Nasırı ağrıyan Süleyman Efendiler sessiz çoğunluk mu?

Çocukluğumun baba evindeki bir sofrada Nurullah Ataç da vardı.

Haberin Devamı

1950’li yıllardaydık ve bugün siyasetin gündeminde ne varsa, o günlerde de aynı konular tartışılıyordu.

Demokrat Parti iktidarının Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri için düzdüğü bir tekerlemeyi söylüyordu Ataç:

“İleri İleri Tevfik İleri

Atatürk yolundan sola çark geri”

Oysa Atatürk ölümünden 15 yıl sonra Anıtkabir’e Demokrat Parti döneminde taşınmıştı. Demokrat Parti’nin kurucusu Celal Bayar, “Atatürk’ün son başbakanı” olarak O’nun tabutu başında “Seni sevmek milli ibadettir” demişti. Kağıt paraların üzerine yeniden Atatürk’ün resimleri yerleştirilmiş, “Atatürk’ü Koruma Kanunu” Demokrat Parti iktidarında çıkartılmıştı.

Ama o dönemde de kamplaşmanın tarafları, birbirlerine “Sen dincisin-Sen dinsizsin” derler ve kendilerinin daha fazla Atatürkçü olduklarını iddia ederlerdi.

 

Haberin Devamı

Dinciler mi komünistler mi?

 

O dönemde de “düşünce suçu” olgusu vardı, o dönemde de siviller askeri mahkemelerde yargılanırlardı.

Dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in Eyüp Camisi’ne halı hediye etmesi, onun din istismarcılığının kanıtı olarak sunulurdu.

Sonunda Demokrat Parti kadrosu da zıvanadan çıkmış, iktidarlarına karşı yöneltilen her eleştirinin sorumlusu olarak “komünistler”i görmeye başlamıştı.

1970’li yıllarda 100 yaşının etrafında dolaşan Celal Bayar’la her sohbetimde mutlaka bir kez aynı cümleyi seslendirirdi:

- Türkiye’yi NATO’ya soktuğumuz için komünistler 27 Mayıs darbesini yapıp bizi devirerek intikam aldılar.

Bugün yıllardan 2008’deyiz ve bu kez türban ekseni üzerinde yine “kim dinci- kim laik” tartışmasına dayalı kamplaşmayı yaşamaktayız.

 

Süleyman Efendiler

 

Bir türlü “dindar” ile “dinci” ayırımını tam olarak yapamadığımız için, iki kampın üyeleri de birbirlerini incitecek söylemleri hiç düşünmeden seslendirebiliyorlar.

Bu tabloda, Orhan Veli’nin “Süleyman Efendi”si galiba “sessiz çoğunluk”un temsilcisi olarak müthiş bir arada kalmışlık duygusu içinde.

Haberin Devamı

“Kitabe-i Seng-i Mezar”ı hatırlarsınız herhalde:

“Hiçbir şeyden çekmedi dünyada

Nasırından çektiği kadar;

Hatta çirkin yaratıldığından bile

O kadar müteessir değildi;

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah’ın adını,

Günahkar da sayılmazdı.

Yazık oldu Süleyman Efendi'ye”

Üstelik Süleyman Efendilerin de giderek artan bir hızla “Şeriat mı geliyor?” endişesine kapıldıklarını görmemek imkansız gibi.

 

Ayrıntılar önemli mi?

 

Süleyman Efendiler sınıfından bir meslektaşımın, “Din elden gidiyor” endişesini seslendiren daha muhafazakar bir topluluğa karşı söze “Biz de Müslüman’ız” diye başladığına ve şöyle devam ettiğine tanık olmuştum:

- Biz de Müslüman’ız. Biz de günde 5-6 raket namaz kılarız yani.

Haberin Devamı

Kendisini dinleyenlerin gülmesi üzerine“rekat” yerine “raket” dediğini fark edip, “Böyle ayrıntıların ne önemi var ki” diye tepki de göstermişti.

Refik Halit Karay “Bu Bizim Hayatımız” romanında gençlikte aşık olup evlenemediği kadına 30 yıl sonra rastlayan adamın, o kadını ilk gördüğünde dinledikleri şarkının o rastlantı anında yine çalınmakta olmasına nasıl takıldığını anlatır.

Her şey değişmiştir ama o şarkı hep aynı kalmıştır.

Netice bu bizim de hayatımızdır. Her şey değişmekte ama siyasetin ve kamplaşmanın şarkısı hep aynı kalmaktadır.

 

Sessiz çoğunluk

 

İsterseniz “Kitabe-i Seng-i Mezar”a devam ederek Süleyman Efendileri yine analım:

“Mesele falan değildi öyle,

Haberin Devamı

To be or not to be kendisi için;

Bir akşam uyudu;

Uyanmayıverdi.

Aldılar, götürdüler.

Yıkandı, namazı kılındı, gömüldü.

Duyarlarsa öldüğünü alacaklılar

Haklarını helâl ederler elbet.

Alacağına gelince…

Alacağı yoktu zaten rahmetlinin.”

 

Yazarın Tüm Yazıları