Ankara’dan abim geldi evde bir bayram havası

Huyumuz kurusun, kurusun ama, huyumuz böyle! Her şeyi abartıyoruz, abartabildiğimiz kadar. Aslında elimizden gelse daha da abartacağız ama, gücümüz bu kadar!

Bundan birkaç yıl öncesine kadar iş yerimiz bahçeli ufak bir villadaydı. Sonra bizim şirket de son dönemin modasına uyup ‘plaza’lardan birisine taşındı. Bu ‘plazalanma’ hadisesine, ilk duyduğumda çok sevinmiştim, ne yalan söyleyeyim! Ne de olsa serde kasabalılık var ya! ‘Oh be, ilk defa adam gibi bir ofiste çalışacağım, şöyle uygar uygar’ dedim.

Ama nereden bilecektim ki bizim bu ‘plaza’ hadisesini de abartacağımızı.

Hem de ne abartmak.

***

Bizim şirketin bulunduğu ‘plaza’nın yöneticisi, kendisini ‘plaza’ yöneticisi değil de, CIA yöneticisi falan sanıyor çünkü! İş yerine gitmek bir dert, çıkmak ayrı bir dert! Bir kere her sabah plazanın, kendilerini ‘Matrix’ filminin kahramanlarından birisi sanan güvenlik görevlileri tarafından size gösterilen ‘potansiyel suçlu muamelesi’ yeteri kadar can sıkıcı. Önce siz, sonra elinizdeki her şey ‘x ray’ cihazlarından geçiyor. Sonra size plaza yönetimi tarafından verilen güvenlik kartını ‘okutup’ otomatik turnikelerden geçiyorsunuz, eğer sabah saatleri ise çalışacağınız kata ulaşmak için, yaklaşık bir 10-15 dakika kadar asansör bekliyorsunuz. Arabanız da en az sizin kadar, hatta sizden daha fazla ‘potansiyel bir suçlu’, çünkü!

Bizim çalıştığımız plazada Türkiye Odalar Borsalar Birliği de konuşlanmış bulunmakta. Dün bütün plazaya bir ‘ilanen tebligat’ vardı. Tebligatta, ‘1 Nisan günü arabalarınızı otoparka sokamazsınız’ yazıyordu. ‘Niye yahu? Bu ne şimdi?’diye söylenirken, sebebinin Başbakan Erdoğan’ın TOBB ziyareti olduğunu öğrendim.

Plazanın ana çıkış kapısının karşı duvarı ‘çiçeklendirildi.’ Vallahi duvara saksılar monte edip, içerisine tek tek çiçekler diktiler. Plazanın mermerleri zaten üç gündür silinmekten eskidiler, inceldiler! Bal dök yala mermerler: ‘Dur öööle! Ayakta saçlarını tara!’

Aynaya falan ne lüzum!

1 Nisan günü işe geldiğimde kendi plazamı kendim tanıyamadım yani, o boyut değişmişti her şey! Tabii adam başına yaklaşık üç polis, kulaklarında telsizli, nereye baktıkları anlaşılmasın diye taktıkları ‘simmsiyahhhh’ güneş gözlüklü, ama illa da siyah takım elbiseli ve doğuştan ‘Kasımpaşa’lı’ sekiz koruma düştüğünü, yazmama gerek yok sanırım. Trafiğin halini ise ben anlatmadan siz tahmin edebilirsiniz zaten! Abartı dizzzz boyu!

***

Fakat son günlerde abartma konusunda Sütçüler Kaymakamı Mustafa Altınpınar’ın eline kimsecikler su dökemez. Sütçüler Kaymakamı, sadece Orhan Pamuk’un kitaplarını toplatma emri vermekle kalmayıp, bir de ilçede ‘sürek avı’na çıktı ve ‘Kar’ romanını okuduğunu söyleyen bir kızı, ev ev aradı! Yok deve demeyin! Hatta kız bulunamadı! Tüm bunların üzerine ilçenin Belediye Başkanı ‘Kar’ı okuduğunu ‘itiraf edecek’ kadar da durumu abarttı!

Ama sadece ‘devlet işlerinde’ değil ‘magazin işlerinde de’ abartıyoruz. Abartmakta da sınır tanımıyoruz... Şu sıralar en son abartımız Perihan Mağden’in romanından sinemaya uyarlanan ‘İki Genç Kız’ filmi ile ilgili. Romanın yazarı ile filmin başrol oyuncusu dargınmış, galada ne olacakmış? Niye sanki ilk dargın olan onlarmış gibi davranıyoruz ki? Onlarca hatta, yüzlerce, buna benzer olay olmadı mı?

Magazinin diğer bir abartması da Sanem Çelik ile Hülya Avşar’ın en son filmlerindeki ‘çıplak sahneleri.’ Hülya Avşar ilk kez soyunuyor, daha önce hiç soyunmadı ve biz o’nu hiç öyle görmedik ya, normaldir yani bu kadar abartılması!

Gelini, kaynanası, damatları ile hayatımızın en önemli abartı motifi ‘oğlumun karısı olsana’ programları aslında! Tamam programlar ‘abartı’ ama, biz o abartının içinde iyice ‘abarrrtttanları’ star yaptık, sevdik, tartıştık, konuştuk!

Ama benim en sevdiğim ‘abartı’ sokaktaki. Hani biraz sonra ’sahne alacakmış’ gibi giyinip, süslenip kendini alışverişe atmış kızların abartısı.

Abartı güzel şey diyorsanız bilemem. Ama ne faydası var bize?
Yazarın Tüm Yazıları