Liberaller kaba, ulusalcılar ezik mi?

Gazetecilerin, siyaset adamlarının ve akademisyenlerin namütenahi bir it dalaşına tutuştuğu günlerdeyiz. Ulusalcı çizgide duranlarla liberallerin hava sahasına uzaktan bakmak bile moral bozucu. Öyleyse bu dalaşmaya Behiç Ak’ın ortaya attığı tasvirle bakalım.

Behiç Ak’ın yazdığı İki Çarpı İki, İstanbul Devlet Tiyatroları’nın Atlas Pasajı’ndaki küçük sahnesinde oynanıyor. Hep dakikalarca ayakta alkışlandığını duymuştum, birkaç gün önce bizzat tanıklık ettim.
Bir kadın ve erkeğin neden evlendiğini, bir kadının neden o adamı değil de ötekini seçtiğini, bir adamın neden bir sürü huyunu sevmediği kadından kopamadığını çok iyi anlatıyor. Ve evet oyundan çıkarken Seray Gözler Yeniay ve Adnan Biricik’in iki farklı karakteri nasıl büyük bir ustalıkla canlandırdığına hayranlık duyuyorsunuz.
Fakat benim kafama takılan konu bu değil. Adım adım anlatacağım: Oyunda bir adet Ahmet, bir adet de Mahmut var. 25 yıl önce çok iyi arkadaşlarmış, şimdi değiller. 25 yıl önce aynı öğrenci hareketinin içinde, aynı idealin peşindelermiş, şimdi değiller. Mahmut hapis yatmış, Ahmet ucundan yırtmış. Mahmut bugün BMW kullanan, sadece Küba’dan gelen puroları tüttüren bir liberal olmuş. Ahmet hayatta pek birşey başaramamış, karısı tarafından mütemadiyen azarlanan, dumanlı ortamda dahi bulunamayan astımlı bir ulusalcı.
Mahmut, Ahmet’i değişime beyhude direnen, statükocu ve ezik bir adam olarak görüyor.
Ahmet, Mahmut’u kaba saba, cesareti cehaletinden kaynaklanan biri gibi.
Bu oyunda Mahmut’la Ahmet’e takılmam normaldir.
Gazetecilerin, siyaset adamlarının ve akademisyenlerin makaleler, köşe yazıları, konferanslar ve tv programları aracılığıyla namütenahi bir it dalaşına tutuştuğu günlerdeyiz.
Ulusalcı çizgide duranlarla liberallerin hava sahasına uzaktan bakmak bile moral bozuyor.
Önce Mahmut Ahmet’e bir güzel giydiriyor, sonra Ahmet alıyor sazı eline.
Eyüp Can’ın 31 Mart’ta Hürriyet’teki köşesinde yazdığı gibi “çok derin ortak bir geçmişleri olmasına rağmen birbirlerini bir kaşık suda boğacak hale gelmişler”, bir arkadaş yemeğinde bile birbirlerine tahammül edemiyorlar.
Öyleyse bu dalaşmaya Behiç Ak’ın ortaya attığı tasvirle bakalım: Liberaller hakikaten kaba saba, ulusalcılar statükonun altında ezilen tipler midir?
Bilemem. Zaten de bana ne! Canı sıkkın, kafası karışık biri olarak Mahmutlara ve Ahmetlere asıl sorumu soruyorum: Siz aynı bu oyundaki gibi aynı adam değil misiniz aslında? Bir zamanlar aynı okulun öğrencisi olduğunuzu hatırlayıp anayasalarınıza barış içinde asgari müşterek maddeleri ekleyemez misiniz?
Birbirinize saldırmadan, her gün birbirinizi dışlayacak yepyeni varolma yöntemleri keşfetmeden Türkiye nereye gidiyor bize anlatamaz mısınız?
Seviyoruz çok çünkü bu ülkeyi değil mi?

ALİ BU KEZ TAM ANLAMIYLA GELDİ

Ali Cabbar değiştirecek.
Siz onu çok iyi tanımıyor olabilirsiniz, yıllardır Brüksel’de yaşadığından ve gerekmediği ölçüde tevazu sahibi olduğundan. Müthiş bir sanatçıdır. İzleyicisini afallatacak ölçüde derinliği vardır tablolarının.
Ali Cabbar İstanbul’daki çağdaş sanat ortamını değiştirecek. Diyorum çünkü öyle bir gücü var. Var çünkü tablolarında kendisini fütursuzca değiştiriyor, geçmişini, 80 dönemiyle birlikte yaşadığı hapsolmuşluğu, sürgünü baştan yazıyor, bugünün siyasetine klişelerden ve hamasetten uzak, başka bir yerden bakıyor. Değiştirir diyorum çünkü örneğin Yapı Kredi Kazım Taşkent Galerisi’ni değiştirdi bile. 6 Nisan’da Ömer Koç’un özel davetiyle açılacak sergisi için küratör Başak Şenova’yla birlikte galeriyi neredeyse baştan inşa ettiler. Gördüğünüzde şaşıracaksınız. Kazım Taşkent sonunda bir banka şubesini andırmıyor, uluslararası bir sanatçının hikayesini anlatabilecek şekilde bir galeri artık.
Ali geldi, Huzursuz Gölge sergisinde karşınıza çıkan bütün acayip halleriyle, bu kez tam anlamıyla geldi.
Yapı Kredi’de bu sezon açılan en sağlam politik sergi olduğunu düşündüğüm Huzursuz Gölge sayesinde onunla layık olduğu şekilde tanışacaksınız. Süper bir şey!

Şahsi evrimimizle ilgili faydalı bilgiler

Yaşayan en ünlü ateistlerden Richard Dawkins’in sitesine giremiyoruz biliyorsunuz Türkiye’den. “Tanrı Yanılgısı” kitabını da kamu vicdanını rahatsız ediyor diye yargılamıştık, neyse ki yayıncı beraat etti. Şaşırdım. Bütün bu rezaletlere rağmen “Tanrı Yanılgısı”nın 30 bin, Mart başında piyasaya çıkan son Dawkins kitabı “Yeryüzündeki En Büyük Gösteri” de 3 bin adet satmayı başarmış. E bravo! Kuzey Yayınları’na Dawkins kitaplarını kapısından içeri sokmayan bir kitapçı var mı diye sordum. Varmış: NT Kitap zinciri... E normal!
Yazarın Tüm Yazıları