Güney Afrika’dan duyulmayan sesler

Güncelleme Tarihi:

Güney Afrika’dan duyulmayan sesler
Oluşturulma Tarihi: Eylül 17, 2021 09:21

Zoë Wicomb, ‘David’in Hikâyesi’nde Mandela’nın hapisten çıkmasının ardından Güney Afrika’da başlayan siyasi ve toplumsal değişimi anlatıyor. Kadınların, renklilerin ve Afrikalı olmayan azınlıkların rollerini, tarihin anlatıcının bakış açısına göre ne denli değişken olduğunu sorgulayan, çokkatmanlı, çoksesli ve kışkırtıcı bir roman. Gerçeklerin, yalanların ve zaman katmanlarının altında gizlenmiş hakikati arayanların hikâyesi.

Haberin Devamı

Günümüzde postkolonyal ve feminist edebiyatın önemli bir figürü haline gelen Zoë Wicomb 1948’de Western Cape’te doğdu ve Namaqualand’de küçük bir kasabada büyüdü. Liseden mezun olduktan sonra, o zamanlar siyahi öğrenciler için ayrılmış bir üniversite olan Western Cape Üniversitesi’nde İngilizce okudu. Ne var ki Wicomb yıllar sonra çok kötü bir edebiyat eğitimi aldığını söyleyecekti. Ülkenin siyasi iklimi de boğucuydu. Siyasi partiler yasaklanmıştı ve apartheid’dan (ırkçı yönetim) çıkış yolu yokmuş gibi görünüyordu. 1970 yılında İngiltere’ye gitti. Bir yandan apartheid karşıtı mücadelede yer alırken bir yandan da eğitimini sürdürdü. 1987’de yayımlanan ‘You Can’t Get Lost in Cape Town’ (Cape Town’da Kaybolamazsın) adlı ilk hikâye kitabı ile büyük beğeni topladı. 1990’da Güney Afrika’ya döndü ve burada üç yıl boyunca Western Cape Üniversitesi İngilizce bölümünde ders verdi. Apartheid rejiminin yıkılışına tanıklık etti. İlk romanı ‘David’in Hikâyesi’ (2002) işte bu sürecin hikâyesidir. İkinci romanı ‘Plaing in the Light’ (Işıkta Oynamak, 2006) ve ikinci hikâye kitabı ‘The One That Got Away’ (Kaçan, 2008) benzer konuları barındırır. 2015’te üçüncü romanı ‘October’ı (Ekim) yayımladı. Son romanı ‘Natürmort’, The New York Times tarafından 2020’nin en iyi 10 tarihi romanından biri seçildi. Wicomb ayrıca çok sayıda edebi ve kültürel eleştiri makalesi yayımladı ve çok sayıda saygın ödüle değer bulundu. Halen Glasgow’da yaşıyor ve Strathclyde Üniversitesi’nde yaratıcı yazarlık ve sömürge sonrası edebiyat dersleri veriyor.

Haberin Devamı

DAVID’İN ARAYIŞI
Roman, yazarın önsözüyle açılıyor. Ancak önsözün yazarı Wicomb değil, romandaki yazar karakteri. Yazar karakter “Bu hikâye hem David’in hikâyesi hem de değil” diye başlayacak söze ve ırkçı rejime karşı mücadele etmiş ANC’li bir militanın hikâyesini anlatmaya çalışacak.
Anlatmaya çalışacak dememin nedeni, David Dirkse’nin hikâyeye müdahil olması, hikâyesine otosansür uygulaması, gerçeklerin bir kısmını gölgeleyip yaşanmışlığı şüpheli bazı bölümler eklemesi. Ama yine de biyografisini yazdırmak isteği bir hayat hikâyesini şekillendiriyor.
Cape Town’da, Nelson Mandela’nın hapisten çıktığı günlerde, 1990’ların başındayız. Kurtuluş Örgütü’nde yer alan ama siyahların özgürlük mücadelesini küçümseyen bir aileden gelen David, lise öğretmenliğini bırakmış, hareketin her kademesinde yer almış, entelektüel bir genç. Mücadele sırasında tanıştığı Sally ile evli. İki de çocukları var. Ne var ki aktif mücadelenin sonuna gelinmiş, orta sınıf hayatlara sığınma, hayatı sıkıcı hale getirmiştir. David, nereden nereye gelindiğini, ırkının tarihini, apartheid sonrası bir hayatın nasıl mümkün olabileceğini düşünmeye başlar. Bu konuda araştırma yapmak için ailesinin kökeni olduğuna inandığı Doğu Griqualand’daki Kokstad’ı ziyaret etmeye karar verir. Orada, topraklarının beyaz çiftçiler tarafından ele geçirildiğini gören, bir isyana öncülük eden, İngilizler tarafından hapsedilen ve serbest kaldıktan sonra Griqua’ları batıya -çöle- götüren Griqua atası Andrew Le Fleur hakkında bilgi toplamaya başlar. İşte tam o sırada fark eder kendi partisi içindeki düşmanlarının varlığını. Kara listeye alınmıştır. Böylece geçmiş bugünle birleşecek, ırkçılıktan arınmış bir demokrasiyi, yoldaşlarının sadakatini, kendi özgürlük/eşitlik anlayışını ve tarihi hakikatleri yeniden sorgulayacaktır. David’i bekleyen hayal kırıklığıdır. Zira geçmişini anlamlandıracak güvenilir bir tarih olmadığını fark eder; mücadele henüz bitmemiştir.
Yukarıda doğrusal bir akış içerisinde özetlediğim hikâyenin sıklıkla kesildiğini, araya tarihi olayların ve tarihi şahsiyetlerin girdiğini, yeni karakterlerin katıldığını söyleyerek özete bir şerh düşüyorum. Böylelikle Wicomb, David’in hikâyesinin farklı vehçelerini, eklediği çıkardığı kısımları, farklı bakış açılarını, gerçekleri ve yalanları düşünmemizi sağlıyor.

Haberin Devamı

KADINLARIN YERİ?
En büyük eksikliğin kadınların sesleri olduğunu fark ediyoruz. Evet, anlatılan “hem David’in hikâyesi hem de değil”. Zira David, gözünü Güney Afrika’nın yakın tarihine diken büyük bir hikâyenin yegâne kahramanı değil, sadece bir karakter. ‘David’in Hikâyesi’nde asıl kahraman, aranan sesi duyulmayan bir kadın; Dulcie...
Dulcie de gerilla hareketinin komutanlarından biri. Ama hareket içinde bir yer edinebilmesini hem sesini hem de cinselliğini feda ederek sağlamış bir kadın. David’in zihninde önemli bir yeri var Dulcie’nin, Dulcie’nin başına gelenlerin. Böylelikle, bir kadın aktivist olarak Dulcie, hem anlatıcı hem de David için büyük resmi görmenin anahtarı olacaktır. Dulcie’nin hikâyesi kadınların ataerkil topluma katılımını sağlayan aseksüelleşmenin temsilidir. Roman boyunca sabit olan tek şey, kadınlar ve seslerini bulma mücadeleleridir ki bu mücadele Dulcie’yi romanın gizli ama gerçek kahramanı haline getirir.
David’in ve onu çevreleyen kadınların -birbirleriyle diyaloğa giren, yanıtlayan, olayları aydınlatan, zaman zaman birbirleriyle çelişen- sesleri ve hikâyeleri aracılığıyla Wicomb, politikanın, hafızanın ve gerçeğin doğasına dair dokunaklı bir keşif sunuyor.

Haberin Devamı

EKLEKTİK DİL, ÖZGÜN HİKÂYE
Zoë Wicomb’un makalelerine ve kurgusal eserlerine nüfuz eden mesele, tarihle ve ona eşlik eden ironilerle hesaplaşmanın önemidir. Söz konusu olan, doğrusal olmayan ve dolayısıyla kolayca anlaşılamayan ve ondan kaçınılamayan bir tarihtir. Ama bu büsbütün teslim olmak anlamına gelmez; ona bakmanın farklı yolları, hatta bizi şaşırtabilecek ve dünyada olmanın ne anlama geldiğine dair farklı anlayış biçimleri yaratabilecek yollar bulunabilir. Ve kurtuluş mücadelesi, sömürgeci zalimlerden kaçmaktan öte, kendilerini kendi başlarına temsil etme yeteneği olmayanların haklarıyla ilgilidir.
Siyah kadın kimliği Wicomb’un politik duruşu. Buna karşılık ‘David’in Hikâyesi’nden de anlaşılacağı üzere ataerkil düzene ve ırkçılığa karşı mücadele, kimlik siyasetine çekilmeyi reddediyor. Bu tür politikaların doğurabileceği sorunların ve kısıtlayıcılığının farkında. Tam da bu farkındalıkla kimliklerin iktidar tarafından nasıl inşa edildiğini ve ırksal ya da etnik kimliğe güçlü bir şekilde sarılmaya çalışmanın aslında egemen olanın diline boyun eğmek olduğunu gösteriyor.

Haberin Devamı

Kolay bir okuma olmadığını eklemek gerekir. Bir yandan Güney Afrika’nın bastırılmış seslerini ve hakikatlerini karmaşık ve çelişik görünümleri ile ortaya koyarken diğer yandan kendi inşa sürecini, kurmaca gerçeklik ile hakikat ilişkisini tartışan bir metin var karşımızda. Bir zaman diliminden ve bir bakış açısından bir başka zaman dilimine ve bir başka anlatıcının zihnine, bir sesten bir sese atlayan hikâyeyi dikkatle izlemek gerekiyor. Yine de birbirine geçmiş anlatıcı sesler korkulacak kadar karışıklık yaratmıyor. Okuyucu kendisini rahat bırakmalı ve bu sesler aracılığıyla hikâyenin zihnine akmasına izin vermeli. Esprili bir tonda, sofistike bir teknikle, eklektik bir dille gerçekten de özgün bir hikâye üretmiş Wicomb.
Son sözü Nobel Edebiyat Ödülü sahibi bir başka büyük Güney Afrikalı yazar J.M Coetzee’ye bırakıyorum: “Apartheid sonrası Güney Afrika edebiyatının nasıl olacağını görmek için yıllardır bekliyoruz. Zoë Wicomb işin hakkını veriyor. Zeki üslubu, gelişmiş tekniği, eklektik dili ve bağımsız politikasıyla ‘David’in Hikâyesi’ Güney Afrika edebiyatının yapılandırılmasında büyük bir adım ve muazzam bir başarı.”

Haberin Devamı

Güney Afrika’dan duyulmayan sesler
DAVID’İN HİKÂYESİ
Zoë Wicomb
Çeviren: Dilara Erdem
Ayrıntı Yayınları, 2021
304 sayfa, 38 TL.

BAKMADAN GEÇME!