Başkalarını öz canına tercih edebilmek: İsâr

İnfakın belki de en üst sınırı ‘isâr’, yani diğergamlıktır. Diğergamlık bir kimsenin, kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi başka bir muhtaca vermesi, onu kendine tercih etmesi, başkasını kendinden daha çok düşünmesi demektir. Bu büyük fazilete ulaşanları Allah Kuran-ı Kerim’de övmüştür.

Haberin Devamı

BİREY ve toplumların yüce ve kutsal olandan uzaklaşması, inancın gölgesinden sıyrılarak dünya hayatına meyledip özünü unutması süreci olan dünyevileşmeye karşı İslam’ın temel alternatiflerinden birisi infaktır demiştik. İnfak ile mal ve servet bereketlenerek artarken, insanda egoizm ve bencillik azalır. “Vermek” insan ruhunun güzel yanlarını harekete geçirir, nefsin arınmasına ve ihtirasların dizginlenmesine yardımcı olur. Sınırsız tüketim anlayışının insanı tatmin etmediği ve sadece insana değil doğaya da ciddi zarar verdiği ortadadır. İnfak bilinci, insana malın ve servetin değerini, muhtaç olanın halinden anlamayı, insana ve doğaya saygılı olmayı da öğretir. İslam bu anlamda bir infak medeniyetidir.

DİĞERGAMLIK

İnfakın belki de en üst sınırı “isâr”, yani diğergamlıktır. Diğergamlık bir kimsenin, kendisinin muhtaç olduğu bir şeyi başka bir muhtaca vermesi, onu kendine tercih etmesi, başkasını kendinden daha çok düşünmesi demektir. Bu büyük fazilete ulaşanları Allah Kuran-ı Kerim’de överek şöyle buyurmuştur: “Muhacirlerden önce, Medine’yi yurt ve iman evi edinenler, kendilerine hicret edip gelenlere saygı beslerler. Onlara verilen şeylerden dolayı nefislerinde bir kaygı duymazlar. Kendileri ihtiyaç içinde olsalar bile, başkalarını kendi öz canlarına tercih ederler.” (Haşr, 59/9).
Medineli Müslümanlar, sahip oldukları her şeyi geride bırakıp müşriklerin zulmünden Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirlere el uzatmış, neyi var neyi yoksa muhacirlerle paylaşmıştır. Muhacir de asla kolay şekilden geçinme yoluna gitmemiş, Medinelilerin verdiklerini sermaye yapıp çalışıp üzerine koymuş ve yapılan iyiliğin karşılığını geri ödemesini bilmiştir.

SUYU ONA İÇİR

Haberin Devamı

Yermük Savaşı’nda meydana gelen bir olay isârın güzel bir örneğidir. Hz. Huzeyfe (ra) anlatıyor: “Yermük Savaşı’ndaydım. Yaralılar arasında kalan amcamın oğlunu aramak üzere savaş alanında geziyordum. Yanımda biraz su vardı. Hava da çok sıcaktı. Amcamın oğlunu buldum. Su isteyip istemediğini sordum. Başıyla ‘İsterim’ dedi. Dudakları hararetten âdeta kavrulmuştu. Tam suyu içireceğim sırada yaralıların arasında Hz. İkrime’nin sesi duyuldu, ‘Ah! Su!’, diye inledi. Amca oğlum Hz. Haris gitmemi ve suyu ona içirmemi işaret etti. Tam ona su vereceğim sırada başka birisi ‘Su!’ diye inledi. Hz. İkrime de suyu içmedi ve beni ona gönderdi. Fakat kendisine suyu ulaştırıncaya kadar o şehit olmuştu. Hemen Hz. İkrime’nin yanına koştum, o da şehit olmuştu. Bari suyu amcamın oğluna içireyim diye onun yanına gittim, fakat o da şehit olmuştu. Nihayet su elimde kaldı. Allah hepsine rahmet etsin.”

YARDIMA KOŞUN

Haberin Devamı

Aralarında akrabalık bağı bulunmayan bu insanların birbirine karşı bu derece fedakâr ve şefkatli olması bize de kardeşlik değerlerimizi tekrar hatırlatmalı değil mi? Mahalledeki komşumuzdan memleketteki akrabamıza, savaşlar sebebiyle yurdunu yuvasını terk etmiş gözyaşlarıyla sulanan Müslüman coğrafyasının mazlum insanlarına kadar herkese el uzatmalı değil miyiz?
Bugünkü yazımızı Hz. Peygamber’in (sav) insanı çok etkileyen şu sözüyle bitirmek istiyorum: “Birbirine karşı muhabbet ve merhamette müminler, bir vücut gibidir. Vücudun bir yeri rahatsız olunca, bütün vücut rahatsız, uykusuz kalıp onun tedavisi ile meşgul olduğu gibi Müslümanlar da birbirlerine yardıma koşmalıdır!” (Buhari, Edeb, 27)

Haberin Devamı

ALACAĞIN ZEKÂTINI VERMEK GEREKİR Mİ?

KUVVETLİ alacak: Bunlar, borç olarak verilen paralar ile ticaret mallarının bedeli olan alacaklardır. Bu alacaklar, borçlular tarafından ikrar edilirse veya borcu ispata yarayan kesin delil varsa, alacaklı tarafından her yıl zekâtlarının ödenmesi gerekir. Önceki yıllara ait zekâtı verilmemiş ise alacak tahsil edildikten sonra, geçmiş yıllara ait zekâtları ödenir.
Orta alacak: Satım için olmayan bir malın gelirinden kaynaklanan alacaktır. Ev kirası alacağı gibi. Bu alacakta da geçmiş senelerin zekât borcu gerçekleşir. Ancak zekât borcunun ödenme mecburiyeti için alacaklının en az nisap miktarı kadar tahsil etmesi gerekir.
Zayıf alacak: Vasiyet, mehir ve diyet gibi mal bedeli olmayan alacaklardır. Çünkü bu tür alacaklar mal değişiminde oluşmuş bir borç değildir. Bu nevi alacakların geçmiş yıllara ait zekâtları gerekmez. Tahsil edilip üzerlerinden bir yıl geçince zekâtları verilir. İnkâr edilen veya geri alınma ihtimali olmayan alacaklar için alacaklının her yıl zekât vermesi gerekmez. Şâyet bu tür ümit kesilmiş bir alacak daha sonra ödenirse, tahsil edilip üzerinden yıl geçtikten sonra sadece o yılın zekâtı verilir, geçmiş yıllar için zekât gerekmez.

BİR AYET

Haberin Devamı

“EY iman edenler! Sadakalarınızı, başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin. O adam gibi ki insanlara gösteriş için malını dağıtır da ne Allah’a inanır, ne ahiret gününe. Artık onun hâli, bir kayanın hâline benzer ki, üzerinde biraz toprak varmış, derken şiddetli bir sağanak inmiş de onu yalçın bir kaya halinde bırakıvermiş. Öyle kimseler, kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Bakara, 2/264)

BİR HADİS

“HZ. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: ‘Yoksula verilen sadaka bir, akrabaya verilen ise hem sadaka hem de sıla-i rahim olmak üzere iki sadaka sayılır.’ (Nesâî, Zekât, 82)

Yazarın Tüm Yazıları