Dizisini dövmeyen dizini döver

Tekin ARAL
Haberin Devamı

Geçen gece ‘‘A Takımı’’nda sabahın dördüne dek televizyonlardaki yerli diziler tartışıldı...

Asıl tartışılmanın, bu çoğu ‘‘hicranlı’’, ‘‘ah len kahpe felek’’li, bir zamanların o ünlü ‘‘Avare’’ filmini anımsatan yapıları üzerinde yoğunlaşması gerekirken, tartışma geldi ‘‘Şarkıcılar nasıl dizide oynar, nasıl oyunculuk yaparlar?..’’ konusuna oturdu.

Bence de sabahın o saatlerine dek havanda su dövüldü...

O gece orada tiyatroya, sinemaya yıllarını vermiş, bu konuda eğitim almış çok değerli sanatçılar vardı...

Tabii oyunculuğun öyle kolay şey olmadığını, selamün aleyküm diyen her Allah'ın kulunun oyuncu olamayacağını savunmaları, bunu hararetli hararetli tartışmaları çok doğaldı...

Ama iş öyle garip bir hale geldi ki, sanki o abuk dizilerde şarkıcı türkücü arkadaşların yerine oyuncu kimliği olan sanatçıların oynaması gerektiğine dönüştü neredeyse...

Televizyonlarda millete pompalanan bu tip dizileri tartışmak ayrı şey... Ama oyunculuğu bu tip diziler nedeniyle tartışmak ne kadar yanlış...

Yani şimdi Mahsun kalkıp Müşfik Kenter'e, ‘‘Abi biz oyuncu değiliz, yaptık bir hata... Gel buyur, dizide sen oyna...’’ dese, Müşfik gidip oynayacak mı?..

Tartışma, sanki Devlet Tiyatroları'nda Damdaki Kemancı'nın Tevye'si rolü Cüneyt Gökçer yerine İbo'ya verilmiş ya da Şehir Tiyatroları'nda Hamlet rolünü Hakan Taşıyan kapmışa dönüştü...

Yahu bu bambaşka bir alem...

Sonuç olarak da ‘‘Abi biz valla oyuncu falan değiliz’’ diyenlerle, ‘‘Sen mankensin, türkücüsün, oyuncu musun arkadaş, o dizide ne işin var?..’’ diyenler kapıştı.

Bence anlamsız da bir tartışma oldu...

Oysa bu ülkede, tiyatro, sinema, oyunculuk adına asıl hesap sorulması gereken o kadar çok kişi var ki...

Bu arada şunu da haber vereyim, bizim türkücü, arabeskçi arkadaşların dizileri o kadar tutuyor ki, başedebilmek için ‘‘Yalan Rüzgarı’’ndakiler bile artık dizi arasında arabesk söylemeye başladılar...

TRT HÜLYALARDA

Onca kadroları, onca teknik donanımına, birçok özel televizyonun bir sürü kalitesiz programına karşın TRT televizyonlarının yeterince izlenmemesi, inanın boşuna değil...

Yanlış anlaşılmasın, kimse TRT'den kesinlikle reyting avcısı zıpçıktı programlar beklemiyor...

Ama o kendi tarzında yaptığı programlarda, yayıncılık biçiminde insan en azından biraz dikkat ve özen bekliyor...

Ve iki satır yazı yazıp olumsuz eleştiride bulunduğumuzda, en çok tepki de programcı, yapımcı, TRT çalışırı arkadaşlardan geliyor...

Şimdi bu yazıyı neden yazdım?..

Geçtiğimiz cuma gecesi kanalları tararken baktım zaman zaman keyif alarak izlediğim TRT 3'teki ‘‘Gece Başlarken’’ programında Hülya Koçyiğit var... Ve de aynı saatte ve de anda TRT 1'deki ‘‘Sahne Işıkları’’ programında ekranda gene Hülya Koçyiğit... Ve de konuşulanlar da üç aşağı beş yukarı aynı şeyler...

Tek fark, programların değişik zamanlarda çekilmesi nedeniyle Hülya'nın kıyafetleriydi...

Uzun sözün kısası; TRT'de nerede neyin gösterileceğini koordine eden, kendi kanalları arasındaki program akışını yönetip kontrol eden kimse yok mu?..

Tabii bu arada, yazdıklarımın Hülya'yla hiçbir ilgisi olmadığını da belirtmeliyim... Duruma o da şaşmıştır...

YA MUSTAFA YA MUSTAFA

Biliyorsunuz Osmanlı Tarihi'nde ünlü bir ‘‘Kabakçı Mustafa İsyanı’’ vardır...

Cumhuriyet Tarihi'nde de her an bir ‘‘Futbolcu Mustafa İsyanı’’ da çıkmak üzere...

Adam nasıl isyan etmesin ki?..

Üç beş gün önce bir Almanya maçı kazanmış... Bizim basın neredeyse Mustafa Denizli'nin adı bundan böyle Mustafa Kemal olsun diye kampanya başlatmış...

Daha sonra kaybedilen bir Finlandiya maçı var...

Arkadan, ‘‘O oyuncu oynatılır mıydı?..’’, ‘‘Falanca oyuna o saatte mi alınırdı?..’’, ‘‘Bir teknik direktör olarak o lacivert pantolonun altına o bej rengi ayakkabı giyilir miydi?’’, ‘‘Sekseninci dakikada niye çamaşır değiştirmedin?’’ ne kadar var, bir sürü eleştiri yapılıyor...

Bir insan birinin ya arkasında, ya da karşısında olur... Onbeş dakikada bir bukalemun gibi değişmez...

Ayrıca şu anda pek öyle olan biten, felaket tellallığı yapacak bir durum da yok.

Ama medya olarak bu dört gün içinde olan bitenle ilgili yanlışımız, Finlandiya yenilgisiyle yazıp çizdiklerimizden daha çok, o Almanya galibiyetinden sonraki şişinmelerimiz, ‘‘Ben neymişim be abi?’’ tavırlarımızdır...

Bir de asıl yanlışımız... Her gazete ve televizyonda onar kişiden, bu işi bilen takribi 200 kişimiz varken, böyle milli bir davayı Mustafa Denizli'ye bırakmamızdır...



Yazarın Tüm Yazıları