlı olmaktansa, birbirlerine belirli sınırlar içinde bağlı oldukları bir ilişki geliştiriyorlar.

Bizim ülkemizde de artık ne kaynanalar eski kaynana ne de gelinler eski gelin. Zaten gençler evlenince farklı evlerde yaşıyor ve çekirdek aileler oluşuyor. Halen geniş aile olarak hep birlikte yaşayanlar da var. Çoğu bu ilişkileri medeni ölçüler içinde, sorunsuz yürütebiliyor. Ancak bunu yürütemeyenler de var. Özellikle aileye bağımlılık derecesinde düşkün erkeklerin eşleri, bu durumdan çok mağdur olabiliyor.

İşte size bir örnek, mektup Sefanur’dan geliyor...

Yazının Devamını Oku

Dünyanın tek harikası: Annem

14 Mayıs 2022
Sevgili okuyucularım... Bugün sizlere çok çileli bir hayatı omuzlarında taşımak zorunda kalan bir kızımızın hayat hikâyesini anlatacağım. Bakalım okurken sizler ne düşünecek, neler hissedeceksiniz.

MERHABA Gülseren Hanım...

Hayattaki tek lüksüm kitap okumaktı, iyi ki sizin kitaplarınızı okumuş, kendimi tanıma fırsatı bulmuşum.

Söze nereden başlasam bilemiyorum. Ama bildiğim bir şey var ki o da yaşamak çok zor. Hayat dikenli bir yol ve ben bu yolda dikenlere basa basa yürürken çok canım acıyor.

TÜM YÜK ÜZERİNDEYDİ

Rahmetli babam devlete ait bir kurumda hayvan bakıcısıydı. İyi bir maaşı vardı, aldığı parayı eve getirse gül gibi geçinir giderdik ama kumar bağımlısıydı. Eve haftada sadece bir gün gelirdi. O zaman da geç gelir, hava ağarmadan çıkıp giderdi. Buna rağmen kumar oynamayı nasıl başarırdı bilmem. Bizi sefalet içinde yaşattı. Evin tüm yükü annemin üzerindeydi. O bizim aynı zamanda babamızdı. Hani dünyanın yedi harikası var ya benim için dünyada bir tane harika var, o da annem. Kimse annem gibi kayıtsız şartsız, hiçbir beklentisi olmadan bu kadar çalışıp bu kadar sevemez.


Yazının Devamını Oku

Annelerin gününü kutluyorum

7 Mayıs 2022
Sevgili okuyucularım... Yarın Anneler Günü.

Şimdiden bütün annelerin bu özel gününü içtenlikle kutluyorum. Bugünkü yazımda sizlere biraz anneleri anlatmak istiyorum.

Bizler anneliği annelerimizden öğreniriz. Doğduğunuz gün sizi şefkatle sarıp sarmalayan, yere göğe koyamayan, öpmelere doyamayan, sizi canından çok seven bir anneye sahipseniz eğer, bu dünyanın en şanslı insanlarından birisiniz demektir. Gelecekte siz de çocuklarınıza çok iyi bir anne olma potansiyeline sahipsiniz demektir. Yani sadece siz değil, sizden sonraki kuşakların da kaderi güzel olacak demektir.

Başka bir deyişle, biz kadınlar yalnızca doğurmakla kalmıyor, aynı zamanda o çocukların kaderini de bir ölçüde yazabiliyoruz. Ve yazdığımız bu kader kuşaklar boyu aktarım yoluyla devam ediyor. Burada babaların rolünü yadsımıyorum elbette, ama gün madem annelerimizin günü, babaları konuşmayı da onların gününe bırakıyorum.

İŞTE BU YÜZDEN KUTSAL

Bizler önce sevgili annemizin bebeği, sonra da bebeğimizin annesi, belki de büyükannesi oluyoruz. Tabiat kendine bakamayan, bir sahibi olmazsa hayata tutunamayan, yaşayabilmek için bizlere ihtiyacı olan bir küçük bebeğe bakmak, onun tüm sorumluluklarını almakla yükümlü kılıyor bizleri. Önce can taşıyor, sonra da o canın beslenmesini, büyümesini, sağlıklı biri olarak hayata devam etmesini sağlıyoruz. İşte bu yüzden annelik kutsaldır diyoruz ya zaten.

SEVGİYİ ESİRGEMEYİN

Sevgili anneler...

Hayatın bizlere hediyesi olan çocuklarımıza çok iyi bakalım. Sadece onların bedensel ihtiyaçlarına değil, psikolojik ihtiyaçlarına da önem verelim. Yani sevgimizi, şefkatimizi, merhametimizi onlardan hiç esirgemeyelim.

Yazının Devamını Oku

Çekmediğimiz acıyı tanımaz kalbimiz

30 Nisan 2022
Sevgili okuyucularım... Hepimiz hayatı kendi geçmişimizin pencerelerinden gördüklerimizle değerlendirir, o görüntüler bize ne anlatıyorsa hayatın kendisini de ondan ibaret sanırız.

Kendi yaşamadığımız, sadece başkalarından dinlediğimiz hayat tecrübeleri çoğu zaman etkilemez bizi çünkü duyduklarımızın bir karşılığı olmaz ruhumuzda. O yaşanılanların tadı tuzu yoktur dilimizde. Çekmediğimiz acıyı, tatmadığımız sevinci tanımaz kalbimiz. Acı da olsa tatlı da olsa illa ki kendi adımlarımızla yürümek isteriz o bilinmez yolları... Ama bazen de öyle şeyler yaşarız ki bu yollarda, “Keşke bana söylenenleri dinleseydim” deriz.

‘BAŞKALARI YAŞAMASIN’

Dilara da hayatın çok farklı bir yüzüyle, ilk kez okulu bitirip işe başladığı zaman karşılaşmış. Karşısına çıkan adamı, kendi zihninde yarattığı hayallerin gerçeğe bürünmüş hali olarak algılamış ve söylediği her şeye, hiç aksini düşünmeden hemen inanmış. Bunlar doğru mu acaba diye kuşkulanmak aklına bile gelmemiş. Ve sonunda yalanlar söyleyerek kendini olduğundan farklı gösteren, geçmişini çok farklı anlatan birine kapılıp gitmiş. Şimdi de “Ben yaşadım ama başkaları bilsin de yaşamasın” diyerek başına gelenleri büyük bir cesaret ve içtenlikle bize yazmış. Bakın Dilara bize neler anlatıyor...

KANDIRILDIM

Saygıdeğer hocam...

Öncelikle size saygılarımı ve sevgimi iletiyorum. Yazılarınızı, kitaplarınızı zevkle takip ediyorum.

Benim hayatım bir yere kadar

Yazının Devamını Oku

Nevres’in yazdığı mektup

23 Nisan 2022
Sevgili okuyucularım... “Yaralarımız, ışığın girdiği yerdir” der Mevlana.

Öyle ya, yaralar hem kanatır hem de erkenden büyütür bizi. Tıpkı fiziksel yaralardan kaçamadığımız gibi duygusal yaralardan da kaçamayız. Sanırım insan olup da yara almadan büyüyen kimse yoktur. Biz insanlar her zaman duygularımızla var olur, onlarla sever, sevilir, seviniriz. Onlarla derinden kırılır, umutsuzluğa düşeriz. Hayatın rengi de bizim ne hissettiğimize bağlı olarak değişir. Bazen karanlıklarla cebelleşir, griler arasında kaybolur, bazense aydınlığın keyfini çıkarırız. Siyahlar ve griler de insan olmanın bir parçasıdır elbette ama aydınlığa açılan kapı her zaman sevgiden geçer. Dünyaya geldiğimiz ilk günden itibaren sevgi öylesine önemlidir ki özellikle bebeklik döneminde ondan mahrum kalırsak yaşadığımız stres beynimizin haritasını bile değiştirebilir.

YOK SAYILMANIN ACISI

Aileleri tarafından benimsenmeyen, ihmal edilen çocuklara verilen mesaj “Sen yoksun”dur. Çocuğun haklarının ihlal edilmesinin mesajı ise, sana değer vermiyorum, seni sevmiyorum. Aileleri tarafından yok sayılarak, sevilmeyerek, dışlanarak yetişen çocuklar bunun acısını ömür boyu çekerler. Ufacık omuzlarına yüklenen ağır yük, hem onların gönlünce büyüyüp gelişmesini engeller hem de yetişkin olduklarında katlanarak çoğalır. Kimsenin sevmediğini kendileri de sevmez. Bir türlü herkes gibi olamaz, şöyle içten bir kahkaha atamaz, geleceğe umutla bakamaz, hayatın her türlü acısını, derdini mıknatıs gibi kendilerine çekerler.

ÖFKESİ DAĞLARI AŞMIŞ

Sanki bu koca dünya herkesi alır da içine, bir tek onları almaz. Herkes bu dünyanın sahibiyken onlar eğreti otururlar, dünya bile kabul etmez onları. İçlerindeki öfke önce onları yakıp kavururken, affedemedikleri onlara ne kadar yakınsa sırtlarına yüklenen yük de o kadar ağır olur.

Acılar içinde kıvranan, öfkesi dağları aşan bir genç kızımız, bakın neler yazmış...

Yazının Devamını Oku