Bahar Akıncı

Bir tatlı su yelkencisinin seyir defteri

23 Ekim 2016
SİZ bu yazıyı okurken, ben bu yıl 28 yaşına basan Bodrum Cup’tan yeni dönmüş olacağım.

Yelken kariyerimin ilk macerası; çeşitli kusmalar, kafamı yelken direğine geçirmeler, dalga yemeler, açıkta demirli teknenin merdivenine, altımda fışır fışır hareket eden lastik bottan sebep bir türlü tırmanamamalar, denize düşmeye ramak kalmalar, üşümeler, üşütmeler ile böylelikle tamamlanmış olacak.

7 milletten 1500 yelkenci, 125 tekneye nasıl sığar
Siz benim beceriksizliklerime bakmayın, Era Bodrum Yelken Kulübü çatısı altında düzenlenen 28. The Bodrum Cup Uluslararası Deniz Festivali ve Regatta, tahminimin çok ötesinde bir organizasyonmuş meğer. Geçtiğimiz yıllara dek, kendi halinde ama kesintisiz gerçekleşen, kendi yağı ile kavrulan organizasyon; bu yıl Palmarina, TAV, Nef, Bodrum Belediyesi, Türk Hava Yolları gibi sponsorların katılımı ile uluslararası bir boyuta ulaştı ve diplomasinin bile beceremeyeceği bir işe imza attı. 7 milletten insanı Ege Denizi’nde buluşturmak! Hollanda, İsrail, İsveç, İtalya, Yunanistan, Türkiye ve daha sayamadığım pek çok ülkeden 1499 yelkenci ve Türkiye’den katılan tek tatlı su yelkencisi ben, 5 gün boyunca inanılmaz bir yolculuk yaptık ve diplomasinin asla beceremediği bir şey başardık, kardeş olduk.

5 gün 5 etap; buna can mı dayanır
Yarışların ilk etabı, 18 Ekim günü Bodrum – Gümüşlük arası gerçekleşti ve ben hem fotoğraf, hem video çekmek üzere kendimi deli gibi rüzgarda giden, dört bir yandan rüzgar ve su yiyen bir zodyak botunun içinde buldum. Dört bir yanım yelkenliler, teknelerin içinde oradan oraya koşturan yelkenciler ve bir yandan da olan biteni görüntülemek üzere fotoğraf açısı kollayan habercilerle dolu. İkinci gün Gümüşlük’ten Yunanistan’ın Leros Adası’na doğru yelken açtık ve 2 gün boyunca orada iki farklı etap gerçekleşti. Neyse ki, hava biraz olsun sakinledi de benim gibi acemiler derin bir nefes aldı.

Hem Bodrum, hem Leros esnafı kazandı

Yazının Devamını Oku

İçim acıyor mahallesi, proje okul sokak

16 Ekim 2016
TAMAM, kabul ediyorum, bu ülkede eğitim sistemi, hiç bir zaman iyi olmadı.

Türkiye’nin yıldızı eğitimde hiç bir zaman parlamadı. Kız çocuklarının okutulmaması ya da büyük şehirde üniversite kazanıp maddi imkansızlıklardan okun değil fabrikaların yolunu tutan ya da sırf üniversite okumak uğruna başımıza büyük çorap ören o cemaatin pençesine düşen “yıldız zekalar” konusuna hiç girmiyorum bile.

Bu ülkenin 80 ve 90 kuşağı olarak, hep bir gün eğitim sisteminin düzeleceği vaadiyle büyütüldük biz. Hiç bir zaman düzelmedi. Sınıflarımız 50-60 kişinin altına düşmedi, beslenmemiz kantinde yediğimiz kuru kaşarlı tosttan ileri gitmedi, beden eğitiminde spordan, müzik dersinde blok flüt yüzünden müzikten soğuyarak büyüdük.

Ama en azından ekol okullarımız vardı bizim. Hepimiz o okullara girmek için deli gibi çalışır, o okullara girenleri biraz haset, biraz parmakla gösterir, mezun olunca kolayca iş bulur, geleceğimizi (nispeten) garanti altına alırdık. Diğerlerimiz de (ben dahil) ya vasat devlet okullarına gider ya ailemizin durumu az buçuk iyiyse biraz daha iyi eğitim veren kolejlere yazılır ve her iki durumda da hayatta el yordamı ile (ama ne yaparsak kendimiz yaparak) iyi kötü bir yerlere gelirdik.

Ama en azından ekol öğretmenlerimiz vardı bizim, bir çoğu hayat adamı olan. Derslerine girdiğinde sana biyoloji, fizik, kimya kadar hayattan, sanattan, edebiyattan ve insan olmaktan da bahseden... Algıları, zihni, dünyaya bakışı berrak, sana bakışı pırıl pırıl... Daha ilk bakışta, senin hamurunla ne pişireceğini anlayan.

Hiç unutmam, lise 1’de edebiyat öğretmenim babamı çağırıp “bu kızdan hukukçu filan olmaz hakim bey, bunun kalemi kuvvetli, verin güzel sanatlar fakültesine siz de rahat edin o da” demeseydi kim bilir şimdi, 3 yılda zorla kazandığım bir hukuk fakültesinden 10 yılda zorla mezun olmuş (ya da olamamış) nefret ettiğim bir işte çalışıyor olacaktım.

Kısacası yıllar yılı, bu ülkede eğitim sisteminin düzelmesini beklerken geldiğimiz nokta; PROJE OKULLAR! Nedir proje okul, bilen var mı? Anlatayım...

Sayıları 174 olan Proje Okullar listesinde önce Anadolu meslek ve imam hatip liseleri yer alıyordu. Son listede ise okulların sayısı 44 oldu. 20 ilden aralarında İstanbul (Erkek), Kabataş Erkek, Kadıköy Anadolu, Atatürk Fen gibi en yüksek puanlı okullar listede yer aldı. Proje okul ilan edilen, ülkenin en yüksek puanla giriş yapılan okullarına çok düşük puanlı öğrenciler yerleştirilmeye başlandı, projeye bakan yolu ile müdür atanmaya başlandı, çok sıkı elemelerden geçerek bu ekol okullarda çalışmaya başlanmış öğretmenler görevden alındı ve “eveet tüm liselerin imam hatip olma zamanı geldi” diyebilen müdür ve müdür yardımcıları kuralsızca bu okullara atandı.

Yazının Devamını Oku

Kafadan engelliler cumhuriyeti

9 Ekim 2016
BİZİZ o biz. Kaldırımlara tuhaf rampalar koyup, öylece bırakmayı engelli iletişiminden sayanlar. Semtlere, sokaklara, meydanlara yaptığımız umumi tuvaletlerin içine engelli kabini yapmayı aklımıza bile getirmeyenler.

Yok sayanlar, görmezden gelenler, görmemeyi tercih edenler. Peki, haberiniz var mı, Türkiye’de kaç milyon engelli yaşıyor? Ve bu insanlar her gün neler yaşıyor?

En iyimser tahmine göre Türkiye’de 2 milyona yakın engelli yaşıyor...
* Eğitimli olanlar dahil pek çoğu, aileleri tarafından genelde toplumsal yaşamdan uzak tutuluyorlar.
* Bizim kamuda yararlandığımız hakların hemen hiç birinden faydalanamıyorlar. (Örnek mi istiyorsun? Üst geçitler, alt geçitler, metro asansörlerini kullanan engelsizler)
* Gerekli altyapı çalışmaları yapılmadığında, insanlar, boğuştukları zorluklar dolayısıyla kendilerini daha küçük bir dünyaya hapsediyor.
* Bütün dünya sanki onların yokluğu üzerine inşa edilmiş gibi görünür.
* Herkes kendi konforunu ve hayatını düşünürken, engellilere öncelik tanınması gereken yerlerde bile bu durum kimsenin umurunda değil!

Yazının Devamını Oku

Toscana’yı boşver eylülde URLA’ya gel

2 Ekim 2016
URLA’da usul usul bir şeyler oluyor.

Tüm şarap üreticileri birleşip bağ yolu projesini kuruyor, Cordon Bleu’lu pastacılar butik pastaneler açıyor, festivaller yapılıyor, katmer – balık – enginar üçgenine, mübadele mutfağından yaratıcı tarifler ekleniyor, İtalyan bir çift kalkıp pizzacı açıyor. Toscana’ya gidecek vaktiniz ve nakdiniz yoksa sizi bağları, daracık sokakları, sanat sokağı ve sobaharda kızıla bürünen renkleri ile Urla’ya bekleriz. Üstelik her biri denenmiş bir rota da aşağıda...

 

GÖRÜN
Urla Bağ Yolu Urla’nın berrak, masmavi sularını, çam ormanlarını, birbirinden güzel ve renkli bitkilerle bezenmiş kırlarını, zeytinliklerini, bağlarla setlenmiş vadilerini, bakir plajlarını, bisiklet ve yürüyüş rotalarını keşfettikçe yöreye aşık olmamak elde değil. Urla Bağ Yolu, şarap üreticilerinin Ege Denizi’nin tam ortasına uzanan bu yarımadada en az 6 bin yıldır şarap yapmasından yola çıkarak geliştirdiği, İzmir Kalkınma Ajansı ve Büyük Şehir Belediyesi’nin desteklediği bir bağ yolu projesi. İnternet üzerinden www.urlabagyolu.net adresinde bulacağınız harita ile Urla Şarapçılık, Mozaik, Usça, Urliçe, Urla Bağevi, Limantepe, MMG gibi markaların bağlarını ziyaret edebilir, bölge üzümleri hakkında detaylı bilgi alabilirsiniz.

 

KALIN

Yazının Devamını Oku

Gülümse, bulutlar gitsin

11 Eylül 2016
ÇOK üzülerek uyandığım bir sabahtı ve kulağımda çalıyordu.

Yüzümü yıkamaya gittim, saçımı taradım, ne giydiğime bile bakmadan üstüme bir şey geçirdim. Yine oradaydı. Ona aldırış etmeden omuzlarımı daha da düşüre düşüre yürüdüm evin içinde. Kahvaltı etmesem de olurdu ve o bana “hadi gülümse” diyordu.

Gülümsemek için bir sebebi olmalı insanın diye düşündüm, benim o gün yoktu. Aslında o günlerde epey bir zaman olmadı. Beni bırakıp gitmişti dudağımdaki o iki kıvrım ki, çocukluğumdan beri benimle birlikte yaşarlardı.
Gıda boyalı, ama büyük mutluluk sebebi ilk pamuk helvamı yerken benimleydiler.
Karşı apartmanın bahçesinde babamdan ilk bisiklet dersi aldığımda oradaydılar.
Güzel sanatların yetenek sınavlarını kazandığımda, ilk kez aşık olduğumda, kendi paramla ilk arabamı aldığımda, ilk iş günümde, 50 metrekarelik ilk daireme taşındığımda, ilk yurt dışı seyahatimde, bazen hiç bir şey yokken ya da sokakta yıllardır görmediğim ve çok sevdiğim birini gördüğümde oradaydılar.
Çünkü normal insanlardık. Ve normal gündemlerimiz vardı. Dudaklarımızdaki iki kıvrım da bizimle birlikte yaşarlardı. Biz farkında olmadan gelir, biz üzüldüğümüzde giderlerdi. Her şey bizim kontrolümüz dışında gelişirdi ve ne zaman gülümseyeceğimize dışardaki dünya izin veriyordu.
Yanılmışım.

Yazının Devamını Oku

İki medeniyet arasındaki temel farkı bulunuz

4 Eylül 2016
BU yaşıma kadar uzak durdum Mikonos’tan. Bana göre değil dedim.

Çok gürültülü, çok havalı dedim. Aman aman çok pahalı dedim. Göz boyuyorlar, çorak adanın teki dedim. Dedim de dedim. Sonra bir grup arkadaşım tutturdu, çok uygun fiyata bilet bulduk, uygun fiyata ev de bulduk, hadi gel gidiyoruz diye. Tamam dedim, neymiş bakalım bu adanın alemet-i farikası... Bakın sıkılırsam evden dışarı çıkmam diye de ekledim.

Hayatımda gördüğüm en çorak ada
Borajet’ten aldığımız biletlerle atladık gittik, Mikonos’a. Uçak alçaldıkça bakıyorum, hayatımda gördüğüm en çorak ada! Öyle böyle değil, hem de. Bir tane ağaç olmaz mı? Dedim ki, heyhat bu mudur Mikonos? Havalanı avuç içi kadar bir yer. Adanın ortasında. İki dakika taksi ya da otobüs yolculuğu ile hop merkezdesin. Asıl olay da burada başlıyor zaten! O nasıl bir gustodur arkadaşım insan eliyle yaratılan? Bir ada bu kadar temiz, bu kadar beyaz, bu kadar çiçek gibi mi olur? O dükkanların, o lokantaların dekorasyonu, o sokaklardan gelen jazz tınıları... Yoksa bendeki Mikonos algısı yavaş yavaş bir hayranlığa mı bırakıyor?

Biiç’e giderken lüküs araba yok seversen, otobüs var binersen
Önceden rezervasyon yaptırdığımız aracımızı alıp evimize doğru yola koyuluyoruz. Araç dediysem, bildiğin araç yani. Otomobil değil. Muhtemelen 2005 model, düz vites ve ayağını sadece yerden kesiyor. Zaten adada 10 yaşından küçük kiralık araba yok. İşin güzel tarafı kimsenin de umurunda değil. Çünkü herkes ya atv tepesinde, ya motosiklet kiralamış ya da merkezden kalkan klimalı otobüslerle şen şakrak biiç’lere klab’lara akın etmekte. Bizim Bodrum’da, Çeşme’de o havalı plajlara otobüs kaldırsan, utancından kendini jiletler millet! Giriyoruz bize ısrarla önerilen plajlardan birine, kapıda badigard yok!! Giriyorsun içeri, şezlong mu kiralamak istiyorsun hay hay... Arka sıralar 2 şezlong 1 şemsiye 20 eu’dan başlıyor, denize doğru 80 eu’ya kadar yolu var. Şezlong şemsiye istemiyor musun? Buyur kardeşim cafe’de bir kahve iç arada denize gir çık ya da ser havlunu kumlara... Denizler hepimizin. Evet Mikonos ucuz değil, ama her şeyin fiyatı belli, sürpriz yok, sonradan karşına çıkarılan pavyon hesabı hiç yok. Hemen her plajda 17.00-19.00 arası happy hour saati; kokteyller 9.90! Eğlenmeden kasan yok, etrafı seyredip kendini Brunei Sultanı zanneden yok, herkes eğlenmeye gelmiş, dans etmeye gelmiş, kimsenin kimseyi taktığı ya da rahatsız ettiği yok. Tuhaf bir eşitlik duygusu geliyor Mikonos’ta üzerine.

Yazının Devamını Oku

Magnesia Antik Kenti, büyüle bizi

28 Ağustos 2016
YOK bu memleket gibisi arkadaşım.

Arama boşa. Böyle deniz yok. Böyle koy, böyle köy, böyle ağaçları eğilmiş içinden geçtiğin yol, böyle uçurum kenarı antik şehir, böyle sofra kültürü yok. Başka hiç bir memlekette, “Tanrı misafiri” diye bir şey yok. Sen seversen her taşı cennet, sen gidersen geriye memleket diye bir şey yok.

#BaşkaEge kitap projem ilk ayını doldururken, tam da Karaburun taraflarında bir elektronik posta aldım:
“Sevgili Bahar, Batı Anadolu Grubu’nun 20 yıldan bu yana kazılarına destek verdiği Magnesia’da, binlerce yıl öncesinin pazar yeri gelenekleri konusunda bilgilenecek, dünyanın bilinen en büyük antik stadyumuna sahip bu eşsiz ören yerini daha yakından tanıyacağız. Bize katılmak ister misin?”
Fırsat bu fırsat deyip, aşırı merak ettiğim Magnesia Antik Kenti’ni yerinde görmek, üstelik tarihini hocaların hocası Prof. Dr. Orhan Bingöl ve Saffet Emre Tonguç’tan dinlemek için düştüm yollara. Karaburun’dan Söke’ye tam 200 km araba sürüp vardım Magnesia Antik Kenti’ne!

Magnesia neden önemli

Yazının Devamını Oku

Başka Ege’de başka bir yer; Assos

7 Ağustos 2016
İlk kitabım ¨2 kıyı, başka Ege¨ için Nissan Türkiye ve Canon Türkiye desteği ile Gökçeada’dan başladığım yolculuğum, Bozcaada ve Çanakkale’den sonra Assos durağına ulaştı.

Şöförü, fotoğrafçısı, kalemşörü, antik şehir tırmanıcısı, trekkingçisi, araştırmacı gazetecisi, güneş batırıcısı ve son olarak aksiyon videocusunun ¨kendim¨ olduğu bu yolculukta, 20. günü geride bıraktım. Şu ana kadar neredeyse 2500 km devirdim, yüzlerce şişe suyu kafama diktim, onlarca insanla tanıştım, yaşadıkları yerlerin hikayelerini dinledim. Adalı Rumları, her gün bisikletle enginar satan Ayşe abla’yı, meyhaneci Hafız’ı, üzüme aşık Talay Ailesi’ni, Behramkale kaı başkanı Nurettin Arslan’ı, kurumsal hayatı bırakıp gelmiş onlarca güzel insanı tanıdım, röportajlar yaptım. Tek başına yolculuk etmekten çekinmiyor musun diye soruyorsunuz sosyal medyadan. Tek başıma yolculuk etmiyorm ki. Hiç yalnız kalmayacağımı daha ilk gecemde, Gökçeada’da gün batımı çekerken beni tanıyıp yanıma gelen sevgili Arzu ve Hakan sayesinde anlaşmıştım. Ki sonra devamı geldi. Hepiniz en az Ege kadar efsanesiniz. Her birinizin özel bir hikayesi var. Ben yolculuğuma an itibariyle Çeşme ve Karaburun’un köyleri üzerinden devam ederken, sizi kitabıma da girecek bir kaç Assos notu ile baş başa bırakıyorum. (Unutmayın, yolculuğumun tamamı İnstagram hesabımda: @baharakinci, beni yalnız bıtrakmayın)

Assos’a neden gidelim? Behramkale, antik ismiyle Assos, Kuzey Ege’nin en büyüleyici köşelerinden biri... En büyük şansı, SİT alanı olması ve kazı çalışmaları halen devam eden muhteşem bir antik kente sahip olması. Limanda balıkçılar ağlarını temizlerken başınızı kaldırıp asırlar öncesinden kalma antik sütunları görmek, Midilli Adası’nın ışıklarını seçmek, bünyeyi her sabah cennet koylara bandırmak paha biçilemez.

Assos Antik Kenti, Unesco dünya mirası listesine girsin! Tarihçesi M.Ц. 6.yy’a kadar dayanıyor. Zamanında yüzü denize dönük ve teraslarla denize inen bir antik kentmiş. Osmanlı’nın gelişiyle yerleşim ters istikamette gelişme göstermiş ve Behramkale köyü ortaya çıkmış. Nekrapol, Surlar, Agora ve Athena Tapınağı’nın kalıntıları mutlaka, ama mutlaka görülmeli. Kazılar, bugüne dek tanıdığım en özverili arkeologlardan biri olan Nurettin Arslan’ın kazı başkanlığında sürüyor ve güzel haber İÇDAŞ Holding, önümüzdeki 5 yıl boyunca kazılara destek vermeye karar vermiş.

Bu şu demek; eğer gerekli prosedürler yerine gelir, bir ziyaretçi karşılama merkezi yapılır ve daha çok eser gün ışığına çıkabilirse ve Assos Antik Kenti, Unesco Dünya Mirası Listesi’ne girebilir. Neden olmasın?

Yazının Devamını Oku