Biz ne yapıyoruz

SON günlerde işler karıştı. Gelişmiş ülkelerde başlayan krizi giderek daha fazla hissetmeye başladık.

Barometre döviz kurlarında gözlenen eğilimlerdir. Zaten, bizim gibi ülkelerde döviz kurlarını etkilemeyen hiçbir gelişme dikkate değer gelişmelerden değildir.

Geçen ayın ortalama kurları ile hesaplandığında, Euro-dolar sepetine göre, Türk Lirası bu hafta ortasına kadar tam yüzde 30 değer yitirdi. Demek ki, artık dikkat etmeliyiz.

Paramızın hızla değer yitirmesi bize özgü bir olay değil. Bizimle aynı grupta kabul edilen tüm gelişmekte olan ülkelerin paraları değer yitiriyor. Bazıları IMF’nin yolunu arıyor. Bazıları IMF ile bir program üzerinde anlaşmayı tamamlamak üzere.

ÖNÜNÜ GÖRMEK

"Biz ne yapıyoruz?" sorusunun yanıtı pek bilinmiyor. Bizde daha çok iyi niyetli, piyasaları yatıştırmaya yönelik söylevler öne çıkıyor. Kamuoyu kapalı kapılar arkasında geçen tartışmalardan fazla haberdar değil.

IMF ile ne yaptığımız ya da ne yapacağımız hálá büyük bir bilinmeyen. Krizin hangi aşamasında IMF ile bir program üzerinde uzlaşma sağlanabileceğini bilmek dahi piyasaları bir ölçüde rahatlatabilir. Kategorik olarak IMF ile bir ilişki içinde bulunmak istemiyorsak, durum daha da vahim demektir.

"Gerekirse, biz de piyasalara likidite verebiliriz" türünden hükümet katında demeçler veriliyor. Kulağa hoş geliyor, ama ne denmek istendiği açık değil. Ne likiditesi verilecek, kim verecek? Döviz kurları hızla arttığına göre, sorun bizim bastığımız parada değil, dövizde. Döviz likiditesi verilecekse, kim nasıl verecek? Merkez Bankası’nın böyle bir planı varsa, piyasalar bunu Merkez Bankası’ndan duymak isterler.

Yurtdışındaki tasarrufların Türkiye’ye getirilip döviz likiditesi sağlanması hedefleniyor. Özel sektörün 150 milyar dolara varan dış borçlarının aslında dış borç olmayıp patronların kendi paraları olduğu iddia ediliyor. Ardından, bu paraların varlık affı yoluyla yurda getirilmesi hedefleniyor. Aynı parayı kaç kez ülkeye getireceğiz ki?

Neredeyse tüm dünya mevduat sigortası sisteminin kapsamını genişletti. Bizde sorun yok diye bu konuya girilmek istenmiyor. Halbuki, Avrupa’daki uygulamaları takip etmemiz sorun çıkma olasılığını azaltıcı bir rol oynayacaktır. Zaten, sorun çıktığında, mevduatların, hatta bankaların tüm yükümlülüklerine sınırsız devlet garantisi getirmek gibi bir riskle karşı karşıya olabileceğimiz düşünülmelidir.

Herkes haklı olarak önünü görmek istiyor. Ama, şu sıralarda sis yoğunlaşıyor.

YURTİÇİ TEPKİSİ

Bir yerlerden para bulup şirketlere kredi verilsin isteniyor. Şirketlerin kredilerinin kesilmemesi arzulanıyor. Para nereden gelecek? Para gelse de, devlet tarafından bu paraların doğrudan şirketlere kullandırılması projesi önce parayı verenlerce kabul edilmeyecektir. Bankacılık sisteminin devre dışı bırakılması söz konusu olamaz. Bankalar da kendi bilanço gelişmeleri paralelinde şirketlerle ilişkilerini düzenleyecektir.

Gelişmiş ülke merkez bankaları gibi, bizim Merkez Bankası da faizleri indirmeli deniyor. İndirse ne olacak? Kısa vadeli faizler inerken, Hazine bonolarının faizlerinin çok farklı nedenlerle arttığı bir ortamda şirketler bankalardan daha ucuz kredi mi kullanabilecekler?

Galiba, içinde yaşadığımız ortama biraz daha ciddiyetle yaklaşmak zorundayız. Aksi takdirde, yurtdışından ithal ettiğimiz kriz ortamı yurtiçindeki ekonomik birimlere de hızla bulaşıp kendi krizimizle baş başa kalırız. Unutmayalım ki, henüz yurtiçindeki ekonomik birimler olan bitene tepki vermeye başlamadı.
Yazarın Tüm Yazıları