Kürtler ‘eskisi gibi’ yaşamak istemiyor!

Meşhur “Kürt açılımı” ilan edildiğinde, “kolektif haklar” meselesi konuşulmayacaksa, bu işe girişmenin sonuç vermeyeceğini söyledim diye, “Açılımı sabote ediyor” diye topa tutuldum.

Haberin Devamı

Mesele benim topa tutulmam değil tabii, sorun, bu ülkenin geleceğinin, iktidar destekçiliği adına ortalığı kaplayan, bu “eksik akıllılığın” peşine takılmış olması!

EKSİK AKILLILIK

Zamanında, “laiklik” adına ortalığı kaplayan “eksik akıllılık” bu ülkeyi kötürüm hale getirmedi mi? “Başörtülü öğrenciyi üniversiteye sokmayalım” diye dökülen dilleri hatırlayın. “Annelerimizin başörtüsü başka, türban başka!”, “kamu alanı”, “hizmet alan-veren” tartışmalarının geldiği noktada, bu ülkenin tüm kurumlarının birbiri ile kavga ettiği bir kaosa sürüklendik.

Belli ki kimse dersini almış değil. Şimdi benzer bir kavrayışsızlık Kürt meselesinin önüne dikilmiş vaziyette! Bir zamanlar, “Eskiden başörtüsü sorunu yoktu!”, “Annelerimiz de başörtüsü takardı ama, türban siyasi” diyenler, şimdi, benzer bir şekilde, “Eskiden Kürt meselesi yoktu, zaten şimdi de yok, olay ekonomik” diyor. İşin tuhafı, kendileri, bu “anlayış” veya daha doğrusu “anlayışsızlığa” mahkûm edilenler, Kürtlere aynı şeyi yapıyor. Yüzlerce yıldır beraber yaşamaktan bahsedenler aslında, “Yeni talepler icat etmeyin” veya edenler zaten “Kürtleri temsil etmiyor” iddiasına sarılıyor.

Yüzlerce yıldır herkes aynı koşullarda yaşamaya razı olsaydı, ortada siyaset yapmayı gerektirecek hiçbir şey kalmazdı. Geçinemiyorum diyene, “Dedenin evinde buzdolabı mı vardı, az tüket gül gibi geçinirsin” diyebiliyor muyuz? Laiklikten söz edene, “Eskiden laiklik mi vardı, yüzyıllar boyu pekala laik olmadan yaşadık” denebilir mi? Öte taraftan, üniversiteye başörtülü girmek isteyip engellenene, “Nineleriniz üniversiteye mi giriyordu, oturun evinizde nakış işleyin!” diyebiliyor muyuz? Veya, “Tamam eskisi gibi değil, ama bizim istediğimiz oranda değişiklikle idare edin” demenin ne anlamı var? Kürtlere bunu diyenler, “Dininizi yaşamanıza sınır koyan yok, siz de daha fazlasını istemeyin, kamu alanına girmeyin” diyenleri dinlediler mi veya dinlemeliler mi? Etnik milliyetçilikten hiç hazzetmeyen, “kültürselci”liğe kuşkuyla bakan biriyim, ama neyin, ne zaman, ne şekilde siyasallaşacağı konusuna karar verme durumunda değiliz. Kürt meselesi de, zaman içinde, “eskisi gibi” bir arada yaşamayı zorlayan bir noktaya geldi. Artık bunu kabul etsek iyi olur. Kürtler adına siyaset yapanlar da, “Diyarbakır cezaevi” ve “geçmişte yapılanlar” etrafında dolanacağına, bu gerçeği açıkça ifade etseler, daha iyi anlaşılacaklar.

Kısacası, o veya bu nedenle, Kürtler (veya ciddiye alınması kaçınılmaz bir kısmı) artık, “eskisi gibi” değil, farklı bir çerçevede bir arada yaşamayı istiyorlar.

Hoşumuza gider veya gitmez, “demokratik özerklik” dedikleri bu.

GELİNEN NOKTA

Geldiğimiz noktada, yapılacak iş, bu talebin kendisini, doğrudan tartışmak. Barış içinde, kavgasız gürültüsüz bir düzenlemenin koşullarını konuşmak. Geçmişimize müracaat etmemiz gereken nokta, yüzyıllarca süren bir aradalığı daha fazla düşmanlığa döndürmeden, karşılıklı husumet ve zaruretlere değil, müzakere ve karşılıklı anlaşmaya dayalı yeni bir çerçeveyi hayata geçirmenin yollarını bulmaya çalışmak. Yoksa, sorun hızla tırmanacak ve bir noktadan sonra “uluslararası”laşacak. Cengiz Aktar’ın 25 Haziran tarihli yazısı (Vatan), işin bu boyutuna değinmesi açısından bence çok önemliydi, okumamış olanların dikkatine sunmak isterim.

Yazarın Tüm Yazıları